Google Play Store
App Store

Bundan tam 30 yıl önce Ankara sokaklarını dolduran kamu emekçileri, sendikal hakları için mücadele edip tarih yazdı. Ülke tarihinin en kitlesel eylemlerinden birine tanıklık edenler, mücadeleyi “Gururla çabalayıp kazandık” sözleri ile anlattı.

30 yıl önce kamu emekçisi iktidarı dize getirdi: Fiili, meşru, militan
Fotoğraflar: KESK Arşiv

Hazırlayan: Ebru ÇELİK

30 yıl önce bugün Ankara Kızılay’a sendikal haklarını savunmak isteyen kamu emekçisi binler, yüzbinler akın ediyordu… 1990’lı yılların Türkiye'si kitle katliamlarının, gözaltında kayıpların, ekonomik krizlerin yaşandığı karanlık bir dönemdi. Yine her talebi şiddetle bastırmaya çalışan bir yönetim anlayışı iktidardaydı. 12 Eylül askeri darbesinin baskıcı mirasın bayraktarlığını Doğru Yol Partisi (DYP) öncülüğündeki hükümet eline almıştı. Örgütlenmek, sendikalı olmak hele hele kamu çalışanı olarak sendikalı olmak iktidarın hedefinde olmak için yeteri bir sebepti.

Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) ve gözaltılar, sürgünler, sendika kapatma davaları gibi uygulamalarla kamu emekçileri yıldırılmak isteniyordu. Böyle bir atmosferde, işyerlerinin bodrum katlardan sokaklara taşan bir örgütlenme iradesi doğdu. Kamu emekçileri, her türlü baskıya rağmen sendikal hakları için ayağa kalktı. İşte tam da 15 haziran günü başlayıp 17/18 Haziran'ı Kızılay meydanında geçiren yüzbinlerin direnişi bugün bile kutup yıldızı olmaya devam ediyor. Türkiye tarihinin en kitlesel kamu çalışanı eylemlerinden biri fiili ve meşru mücadelenin neleri başarabileceğini anlatıyordu. Yüzbinler hep bir ağızdan: “Devlet Güdümlü Sendikaya Hayır!", "Baskılar Bizleri Yıldıramaz!", "Söz, Yetki, Karar Çalışanlara!", "Bağımsız Türkiye, Bağımsız Yargı!", "Tüm Haber Sen Kapatılamaz!" diyerek meydanda buluştuğunda iktidar için de kaçınılmaz son yaklaşmıştı.

Kamu çalışanlarının grevli toplu sözleşmeli sendikal hak kazanımında kilit rol oynayan 17-18 Haziran’ın üzerinden tam 30 yıl geçti. Türkiye tarihinin en kitlesel eylemini örgütleyenler, eyleme tanıklık edenler 17-18 Haziran mücadelesini ve bugüne bıraktığı izleri anlattı.

∗∗∗

HER YERİ MİTİNG ALANINA DÖNÜŞTÜRDÜK

Sosyal Hizmet-Sen’in Kurucu Genel Başkanı Burhan Görür: 12 Eylül’ün baskıcı atmosferi hâlâ devam ediyordu. Sokağa çıkmak, hak aramak zordu. Her eylem “devlet düşmanlığı” gibi görülüyordu. Yasalarda sendika hakkı yoktu ama uluslararası sözleşmelere dayanan bir mücadele yürütülmeye başlandı. İlk EĞİT-DER adında bir dernekle örgütlenmeye başladılar.

Yani tabandan gelen, sahici bir örgütlenmeydi bu. “Ben bu sendikayı kurdum, o halde sahip çıkarım” anlayışıyla yola çıktık. "Topluma rağmen, halka rağmen, çalışana rağmen bir şey yapılmaz" bu düşünceyle militan, fiili, meşru, bir sendika kuruldu, Eğit-Sen, Tüm-Bel-Sen gibi sendikalar da kurularak bu sendikalar birleşti. Bugünün farkı da burada: O dönemde emekçiler sendikayı sahipleniyordu. Kanuni haklar yoktu ama fiili meşru mücadele vardı. Hakkımız olduğuna inandığımız şeyi hayata geçirirdik. Toplumun da desteğini alırdık.

Her alanı miting alanına dönüştürdük. Polisin, devletin çok sert müdahaleyle karşılaşmamıza rağmen, doğrudan işe çalışanların kendi kurdukları sendika örgütlenmesi nedeniyle çalışanlar, üyelerimiz sürece dâhil oldu, alanlara çıkıldı. Şimdi geriye dönüp bunu hayal etmek bile güç.

Ekonomik mücadele bir tarafta demokrasi, ülkenin demokratikleşmesine yönelik 12 Eylül sürecinde ele alınmış bununla ilgili talepler, demokrasi, demokratik mücadelesine bununla ilgili ya da katkı veren durumlar vardı.

