Fabl sonunda ders verme amacı güden, güldüren, düşündüren, genellikle hayvanların ve bitkilerin konuşturulduğu manzum öykülerdir. Ama bu hayvanlar insanlar gibi düşünür, konuşur ve tıpkı insanlar gibi davranır. İşte son güncel tartışmalara uygun üç fabl örneği.

1) Aristotales, Ezop’un yolsuzluktan yargılanan bir siyasetçiyi tilki ile kirpinin öyküsünü anlatarak nasıl savunduğunu şöyle anlatmış: Ezop mahkemede “bir tilkinin başı pirelerle derde girmiş, bir kirpi de onu pirelerden kurtarsın mı diye sormuş, tilki, ‘hayır, bu pireler doydu, artık fazla kan emmiyorlar. Onları kovalarsan, yerlerine yeni, aç pireler gelir’ demiş”, dedikten sonra, jüriye dönerek, sözlerini şöyle bitirmiş: “Dolayısıyla saygıdeyer jüri üyeleri, müvekkilimi cezalandırırsanız onun yerine onun kadar zengin olmayan birileri gelir ve sizi daha da beter soyar.”

2) Bir engerek pınar başını suyum bellemiş. Her gün su içmeye gelirmiş buraya. Pınarın yöresinde yuvalanmış bir başka su yılanı fena bozulmuş buna; “Ne bu be” demiş, çıkışmış. Her gün her gün gelip tedirgin edersin, babanın tapulu pınarı mı bu? Var git kendine başka pınar bul, bizim de başımız dinç olsun.

Gidersin gitmezsin bir patırtı gürültü, bir kızılca kıyamet kopmuş ki, demeyin gitsin! Sonunda yılanlar bakmışlar ki, bu böyle ağız dalaşında çözülecek bir mesele değil; “falan gün falan saatte buluşalım, kozumuzu pay edelim, kim kimi yenerse gitsin buradan, suyu da pınarı da kalana bıraksın,” demişler.

Su yılanından hazmetmeyen kurbağalar, olanı biteni uzaktan gözlemlermiş. Engereğe koşmuşlar; “Üzülme sakın, o haine karşı biz senin yanındayız, korkma senin arkanda biz varken onu yenersin.”

Kararlaştırılan günde yılanlar karşı karşıya gelmişler. İş bir an önce bitsin diye sektirmeden birbirlerinin üzerine atlamışlar. Bir döğüş başlamış ki evlere şenlik! Çevreden kurbağalar da vırak vırak ötüp ortalığı gürültüye boğmuşlar.

Engerek yılanı su yılanını sonunda yenmiş. Soluk soluğu döğüşten çıkmış. Çevresini saran sözde kendi tayfası kurbağalara;

“Ayıp ayıp! Bir de benden yana olacaktınız güya! Anam ağladı su yılanını yenene kadar, biriniz olsun el vermediniz, ötüp durdunuz boyuna, nerede kaldı sizin benden yana oluşunuz?”

Kurbağalar yiğitliğe toz kondurmadan;

“Biz gücümüzle değil, gırtlağımızla yardım ederiz. Yapacak başka bir şeyimiz yok,” demişler.

3) Bir fabl da dostum Ömer’den. ‘Urfa Balıklı Göl Efsanesi’nden esinlenilmiş.

“Balıklı Göl”ün öyküsü; İbrahim Peygamber”in yazgısını anlatıyor. Babil Kralı Nemrudgördüğü bir rüya sebebiyle doğacak bir çocuğun kendi saltanatına son vereceğine inanmış, korkusuyla o yıl doğan tüm çocukları kılıçtan geçirme emri vermiş. Nuna Hatun da gidip bir mağarada İbrahim’i doğurmuş. Sonra her gün, duvar diplerinden, ağaç gölgelerinden süzülerek gizlice çocuğu emzirmiş. Gün gelip büyümüş oğlan, anasının yanına gitmiş. İnsanların heykellere taptığı o çağda peygamberliğini muştulamış halkına. İbrahim’i Urfa Kalesi’nden atan Nemrud, ateşler içindeki yeri Tanrı’nın bir göle çevirdiğini tanık olmuş. Ateş göle, odunlar balıklara dönüşmüş.

Fablı ise şöyle; Babil Kral’ı Nemrud’un, İbrahim Peygamber’i yakacak ateşini gören kuşlar odunları söndürebilmek için gagalarıyla su taşırlarmış. O sırada bir karınca da bir damla suyu götürmeye çabalarken onu gören kuşlardan biri sormuş:

“Karınca kardeş o bir damla suyla nereye gidersin, bilmez misin o damlanın ateşi söndürmeyeceğini?”

Karınca da yanıtını vermiş;

“Bilirim elbet, olsun söndürmesin, ama tarafım belli olsun.

İşte böyle değerli okur, şimdi bu üç fablı niye mi yazdım? Engerekler pınarın başını tutmuş. Tarafımız belli olsun diye.