KESK sadece toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin sürdüğü yaklaşık 20 günlük bir periyoda sıkışmayan mücadelesini, iş yerlerinden başlayarak yükseltecek; herkes için güvenceli iş, insanca yaşanacak bir ücret için OHAL/KHK rejimine, şerri düzene karşı mücadele edecektir

3 ile 3’ü toplayınca 6 etmiyor!

AYSUN GEZEN
KESK Eş Genel Başkanı

Yüz binlerce kamu emekçisinin dayanaksız, haksız ve hukuksuz biçimde işinden, geleceğinden edildiği, emekçilerin çok büyük kesiminin açlık sınırında veya altında yaşamaya mecbur edildiği, zenginlerle yoksullar arasındaki makasın giderek zenginler lehine açıldığı ve neoliberal politikaları uygulamak için en vahşi saldırıların gerçekleştiği bir dönemde tüm emekçilerin gözü kulağı toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde.

2018-2019 dönemini kapsayan toplu sözleşme süreci 1 Ağustos’ta başladı, fakat özellikle belirtmek gerekiyor ki; sendikalar tekliflerini 24 Temmuz’da sunduğu halde gerçek, özgür ve evrensel değerlere uygun bir toplu sözleşme sürecinde hükümetin teklifini en geç 1 Ağustos’ta iletmesi gerekirken aradan geçen sürede kulislerden teklifin 3+3 olacağı sızdırılsa da resmi olarak bu teklifi ancak geçtiğimiz hafta içerisinde 14 Ağustos’ta öğrenebildik. Her iki yılın altışar aylık dönemleri için yapılan %3 + %3 teklifin masada Çalışma Bakanı tarafından deklare edilmesiyle birlikte özellikle başta ana akım medya olmak üzere her yerde hükümetin toplamda enflasyon farkı da dahil edilerek %12,4 artış önerdiği yazıldı. Memur Sen’in önerdiği artış yüzdeleri ise ilk yıl %16, ikinci yıl %18 olmak üzere toplamda %34 olarak yansıtıldı. Fakat düz matematik hesapları kamu emekçilerini yanıltmayı hedefliyor. Bu noktayı özellikle vurgulayarak açmak gerekiyor. Memur Sen’in önerdiği %10 + %6, %16 etmediği gibi, %3 + %3 de %6 etmiyor.

Kümülatif artış veya daha farklı şekilde ifade edersek %6’lık zammın bir kerede yapılması söz konusu olsaydı 1700 tl ücret alan bir çalışanın aylık 102 TL olmak üzere yılda 1224 TL daha fazla para alması söz konusu olacakken, artış altışar aylık dilimler halinde yapıldığında durum değişiyor. İlk altı ay için yapılan %3 artış ile aylık 51 TL olmak üzere ilk altı ay için (51x6) 306 TL, ikinci altı ay içinse aylık 52,53 TL olmak üzere altı ay için (52,53x6) 315,18 TL artış söz konusu olacak. Yani hükümetin 3+3 teklifi yıllık toplamda 621,18 TL bir artışa tekabül ediyor fakat aynı zamanda kamu emekçisinin kümülatif artışta alması gereken yıllık artış tutarı 1224 TL’den 621,18 TL’ye geriliyor. Yani hükümet, artış tutarı henüz emekçinin cebine dahi girmeden 602,82 TL’ye el koymuş oluyor. 621,18 TL lik toplam artış ise kümülatif olarak ancak %3’ün çok az üzerinde bir yüzdeye tekabül ediyor. Gördüğümüz üzere basit toplama işlemi ile cebimizden çalınan bu miktar perdelenmek isteniyor.

Bütün kamu emekçilerinin ve kamu emekçisi emeklilerin yaşadığı kayıplar ve hükümet ile yandaş sendikanın hileleri, kamuoyunu yanıltma çabaları da bununla sınırlı değil. Gerçekleşen enflasyonun hesaplanmasında üst ve alt gelir grupları arasında bir fark gözetilmemesi, harcama gruplarının endeksteki ağırlığının değiştirilmesi, kamu emekçilerinin gelirlerinin önemli bir kısmını ayırmak zorunda kaldıkları harcamaların oranının düşürülmesi gibi yöntemlerle gerçek enflasyon perdeleniyor; dolayısıyla da enflasyonun yarattığı kayıpların giderilmesi bir yana emekçiler her gün eriyen ücretlerinde gerçek enflasyonu çok daha yakıcı bir biçimde hissediyor. AKPnin iktidarda olduğu 15 yıl boyunca kamu emekçilerinin maaşlarında reel olarak en az %60'lık erimeden de söz etmek gerekiyor.

