İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana dünyada mültecilerin sayısı ilk kez 60 milyona dayandı. Türkiye ise göç ve mültecilikten en fazla etkilenen ülkeler arasında.

3. Dünya Savaşı başladı bile…

Geçen hafta Birleşmiş Milletler mülteciler raporu yayınlandı ve mültecilerin sayısının bir yıl içinde 51,2 milyondan 59,5 milyona yükseldiği görüldü. İlk kez bir savaş durumu olmadan mültecilerin sayısı bu kadar arttı. Londra Regent’s Üniversitesi’nden Prof. Dr. İbrahim Sirkeci, uluslararası göç alanındaki çalışmalarıyla tanınan bir akademisyen. Aynı zamanda gazetemiz yazarlarından da olan Sirkeci ile Avrupa ve Türkiye’de mültecilik, göç, göçmenlik ve Suriyeli mülteciler üzerine konuştuk.

>>Savaşlarda mültecilerin sayısı artıyor. Son BM raporunu bu açıdan bakınca nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’de göç ve mültecilik yeterince kavranabildi?

BM raporu benim yıllardır üzerinde durduğum çatışma meselesinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gösterdi. 59,5 milyon insan çatışmalar ve şiddet nedeniyle yerinden edildi 2014 yılında. Dönemin en şiddetli çatışma alanı Suriye, yıllardır Afganistan’ın elinde bulunan en çok mülteci üreten ülke konumuna yükseldi.

Bir yıl içinde mülteci nüfusunun 8,3 milyon artması 2. Dünya Savaşından bu yana görülen en büyük artış. 3. Dünya savaşı çıkacak mı diye merak edenler için, sonuçları itibariyle ‘çıktı bile’ diyebiliriz.

Barış çabaları her şeyin önüne geçmedikçe bu durumun değişmesini beklemek için bir nedenimiz yok. 2015 rakamları daha kötü olacak ve 2016 daha da kötü.Türkiye de bundan nasibini almaya devam edecek çünkü en şiddetli çatışma komşu ülkelerde. Bu arada unutmamak gerekir ki bu 60 milyon insanın 38,2 milyonu kendi ülkelerinin sınırları içinde yerinden edilmiş. Yakın tarihinde yerinden edilmiş bir kaç milyon insanı olan Türkiye için bunu anlamak daha kolay olmalı. Genel olarak uluslararası toplumun müdahalesi dışında olan bu büyük nüfus, barış çabasının ulusal sınırları da aşan bir düzeyde ve her alanda barış anlamına geldiğini kavramak zorunda. Yani yine barış yine barış yine barış.

>>Uzun yıllardır uluslararası göç alanında araştırmalar yapan birisi olarak Avrupa sularında yaşanan göç trajedisi hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Son dönemde sıklıkla gündeme gelen Avrupa’ya ulaşmaya çalışırken ölen göçmenler, Avrupa’nın meseleye yanlış bir yerden yaklaştığını gösteriyor. Göç uluslararası bir sınır meselesi değil ulusötesi bir barış meselesidir. Tarih boyunca da bugün de nüfus hareketlerinin kökeninde çatışma vardır. Zaman zaman da sistematik zorlama söz konusu olmuştur.”Tehcir” maalesef tarih boyunca görülmüş bir uygulamadır. Ama daha genelde insanlar kendilerini güvensiz hissettikleri yerlerden göç etmektedirler. Bu güvensizlik algısı savaşlar ve silahlı çatışmaları kapsar ama bunun dışında pek çok su yüzüne çıkan ve çıkmayan gerilimi, rahatsızlığı, mutsuzluğu, hoşnutsuzluğu ve çıkar çalışmasını da içine alır. Dolayısıyla bugün binlerce insan Libya’dan, Somali’den çıkıp can havliyle denize yönelmektedir. Hayatları pahasına kaçacakları bir durum var ortada. O yüzden sınır duvarları, “kaçak” göçmen yakalama filoları değil ulusötesi işbirliğiyle barış hedeflenmelidir.

