Herkesin, dinlenme ve boş zamana hakkı vardır; bu, … belirli aralıklarla ücretli tatil yapma hakkını da kapsar” buyuran İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin gereğini yerine getirdikten sonra, 30 Ağustos gibi anlamlı bir günde köşemiz Salı-Cumartesi olağan akışına döndü.

Haber/medya orucu içeren bir aylık tatil dönüşü posta kutusunda biriken iletileri okurken hissettiğim ilk duygu suçluluk! Tatil bir “hak” değil de “suç”muş duygusu!

Cezaevlerindeki hasta tutuklulardan, “adil yargılanma” gibi tatilden çok daha öte bir haktan mahrum insanlar ve ailelerinden gelen iletileri okurken, “dışarı”da ve “tatil” bile yapabilmiş olmaktan “rahatsızlık” duyuyorsunuz. İlla da hastalıklarının son aşamasında serbest bırakılmayan ve ölüm orucuna yatmış insanların yakınlarından gelen iletileri okurken…

Aylardır ölüm orucunda olan Sibel Balaç ve Gökhan Yıldırım’a, “adil yargılanma” talebiyle İleri Kızılaltun’un da katıldığını yazmış kız kardeşi.

Sahte dijital delille 10 yıl hapis cezası verildi” dediği Nuriye Gülmen’in 2 yıldır Silivri Cezaevi’de olduğunu yazan üniversite öğrencisi kız kardeşi de ablası için çırpınıyor.

Ve Sedat Peker’in tatil yapmamış, “iddia” olmanın çok ötesine geçmiş açıklamaları… Memleketin “bağırsaklarındaki pislik” olarak tanımlamanın da yetersiz kalacağı tanıklıklar…

Bağırsak temizliği”ni siyasal literatüre kazandıran B. Arınç olmuştu. Ergenekon dalgalarının tüm hızıyla sürdüğü ve bazıları intihar edip bazıları cezaevinde ölen insanlara kumpaslar kurulduğu dönemde, “Türkiye iyi bir noktaya gidiyor. Bu sancılar bir taraftan doğum sancısıdır, bir taraftan bağırsaklarını temizlemesidir.” diyerek.

Gelinden noktada, Peker’in içeriden tanıklıklarından da anlıyoruz ki, iş “bağırsak temizliği” noktasını çoktan aşmış. Sistemi en tepeden tırnağa irin sarmış. Şimdi lanet okudukları “Hocaefendi”lerinin pabucunu dama atan dolaplar döndürülerek kurulan bir rüşvet ve kayırma ağıyla devletin kurumları çürütülerek dar bir çevre ihya edilmiş.

Yağma, özgürlüklere, laik ve demokratik hayata din soslu saldırılar ve bayrakla sarmalanarak gizlenmeye çalışılmış.

Minarenin en geniş kılıfa bile sığmadığı şu noktada, aylar önceki bir arkadaş şakalaşmasından anında soruşturma ve tutuklama çıkaran sistem içinde, her biri yüzlerce kez soruşturulmuş olması gereken iddialara el atacak bir tek savcı bulunamadı!

İşi soru sormak, taşları kaldırıp altını eşelemek olması gereken medyanın iktidar tarafından iktidarsızlaştırılmış büyük çoğunluğu başını bambaşka yönlere çevirmiş toz pembe masallar anlatıyor.

Türkiye, bu koşullarda, zamanında yapılacak olsa bile artık “erken” bir seçime doğru gidiyor. Muhalefet partileri Peker’in iddiaları ile ilgili suç duyurularında bulunuyor.

Ancak, tüm toplum 30 Ağustos’ta olduğu gibi harekete geçmedikçe yetersiz!

Muhalefet cephesinde ittifaklar, güç birlikleri var. Hepsi neden bir arada değil, bazıları neden bir arada diyenler de…

Öncelik tepeden tırnağa irin olan sistemden kurtulmaksa bunlar anlamlı sorular değil. Nasıl bir dünya ve nasıl bir Türkiye olacağı ve bunun nasıl kurulacağı konusunda farklılıklarımız olabilir, gelecek düşü birbirine en fazla benzeyenler bir arada durabilir. Bunlar çok doğal. Yeter ki, farklı ittifaklar oluşturmuş olsalar da, muhalefet cephesindekiler birlikte aynı ortak yakın hedefe yürüyor olsunlar! Dostça ve dayanışmayla…

30 Ağustos, çürümüş, sefahata batmış ve emperyalist işgalcilerle iş birliği içindeki Saray’a karşı Mustafa Kemal önderliğinde tüm toplumun birlikte harekete geçmesiydi.

Bugün “zafer”i getirecek olan da aynı birlikte yürüyüştür!