Üstelik buna adım adım bütün temel hizmet ve malların özelleştirilmesi, kamusal niteliğinin ortadan tamamen kaldırılması da eşlik etmekte, örneğin çocuğunu cemaat ve tarikatlere teslim etmek istemeyen aileler koşullarını zorlayarak, borçlanarak nitelikli, bilimsel ve laik bir eğitim için özel okullara yönelmektedir. Maalesef ki borçlanma imkânı dahi olmayan yoksul aile çocukları da Ensar zihniyetine mecbur bırakılmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı’nın işlevinin Ensar başta olmak üzere tarikat ve cemaatlere “devri” sadece eğitim alanını, yaşam biçimini değil, emek alanını da çok yakından ilgilendiriyor. AKP, gerici-mezhepçi, şeriata dayalı yeni bir toplum düzeni ve buna uygun bir devlet yapılanması projesini açıkça dillendiriyor. Bu “yeni” düzen ekonomik olarak ise neoliberal politikaların ihtiyaçları doğrultusunda tamamen sermaye lehine ve oldukça vahşi yöntemlerle kendisini var ediyor. Güvencesiz, esnek istihdam hâkim kılınmak isteniyor; emekçilerin her türlü hak arama yolu kapatılıyor; zenginler her gün biraz daha zenginleşirken emekçiler açlık sınırına mahkûm ediliyor; bu düzene başkaldırmamaları için şükür kültürü ve tevekkül öğretilmek isteniyor. Müfredat bu amaçla da yapılandırılıyor; kullanılacak materyal ve kitapların içerisinde emekçiler için çizilen yoksulluk tablosu ilahi bir takdir olarak sunuluyor ve emekçilerin hiçbir şekilde itiraz etmemesi “tembihleniyor”. Kindar-dindar-itaatkâr nesil projesi emekçileri, hiçbir itirazla karşılaşmaksızın sermayenin her türlü saldırısına açık hale getiriyor.

Yandaş, güdümlü sendikaya hayır!

Daha önceki toplu sözleşme döneminde altına imza attığı sözleşmeyi takip etmeyen, uyulmayan maddelerin hayata geçirilmesi için en ufak bir itiraz geliştirmeyen, sadece cuma namazı izni ile birkaç kalemde belirli düzenlemeler ile yetinen yandaş “sendika” bugün de toplu sözleşme masasına yine AKP'nin şeriat düzeni projesi paralelinde helal gıdayı ve hac iznini taşıyor; helal dondurma dağıtarak bu alanın rantına talip çeşitli firmaların adeta reklamını yapıyor. Emekçilerin gerçek sorunlarına, geçim derdine yönelik bir mücadele kararlığından, iş güvencesi, kamusal hizmet ve bu hizmetlerin eşit ve adil bir şekilde ulaşılabilir olması taleplerini savunmaktan çok uzak bir tutumla hareket ediyor. Üstelik yandaş konfederasyonun bir şube başkanı çıkıp KHK eliyle durumlarında iyileştirme/kıyak isteyebiliyor. Oysa bugün içinden geçtiğimiz süreçte OHAL/KHK rejimi Erdoğan’ın da bizzat ifade ettiği üzere sermaye lehine işçilerin, emekçilerin her türlü hakkının ve hak arayışının, grevlerin engellenmesi, bunun yanı sıra yeni devlet projesine itiraz geliştirecek muhalif kesimlerin “temizlenmesi” için seferber edilen bir araçtır. Dolayısıyla KHK rejimi ve OHAL devam ettiği sürece emekçilerin haklarını kazanmaları bir yana taleplerinin müzakere edilmesinin koşulları yoktur. Hele de 2018 yılı için kendi teklifini AKP’nin 16. kuruluş yılına atıfla belirlediğini söyleyen bir yapıya sendika demek mümkün değildir. Toplu sözleşme masasında Memur Sen başkanının KHK’ları doğru bulduğunu belirttiği demeci, grevleri hedef aldığı açıkça belirtilen KHK rejiminin bu “sendika” tarafından meşru görüldüğünün de kabulüdür; masumiyet karinesinin çiğneyerek, savunma hakkının gasp eden bu tutum, darbe girişimi ile herhangi bir ilgisi kurulamadığı halde keyfi, hukuksuz bir biçimde işinden, geleceğinden edilen emekçileri yargı kararlarını dahi beklemeden bir kez daha suçlu ilan etmek demektir. Bu dil, iktidarın ayrıştıran, ötekileştiren dilidir. Bir sendikanın hükümet diliyle konuşması kabul edilemez; bu o yapıyı sendika olmaktan çıkarır, iktidarın aparatı haline getirir.