1995’e geldiğimizde koalisyon hükümeti meşru dalgayı kontrol altına almak istedi. Bunun yolu da bir yasa çıkarmaktan geçiyordu. Yasa, emekçilerin grev hakkını elinden alıyor toplu sözleşme hakkını tanımıyordu ve bu emekçilerin Kızılay’a akın etmesinin sebebi oldu. Kızılay 100 binlerin işgaline uğradı. Eylemcilerin Kızılay’da sabahladığını gören halk resmen şoke olmuştu.

Hükümetin “buyrun sendika kurun ama eliniz kolunuz bağlı kalsın” demesiydi kitlenin öfkesi.. Buna karşılık sokağa çıkan kamu emekçileri, Türkiye tarihinin en kitlesel eylemine imza attı.

∗∗∗

KESK’E BAĞLI TÜM-BEL-SEN KURUCUSU HASAN HAYIR:

12 Eylül darbesi sonrası, kamu çalışanlarının tüm hakları ellerinden alındı, TÖB-DER, TÜM-DER, TÜS-DER gibi demokratik kitle örgütleri kapatıldı. Toplum büyük bir baskı ve korku altındaydı. Bu suskunluk, 1989’daki Bahar Eylemleri ile bozuldu. İşçilerin bürokratik sendikaları aşan eylemleri toplumda umut yarattı, kamu çalışanlarını da harekete geçirdi. Henüz sendikalar kurulmamıştı ama işyerlerinde “sendika yürütme kurulları” oluşturuldu. Bu yapılar işkollarına yayılarak sendikaların çekirdeğini oluşturdu. Ancak yoğun baskılarla karşılaşıldı: Sendika yöneticileri gözaltına alındı, binalar mühürlendi, Devlet Güvenlik Mahkemeleri devreye sokuldu. Toplantılar kamu kurumlarının bodrum katlarında, kazan dairelerinin yanında yapılabiliyordu.

Bu süreçte Doğru Yol Partisi hükümeti anayasa değişiklikleri hazırlığındaydı. Kamu çalışanları hem örgütlenme hakkını savunuyor, hem de baskılarla mücadele ediyordu. İşkollarındaki sendika şubeleri “Kamu Çalışanları Platformu’nu (KÇP) kurarak ortak eylemler yapmaya başladı. Ardından konfederasyonlaşma ihtiyacı doğdu ve “Kamu Çalışanları Konfederasyonlaşma Kurulu” (KÇSKK) oluşturuldu. İşyerlerinden gelen kararlarla 15-18 Haziran arasında kitlesel eylemler planlandı. Kadıköy, Konak ve Güvenpark’ta basın açıklamaları, kısmi iş bırakmalar yapıldı. 15-16 Haziran’da Güvenpark’ta çadırlar kuruldu. Bu tarih özellikle seçildi; kamu çalışanlarının kendi “15-16 Haziran’ını yaratmak istedik.

17 Haziran sabahı, yaklaşık 100 bin kamu emekçisi Ankara’ya geldi. Talepler netti: Grevli, toplu sözleşmeli sendika hakkının anayasaya girmesi ve sendikalar üzerindeki baskılara son verilmesi. Devlet Güvenlik Mahkemeleri’ne çağrılıyor, sendikalar yasa dışı yapı gibi görülüyordu. 17-18 Haziran’da Kızılay’da gece gündüz süren bir oturma eylemi yapıldı. Bu, sendikal mücadelenin meşru ve demokratik bir hak olduğunu kamuoyuna gösterdi. Artık bodrum katlarındaki gizli toplantılar değil, meydanlarda açık eylemler vardı. Bugün sendikalar rahat bir ortamda faaliyet gösterebiliyorsa, bu o günlerin mücadelesi sayesinde oldu.

Bu mücadeleyi sol-sosyalist gelenekten gelen kadrolar özellikle TÖB-DER ve TÜM-DER kökenliler yönetti. Devrimci Kamu Çalışanları grubu sürecin öncüsüydü ve bugünkü devrimci sendikal dayanışmanın da temelini oluşturdu. Elbette milyonlarca kamu emekçisi bu sürecin taşıyıcısıydı. Bu eylemler, KESK’in kuruluşunun önünü açtı. Yaklaşık altı ay sonra konfederasyon kuruldu. İlk defa kamu çalışanları, anayasa değişikliklerine karşı bu kadar geniş, kitlesel ve politik bir yanıt verdi. Anayasa Komisyonu Başkanı Coşkun Kırca bile bu eylemler karşısında “direncimi kırdılar” dedi.