>>Nasıl bir barış? Bu çok soyut değil mi?

Aksine bu, ekonomik, toplumsal, kültürel ve siyasi bir barış projesi olmak zorunda. Sadaka, şantaj, ikiyüzlülük içermeyen kapsamlı bir barış. Aksi takdirde kategorik olarak “Güney” dediğimiz ülkelerin yoksulları hayatlarını riske etmeye devam edecekler.

>>Bu Güney – Kuzey meselesini biraz açmak gerek…

Güney dediğimiz ülkeler görece az gelişmiş veya daha genel olarak yoksulu bol ülkeler. Ama uluslararası göç bununla sınırlı değil, çünkü yoksulluk da ekonomik yoksullukla sınırlı değil.

>>Türkiye bunun neresinde?

Türkiye ekonomik yoksulu Afrika ve Güney Asya’dan daha az, başka türden yoksulu Avrupa’dan fazla bir ülke. Yani insani güvenlik sorunu olan bir yerde. Kendini güvende ve rahat hissetmeyen tehdit algılayan kesimleri olan bir ülke. Bu da hala güçlü dışa göç hareketinin varlığının nedenlerinden biri.

>>Öyleyse bu kadar göçmen niye Türkiye’ye geldi?

Öncelikle Türkiye’deki yurtdışı kökenli göçmen nüfusun çok büyük olmadığını belirtelim. Son 5 yılda Suriye ve IŞİD krizi nedeniyle resmi olarak 2 milyon, gayri resmi tahminlerle 3 milyonun üzerinde Iraklı ve Suriyeli geldiğini biliyoruz. Bunun dışında çoğunluğu geçmişte göç etmiş Türkiyeliler ve onların ailelerinin çoğunluk olduğu 1,5 milyon dolayında göçmen var. Suriye ve Irak aşırı şiddetli çatışmalardan kitlesel kaçışlara iyi iki örnek. Diğerlerinin önemli bir kısmı yaşadıkları ülkelerdeki ekonomik, siyasi ve kültürel çatışmalara tepki olarak geldiler. Afrika ve Asyalılar mesela. Almancılar ve onların aileleri de başka boyutta ama benzer nedenlerle ‘anavatana’ göç ediyorlar. Ama her durumda bu nüfus hareketlerini kolaylaştıran ve şekillendiren başka bir unsur da göç kültürleri.

>>Göç kültürleri?

Göç kültürü dediğimiz belli bir bölgeden, şehirden veya belli bir nüfus grubundan zaman içinde göç deneyimleri biriktiğinde orada yaşayanlar arasında ve bu göçmenlerle irtibatlı olanlar arasında göç etme davranışı daha yaygın hale geliyor. Bunun sonucunda başlangıçta var olan çatışma durumu azalsa da ortadan kalksa da göç devam ediyor. Bu Meksika’nın güneyinde de Türkiye’nin doğusunda da böyle.

Emirdağ ve Kulu hala göç veriyor. Ama aynı zamanda tersine göç de gelişiyor, göç kültürü içinde. 2006’dan bu yana Almanya’dan ayrılan Türk sayısı Almanya’ya giden Türk sayısını geçmiş durumda. Bunun yanında çok sayıda Alman da Türkiye’ye göç ediyor. Onlar da aynı Türk-Alman göç kültürünün bir parçası. Kısaca göç deneyimi daha çok göç getiriyor.

>>Peki, Suriyeli Mülteciler ne olacak?

Mülteci dediğimiz yasal statüsü farklı göçmen. Onlar da daha şiddetli çatışmadan kaçıyorlar ancak göç deneyimi çok farklı değil. Suriye’de topyekün barış olmadıkça ne Türkiye ne de Avrupa Birliği buna çözüm bulamaz. Türkiye beklediğimiz üzere Suriye’yi terkeden yerinden edilmiş nüfusun yarıya yakınını aldı. Gelenlerin 258 bini, yani yüzde 10 kadarı kamplarda yaşarken diğerleri ülke geneline yayıldı. Bunların bir buçuk milyonu kayıt altına alınmış durumda.