Mevcut yapısı içinde, evrensel değerlere uygun, gerçek bir toplu sözleşme yapma koşulunu barındırmayan, uzlaşmazlık durumunda devreye girecek olan hakem heyetinin de iktidar tarafından belirlendiği, danışıklı dövüş masası haline gelen toplu sözleşme süreci görünen odur ki kamu emekçileri ve kamu emekçisi emeklileri açısından hiçbir kazanç getirmeyeceği gibi hepimizin kaybetmesine yol açacaktır. Vergi dilimi adaletsizliği, ek gösterge adaletsizliği, ek ödemelerin emekliliğe ve emekli aylıklarına yansıtılmaması durumu giderilmediği sürece 3+3 ancak yoksulluğun derinleştirilmesi, “sefalet” ücreti anlamına gelecektir. “Bu teklife kapalıyız” kartlarıyla görüşmeye gelen Memur Sen’in verdiği tepkinin mizansen olup olmadığı, “hükümetle çetin bir pazarlık yaptık, bakın rakamları yukarıya çektik” propagandası/yanılsaması için ön hazırlık olup olmadığı sürecin devamında anlaşılacaktır.

Mülakat/torpil değil liyakat, herkes için güvenceli iş, kamusal hizmet

Bununla birlikte AKP ile söz konusu konfederasyonun arasındaki ilişki basına yansıyan torpil listelerinden de açıkça anlaşılabilir. AKP'nin kadrolaşmak üzere bu konfederasyon üzerinden emek alanına müdahalesi, iş güvencesinin, liyakatın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır. Üstelik doğal kaynaklarımızın, kamusal varlıklarımızın satıldığı, özelleştirildiği, temel hizmetlerin paralı hale getirildiği, halkın, emekçilerin çok büyük bir kısmının açlık sınırının altında yaşadığı bir düzende güvenli bir gelecek için, çocuklarımızın parasız, nitelikli, laik, bilimsel eğitim alabilmesi için, nitelikli, parasız ve ulaşılabilir sağlık hakkı için, geleceğimizi planlayabilmek için de herkes için iş güvencesi vazgeçilmezdir.

Yaşadığımız koşulların verili ve değişmez olduğu, herkesin eşit yaratılmadığı, eşitsizliklerin ilahi takdir olduğu ezberimize kazınmaya çalışılıyor. Bunun için de devletin bütün imkanları seferber edilerek tek bir mezhep üzerinden şerri bir düzen kurulmak isteniyor. Soma, Ermenek, Torunlar Center gibi işçi katliamları kader diye sunuluyor. Oysa işverenlerin alması gereken iş sağlığı ve işçi güvenliği önlemleri alınmadığı için, işçiler sermayenin daha fazla kar elde etmesi için en asgariye indirilmesi gereken gider kalemi olarak görüldüğü için bu katliamlar göz göre göre gerçekleşti. AKP esnek istihdam ve taşeronlaştırmayı kamu alanında da hakim kılmaya yönelik adımlar atıyor. Eğitimi ucuz iş gücü yaratmaya yönelik olarak yeniden dizayn ediyor.

Bu çok yönlü ve kapsamlı saldırılar karşısında yıllardır toplu sözleşme dönemlerinde daha sık dile getirdiğimiz herkes için güvenceli iş, insanca yaşanacak ücret ve kamusal hizmet sağlanması gibi genel taleplerimizin halen herhangi bir şekilde karşılanmamış olması AKP projesinin mantığına ve ekonomik-politik perspektifine dair çok şey söylemektedir. Emekçilerin aklıyla dalga geçen 3+3 teklifi de bu anlamda AKP'nin perspektifine eşittir denilebilir. Emekçilerin hakları ve talepleri için mücadele eden, haksız, hukuksuz ihraçlara karşı sesini yükselten, OHAL/KHK rejimine derhal son verilmesini ve bütün ihraç edilenlerin kendi kadro, ünvan ve derecelerine bütün haklarıyla birlikte iadesi talebini dillendiren tek konfederasyon olan KESK’in masadan uzak tutulmak istenmesi, tıpkı Memur Sen gibi ihraçları meşrulaştırması yönünde taktiksel adımlar atılması karşılıksız kalmıştır.

KESK sadece toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin sürdüğü yaklaşık 20 günlük bir periyota sıkışmayan mücadelesini, iş yerlerinden başlayarak yükseltecek; herkes için güvenceli iş, insanca yaşanacak bir ücret için, emeğin özgürleşmesi önünde en büyük engel olan OHAL/KHK rejimine, şerri düzene karşı mücadele edecek ve laikliği kazanmak için, adalet talebinin gerçekleşmesi için bulunduğu her yeri direniş alanı kılacak adımlar atacaktır. Geçmişimizden biliyoruz; Gezi’den, Hayır’a kazandıran iradeden, adalet için yollara düşen, parklarda nöbet tutanlardan tanıyoruz bu umudu: Birlikte başarabiliriz!