Solun tarihsel başarısızlığı, aynı zamanda mekânsal bir başarısızlıktır. Bu başarısızlığın gerisinde ise solun i) mekanın siyasetini ii) siyasetin mekanını iii) her ikisinin karmaşık ilişkisini anlama ve dönüştürmede yetersiz kalması var. Bu soyut değerlendirme aklımdan somut bir gelişmeyi, 3. Köprünün açılış törenini izlerken geçti.

Bu başarısızlığın tahlili zamana ve mekana yayıldığı ölçüde kolay bir iş değil; bir köşe yazısına sıkıştırmaya çalışmak ise akıl karı değil! O nedenle başarısızlığa temel oluşturan temel bir noktaya değinmekle yetineceğim.

Solun mekan konusundaki en temel sorunlarından biri mekanı iktidar süreçlerine dışsal bir veri olarak kabul etmesidir. Somut örneği açılışı yapılan 3. Köprü üzerinden vereceğim.

Hiç birimizin kuşkusu yok; 3 Köprü bir ihtiyaçtan doğmadı. İhtiyaç önümüzdeki dönemde adım adım yaratılacak. Bu müdahalenin daha önceki örneklerde olduğu gibi, ulaşım sorununu çözmeyeceğini de biliyoruz. Bu spekülatif yatırımın kamu maliyesi üzerinde büyük bir yük yaratacağını da farkındayız. Kuzeydeki orman alanlarının adım adım yok edileceği de tartışmasız; daha şimdiden yol açtığı hasarı hava fotoğrafları açık biçimde gösteriyor. Bütün bunların belli bir müteahhit çevresi ve rant arayışında olanların yararına olduğu da gün gibi aşikar.

Bütün bunları biraz gecikmeli de olsa, görüyor ve gösteriyoruz. Ama bir gerçeği aynı açıklıkta görebiliyor muyuz, orası şüpheli! Eğer bugün AKP’nin merkezinde olduğu iktidar bloğunu anlamak istiyorsak; bütün bu büyük projeleri, dört bir yanı saran AVM ve iş merkezlerini, rezidansları ve kentsel dönüşüm projelerini bu iktidar bloğunun inşasında kullanılan araçlar olarak görmenin ötesine geçip, iktidar bloğunun kurucu parçaları olarak görmek zorundayız. Diğer bir anlatımla, artık bu mekanlar bir iktidarın elindeki uygulama araçları olmaktan öte bir varlık ve işlevsellik kazanmış, iktidar ilişkilerinin kurucu parçaları haline gelmişlerdir.

Meseleyi bir başka biçimde koyarsak; eğer bu mekanların siyasi aktörlerin elindeki araçlar olduğu doğruysa, tersi de doğrudur; siyasetçi de bu projelerin elinde araçlar/aracılar konumuna gelmiştir. Çünkü siyasetçinin eli artık bu projeleri yapmaya mahkumdur. Çekin 3. Köprü’yü, Havalimanı’nı, Kanal İstanbul’u bu iktidar bloğu çöker (İronik biçimde iktidar bloğu içinde temel yapı taşı olarak gördüğümüz bazı siyasetçilerin sürecin dışına çekildiğinde iktidar bloğunun çökmediğini de yakın dönemde gördük).

Galiba şunu söylemeye çalışıyorum; iktidar blokları basitçe çeşitli kesimlerin bir araya geldiği ittifaklardan oluşmuyor. İnsanlar tıpkı bir yapıyı inşa eder gibi, projeler, fikirler, mali kaynak, kurumsal pozisyonlarla bir araya gelmekle kalmıyor aynı zaman da mekanlarla da ilişkilenip, onlarla birlikte bir projenin, bir iktidar bloğunun parçası haline geliyorlar.

Bloğun inşa sürecinde mimarlığını yapan aktörlerin bu sürecin merkezine kendini yerleştirip, gücünü abartması bizi yanıltmamalı. Tıpkı bir kapitalist girişimcinin üretim sürecine girdiği andan itibaren, Marks’ın söylediği gibi biriktirmek ve yatırım yapmak zorunda olmasına benzer biçimde, hegemonik bloğun içinde siyasetçiler de mekanla dinamik bir ilişkiye girmek zorunda kalıyor! O nedenle bugünkü siyasal ve ekonomik paradigma siyasetçiyi, tam da mekana hükmeder göründüğü noktada, mekanın esiri haline getirmiş bulunuyor. Günümüz siyasetçisi her sabah, yatırımcı ve rant çevreleriyle kol kola girip, hegemonik bloğun parçası haline getirecek yeni mekanlar bulmak, yaratmak zorunda; bunu yapamadığı anda emin olun işi bitmiş demektir.

O zaman bir araya gelme konusunda zorluklar yaşayan sol kesimler açısından daha da zorlu bir soru yanıt bekliyor; bugün insanı ve doğayı tüketerek var olan iktidar bloğunun karşısına, ne tür alternatif mekanlarla çıkılacak? Sayıları giderek artan köprüleri, havalimanlarını, kanalları, rezidansları hangi mekanlarla aşacağız? Kısacası; var olan mekanları savunmanın ötesinde bir mekan tahayyülümüz var mı?