Sonuç olarak, 17-18 Haziran eylemi, 15-16 Haziran işçi direnişinden sonra Türkiye’deki en kitlesel ve politik kamu emekçisi eylemidir. Bu mücadele sadece sendikal haklarla sınırlı değildi; örgütlenme özgürlüğü, demokratik anayasa gibi toplumsal talepleri de içeriyordu. Kamu emekçilerinin ilk kez kendilerine dair karar süreçlerine örgütlü ve kitlesel biçimde müdahil olduğu bir direnişti.

∗∗∗

EĞİTİM-SEN GENEL BAŞKANI: KEMAL IRMAK

1980 askeri darbesiyle öğretmen hareketi ve TÖB-DER kapatıldı. Eğitim emekçileri tutuklandı. 1990’lı yıllara doğru cezaevlerinden çıkan arkadaşlarımız kamu emekçileri hareketini yeniden başlattılar. Bu dönemde “Kamu Çalışanları Sendikaları Platformu” kuruldu ve sendikalaşma ihtiyacı kendini gösterdi. 1990’ların başında önce Eğitim-İş, ardından Eğit-Sen kuruldu. Ancak bu süreçte hem valilikler hem hükümet birçok engelleme yaptı. “Sendika kurulamaz, yasal değildir” denilerek bu oluşumlar bastırılmaya çalışıldı. Kamu emekçileri ise “Haklarımız var, haklar yasalardan önce gelir. Biz kapı kulu değiliz” diyerek sendikalarını kurdu. Bu düşünceler 1995’te olgunlaştı ve 23 Ocak 1995’te Eğit-Sen ve Eğitim-İş birleşerek Eğitim-Sen kuruldu. Bu birleşme büyük bir enerji ve inanç yarattı.

Sadece eğitim alanında değil, diğer iş kollarında da sendikalar kuruldu ve bunların bir konfederasyonda toplanması amacıyla Kamu Çalışanları Sendikaları Konfederasyonu Kurulu oluşturuldu. Bu kurul, 15-16 Haziran 1995’te Ankara Güvenpark’ta oturma eylemi yaptı. Ancak eyleme polis çok sert müdahale etti, birçok kişi gözaltına alındı. Eğitim-Sen, Türkiye’nin dört bir yanındaki üyelerini Ankara’ya çağırdı. Amaç, devletin sendikalaşmaya yönelik baskıcı tutumuna karşı kamu emekçilerinin iradesini göstermekti. Talepler şunlardı: Sendika hakkının yasallaşması, hükümetin kamu emekçileriyle birlikte sendika yasası hazırlaması, toplu sözleşme ve grev hakkının tanınması, fiili müdahalelere son verilmesi.

Eğitim-Sen bu duruma karşı tüm üyelerini Ankara’ya çağırdı. 17 Haziran sabahı, Türkiye kamu emekçileri hareketinin en kitlesel katılımıyla Ankara’nın sokakları doldu. Kızılay adeta işgal edildi. 17 Haziran gecesi orada kalındı, sabahlandı. Yaklaşık 150 bin kişi Ankara sokaklarında yürüdü ve kamu emekçilerinin kapı kulu olmadığını, sendikal haklara sahip olduklarını ilan etti. Hükümet üzerinde de önemli bir baskı oluşturdu. O gün gelen insanlar eylemi bırakmak istemedi. Ancak yürütme kurulu bu kadar büyük bir kitlenin geleceğini öngörememişti. Ne yapılacağı konusunda kararsızlık yaşandı. Şube temsilcileriyle görüşülerek eylemin amacına ulaştığı, dolayısıyla dağılmanın uygun olacağı belirtildi. Hükümete mesaj verilmişti: Kamu emekçileri kitlesel ve kararlı bir şekilde taleplerinin arkasında duruyordu. Türkiye sendikacılık tarihinde bu tür kırılma noktaları önemlidir. İşçi hareketinde 15-16 Haziran 1970 neyse, kamu emekçileri açısından da 17-18 Haziran 1995 odur. Bu eylemler sendikal hakların kazanılmasında mihenk taşı oldu. Bugüne kadar o günkü gibi kitlesel bir eylem tekrarlanamadı.

∗∗∗

DEVRİMCİ GELENEĞİN MİRASI

17/18 Haziran eylemi en çok da 1980 darbesinin yok edemediği devrimci kamu emekçilerinin eseridir. Yeniden dergisi de devrimci kamu emekçilerinin faydalandığı en önemli yayınlarından biriydi.