Türkiye’nin Suriyelilerle çok uzun süre yaşayacağı kesin. Bu hem tarihsel ilişkiler, akrabalıklar nedeniyle, hem de yukarıda bahsettiğim göç kültürünün oluşumu nedeniyle böyle. Ama en önemlisi çatışma ortamının devamının dışa göçü teşvik edeceği gerçeği. Suriye gibi çatışmalara sahne olan ülkelerin çok uzun yıllar toparlanamadığını pek çok yerde gördük. Zaten son dönemdeki çatışmalardan önce de ekonomik, siyasi ve kültürel çatışmanın gani gani var olduğu bir ülkeden kaçışın durmasını beklemek insan davranışını hiç anlamamak olur.

Ben Suriye’de şu veya bu şekilde bir barış olduğunda bile göçün devam edeceğini iddia ediyorum. Türkiye’de şu anda bulunan Suriyeli sayısı orta vadede iki katına çıkacaktır. Nüfus olarak da yüksek doğurganlık yapısına sahip Suriyeliler, Türkiyelilerden daha hızlı artacaktır.

>>Özellikle kamplar dışında yaşayan Suriyelilere bir tepki var, linç girişimleri var...

Maalesef göç alan ülkelerde en kalabalık grup hedef oluyor. Bu Fransa’da Cezayirliler, İngiltere’de Güney Asyalılar ve Almanya›da Türkiyeliler olarak tezahür ediyor. Basının, yerel yönetimlerin ve hükümetin bunun önüne geçecek söylemleri tercih etmesi bu tür saldırıları azaltabilir. Nefret suçlarının cezalandırılması da çok önemli. Linç girişimleri basının görevini tam yapamadığı ve hukuk sisteminin fazlaca manipüle edilebildiği bir ülkede daha az duyulup daha az cezalandırılır. Burada çoğu zaman doğrudan bir çıkar çatışması değil algı farkları ve üzerinden harlanan girişimlere dikkat etmek gerekir.

>>Gelen göçmenlerin uyum sorunu olduğu dillendiriliyor. İlle gelenler mi gittiği yere uyacak?

Bu, uzun soluklu bir toplumsal kültürel ve ekonomik uyum süreci içinde değerlendirilmelidir. Uyum karşılıklı bir süreçtir. Bu örnek özelinde, bunun anlamı şudur: Herkes biraz Suriyeli Arap, Kürt vs olacak, onlar da biraz Türk Kürt vs olacak. Türkiye Arapça öğrenecek Suriyeliler Türkçe öğrenecek ve birbirlerine alışacaklar. Bu sancılı bir süreç ancak sanıldığı kadar sıkıntılı değil. Nedeni ise Türkiye’nin zaten Suriyeliler gelmeden önce de anadili Arapça olan ve büyük oranda güney illerinde yaşayan yüzde 3-5 oranında bir nüfusunun var olması.

Yeni gelenlerin bir kısmı bu Türkiyeli Arapların hısım akrabası ve o yüzden kamplar dışındaki 2 milyona yakın mülteci sanıldığı kadar büyük bir sorun olmadı. Çünkü bunlar tanıdıkları aracılığyla daha hızlı uyum sağlayabiliyorlar.

>>Bu kadar “yeni yurttaşa” iş, ev, okul nasıl bulunacak?

Suriyeli nüfusun yaklaşık yarısı 18 yaş altında. İşgücü piyasasında var olan açıkları bu yeni göçmenler karşılıyor ve karşılayacak. Özellikle enformel sektör buna açık. Bunun doğrudan ve dolaylı sonuçları yine çalışanları koruyucu düzenlemeler gerektirecektir.

Türkiye’nin yerleşik nüfusu yaşlanma eğiliminde ve çok yakın bir zamanda zaten okul fazlası ortaya çıkacaktır. Ama yine de Türkiye’nin önümüzdeki 10 yıl zarfında yaklaşık bir milyon çocuk için anaokulundan üniversiteye her düzeyde yer bulması şart. Dershaneler ve kontenjanı dolduramayan üniversiteler buna çare olabilir.

