Milli Takımı, alınan paraların tartışması bir yana bırakarak ki tartışılması da lazım, Türkiye Futbol seviyesini tartışmaya açmak sanırım daha yararlı olacak.

Yalnız, tüm duygusallığı bir kenara bırakarak bu tartışmayı yapmak gerekir!

Eğer mesleki ahlak kriterlerini ciddiyet alacaksak, bu tip tartışmaları yapmaya mecburuz. Aksi taktirde kendimize ve mesleğimize olan saygımızı kaybederiz.

Hele-hele Türkiye’deki antrenörlük mesleği ve futbol yapısı bu kadar çıkmaza girmişken, bunları tartışmak zorunluluktur.

Türkiye’deki futbol süreci iyi işlemiyor.

Çok sebebi var tabii ki; ama Terim’in yeri önemli…

Terim kendi ifadesiyle son 30 senedir bu sürecin çok özel (!) yerinde olduğunu itiraf etti, fakat bir takım ilişkiler sayesinde orada durduğunu anlatmadı tabii ki…

Neyse…

Konumuza dönersek; daha öncede belirtmeye çalıştım; bir galibiyetin pazarlanmasının etkisinde kalırsak büyük resmi görmeği kaybederiz.

Cebimizde 30 yıllık sorulacak sorular var;

30 yıllık süreç içinde Fatih Terim kendini ne kadar geliştirdi, Türkiye futboluna kaç futbolcu kazandırdı, Türkiye futboluna kaç antrenör kazandırdı, hangi sistematik kurgu prensiplerini Türkiye futboluna ana menü olarak sundu ve ne kadarlık bir katma değer kattı?

Bunları alt alta dizip toplama ve çıkarma yaparsak Terim, Türkiye Futboluna borçlu çıkar.

Tek istikrarı var; iyi üçüncülükler…

Ve bunla yetinilmeye alıştırılmak çok kötü bir refleks. İşte tek galibiyet sonrası ortaya çıkan tablo; saha içi ve dışındaki arz-talep dengesi bunun üzerinde şekillenmektedir.

Peki; Hırvatistan maçı…

Peki; İspanya maçı…

Bunlar bizim seviyemiz veya hedefimiz dışındaki ülkeler mi, futbol olarak bunlarla bir sorunumuz yok gibi mi yapacağız?

Sorunumuz derken; alıştırıldığımız nokta burası…

Nasıl final takımı olacağız ve nasıl final oynayacağız?

Sistematik kurgusu olamayan takımlar ancak ve ancak kenardaki antrenör kadar olabilirler. Yıllardır Türkiye futbolu bununla yetinmeye çalışıyor. Terim’in en iyi avantajı burası!

Son üç maç bunun en iyi örneği; ilk iki maça 4-3-3 dizilişi ile çıktı, birincisi; Türkiye takım kurgusu ve genetik yapısı bu sisteme elverişi değil, çünkü disiplinel bir kurgudur, bir kişi görevini yapmazsa takım delinir ki kimse yapamadı görevini, bir de yanlış mevkide oyuncuyu oynamaya zorlamak da bu kurguyu delen diğer faktördür. İşte Hakan Çalhanoğlu, sol çizgiye yakın oynatmaya çalıştı ki; bu Hakan’a ve takıma yapılacak en zararlı hamleydi.

Son maç zorunluluktan 4-2-3-1 sistemine dönerek oyun oynanması ve Arda’nın önde serbest oyunu (Hakan’ın oynaması gerekirdi) ile kenarda özellikle Emre’nin oynatılması takımın şeklini olumlu etkiledi. Ama bunları turnuva öncesi Terim’in çözmesi gerekirdi, ama yok öyle bir şey, 30 yıldır da olamadı, çünkü ancak uygulama sonrası bazı şeyleri görebiliyor.

Sistemsizliktir ve kaostur yapısının ana menüsü. Çek maçından önce de kendi yarattıkları kaostan beslendiler.

Türkiye’de her şeyin içi boşaltıldığı için futbolda bundan haliyle nasibini aldı.

Bir şeyin içinin boşaltılması bilgi yetersizliğinin ranta dönüştürülmesi hamlesidir. Çünkü bilgiyi kullandığın zaman bütün ahlaki dürtüler devreye girer ve cehalet kendine alan bulamaz.

Hani bunu değiştirme hamleleri yapılsa da hep boşa çıkartıldı.

Ki denendi…

Bu sistem, yetenekli ve donanımlı yabancı ve yerli hocaların uzun vadeli çalışmasına karşı ve onları enindesonunda kusuyor.

İşte Del Bosque, Löw, Mancini bunların en iyi örneği.

Sistematik karşı geliş içinde tabi ki futbolcular da var. Onlar da alıştılar rahat ve zorlamadan oynamaya.

Onların anlamadığı dilden futbol oynatmak mümkün değil. Hemen hocalarını arayıp çare üretmelerini yıllarca istediler ve siyasi atamayla gelen Futbol Federasyon Başkanı ile bu kurguyu çok güzel oturttular.

Kovdular!

O zaman bizlerde en iyi üçüncü olma kaderimize razı olduk.

Terim bu kadar, futbolcu bu kadar, Federasyon bu kadar.

Fakat üçüncülüğün maliyeti bize çok yüksek, Almanya’nın Dünya Kupası’nı kazanmasından çok daha yüksek.

Haliyle;

Para, iyi para…

Ama…

Donanımlar üçüncü mevki.