∗∗∗

ORADAYDIK

• Tüm-Sağlık-Sen Şube Yöneticisi İlknur Başer:

17-18 Haziran 1995 tarihinde, 26 yaşında Tüm-Sağlık-Sen şube yöneticiydim. 1980 sonrası üniversite öğrenciliği yaşayan ve öğrenci hareketinden fiili-meşru sendikal harekete katılalı birkaç yıl olmuş biri olarak eylemin kitleselliği, kararlılığı ve coşkusu beni büyülemişti. Geri dönmemek üzere gelmiştik Ankara'ya. Kitlenin kararlılığı beni de sarmış ve alanda tek vücut olmuştuk. 15-16 Haziran işçi hareketini dinlemiş, okumuş bir nesil olarak aynı günlerde Kızılay'ın göbeğinde, mücadelenin ortasında olmak benim için geçmişin mirasının bugüne taşıyıcılığıydı. Onun için de hep birlikte ulvi bir görevin parçası olarak hissettim kendimi...

• Dönemin Eğitim-Sen 8 Nolu Şube Başkanı Tevfik Atam:

15-16 Haziran işçi hareketini örgütleyen Deniz Gezmişleri gördükten sonra 17-18 Haziran hareketi ben ve kamu görevlisi arkadaşlarımı çok heyecanlandırmıştı. Ankara’da, İstanbul’da herkes bir yerde buluşup nasıl yol izleneceğini planlıyordu. İktidar koalisyonu sendika çalışmalarımıza olumlu yanıt vermiyordu. 15 Haziran’da ülkenin her yerinden konvoylarla Ankara’ya gelindi. Büyük coşku vardı. Ankara halkı şaşkındı ancak herkes destekliyordu. Talepler netti: Sendika hakkı, toplu sözleşme hakkı, grev hakkı. Baskıya, sessizliğe rağmen kararlılıktan ödün verilmedi. Gözaltındaki yöneticiler serbest bırakıldıktan sonra, kamu emekçileri için çok önemli bir süreç başladı. Bu direnişin ardından, grevsiz ve toplu sözleşmesiz de olsa, kamu çalışanlarının sendikal haklarını tanıyan adımlar atıldı.

• Dönemin Haber-Sen Yöneticisi Gülkız Ataman:

Ben 1995'te Haber-Sen yöneticisiydim. Sendika olarak karar alıp topluca katıldık. Hamileydim ve arkadaşlarım "Sen burada bulunma, müdahale edecekler" diyerek beni gönderdiler. Eylemden ayrıldıktan 10 dakika sonra müdahale gerçekleşmişti. Örgütlü mücadele edip sendikal haklarımızı kazanmak için oradaydım. O dönemde hamile olmak beni mücadelemden geride bırakmadı, şu anda ise yaşlı olmam beni mücadelemden geri bırakmıyor. Sendika bir haktır ve bunun için mücadelemiz sürecek.

• EĞİT-SEN Eski Genel Başkanı İsmet Aktaş:

O döneme kadar kamu çalışanları, birer emekçi olduklarının ve işçi sınıfının parçası olduklarının bilincine vararak mücadeleye dahil oldular. Hareket giderek büyüdü. Örgütlenme, geçmişten ders alarak yürüdü. 15-16 Haziran gibi büyük işçi direnişlerinden deneyim kazandı. Mücadele çizgisi, “yasalar neye izin veriyorsa o” anlayışını reddedip, fiili-meşru mücadele yöntemini esas aldı.

Bu süreçte kamu çalışanlarına sendika hakkı verileceği hep söylendi, ama hiçbir iktidar sözü gerçeğe dönüştürmedi. Ta ki 1995 Mayıs’ında bir anayasa değişikliği ve “sendika yasası” gündeme gelene kadar. Bu yasa, sendikayı dernek düzeyine indirgiyordu. Kamu emekçileri bu sahte yasa teklifine ciddi tepki gösterdi. Battaniyesini alan emekçiler Kızılay’da sabahladı. İkinci gün anayasa değişikliği taslağı Meclis gündeminden geri çekildi ve bu direniş tarihe geçti.

• Öğretim Görevlisi İsmail Hakkı Ortaköy:

Sol-sosyalist hareketler ciddi krizler yaşarken kamu emekçileri hareketi yükseliyordu. Bu hareket sadece ücret pazarlığı değildi; bu, politik bir mücadeleydi. Kamu emekçilerine yönelik ciddi saldırılar başlamıştı. Gözaltılar, sürgüler… Aynı dönemde anayasa değişiklikleri gündemdeydi. Biz kamu emekçileri olarak, dört-beş maddelik somut taleplerle ortaya çıktık: görev, toplu sözleşme, grev hakkı ve bu hakların anayasal güvenceye bağlanması.

17 Haziran’da Ankara’ya gelen kitle olağanüstü büyüktü. Atmosfer coşkuluydu. Gece boyunca süren dayanışma, sloganlar, konuşmalar… Halktan da büyük destek vardı. Mücadelemiz sonucunda reddettiğimiz yasa çıkarıldı. Bazı gruplar eyleme devam etmek istese de benim için bu mücadele kazanımla sonuçlandı; aynı şekilde Türkiye toplumsal muhalefeti için de bu tarihsel bir başarıdır.