Konut fazlasının hâlihazırda olduğunu duyuyoruz. İnşaat sektörünün bu kadar ön planda olduğu bir ülkede ev çok sorun olmayabilir.

En zor olan kısmı bu sorunun iş bulma meselesi. Türklerin, Kürtlerin ve diğer yerleşiklerin istemediği bazı işleri Suriyeliler yapacaktır. Pek çok ülkede göçmenlerin bu yönde bir eğilim gösterdiğini biliyoruz. Ama yine de ciddi bir işsizlik baskısının oluştuğunu görmek gerek. Burada önemli olan nokta çalışanların göçmen ve göçmen olmayan diye ayırtedilmeden korunması gerektiğidir. Aksi takdirde zaten yaygın olan işgücü sömürüsüne ses çıkaramayan bir kalabalık grup daha katılmış olacak.

>>İşgücü piyasasında bir kavga bekliyor muyuz, yani?

Kavgadan ziyade ezilme, sömürülme, dışlanma, ayrımcılık, ırkçılık ve bunların ara tonlarını bekliyoruz. Yıllardır İngiltere’de ve Avrupa’nın başka göç alan ülkelerinde yaptığımız çalışmalar bize göçmen azınlıkların dezavantajlı konumlarını gösteriyor. Bunu Türkiye ilk Sovyetlerin dağılmasından sonra ülkeye akın eden Rus mühendislerle falan yaşadı. Şimdi daha kalabalık bir grupla ve yaygın olarak bu görülecek. Yani eğitim düzeyi yüksek ama düşük nitelikli işlerde çalışan Suriyeliler göreceğiz. İşverenler, işe alanlar farkında olarak ya da olmayarak, isteyerek ya da istemeyerek önyargıları, basmakalıp inanışları ve kişisel gözlemleri üzerinden bu sürece etki edecekler ve katkıda bulunacaklar. Kayıtdışının bu kadar yaygın olduğu bir ortamda bu tarz ayrımcılıkların takibi de zor olacaktır.

>>Peki, hiç mi iyi bir şey olmayacak?

Aksine herşey çok güzel olabilir. Türkiye açık ve seçik çok kültürlü hale gelecek. Lozan azınlıkları ve bir türlü benimsenemeyen Kürtler dışında büyük bir Arap nüfus oluştu. Bu bir zenginlik. Suriyelilerin varlığının ve bir olumlu yan etkisi belki hedef şaşırttığı için Kürtlerin rahatlaması olabilir. Ekonomik olarak göçmenlerin girişimciliği kuvvetlidir ve bunun Türkiye’ye bir yansıması mutlaka olur.

İkincisi Suriye yoğun göçmen dövizi alan ülkelerden birisiydi. Suriye’ye son yıllarda ortalama yıllık 1,6 milyar doların üzerinde göçmen dövizi girişi oldu. Bu göçmen dövizlerinin bir kısmı şimdi Türkiye’ye yöneliyor. Hani ‘illaki nakit bir şey olsun’ diyenler için bu da var.

Daha fazla gerilim ve linç girişimi yaşanmazsa tahminimce 5 milyon civarında bir Arap nüfus herkese bir Arap komşu, bir Arap iş arkadaşı, bir Arap sınıf arkadaşı kazandırır. Bu da Türklerin öteden beri klişelerle örülü Arap algısını belki değiştirebilir ve iki toplum birbirini tanıyıp yeniden dost olabilirler. Arap müziği ve genel olarak sanatının güzel örneklerinin keyfini sürme şansı da cabası.

Son 35 yılda 1 milyonun üzerinde mülteci vermiş bir ülke olarak Türkiye’nin bu krize verebileceği en iyi yanıt anlayış olur. Şimdi ilk gördüğünüz Suriyeliye ‘merhaben’ diyebilirsiniz; yazıldığı gibi okunur ve göründüğü gibi de anlaşılır.