34. çocuk!

34. çocuk da pazar sabaha karşı hayatını kaybetmişti.

Bir okul sınıfı kadar çocuğunu bir anda kaybetmiş bir yere hiç benzemiyorduk ama...

13 yaşındaki Mahsun Nas, bir ayı aşkın süredir verdiği yaşam mücadelesinde başına saplanmış şarapnel parçalarına direnemeyerek gitmişti.

21 Ağustos’ta Antep’te Akdere Mahallesini, kına gecesini izleyen çocuklarla birlikte ateş topuna dönüştüren IŞİD’in bombalı saldırısı eğer olmasaydı Mahsun geçen hafta liseye başlayacaktı.

Belki de OHAL KHK’leriyle öğretmenleri açığa alınmış hatta Eğitim Sen’li diye tutuklanmış okulunda, 15 Temmuz demokrasi ve şehitler anması için hazırlanmış videoyu izleyecek, dağıtılan broşürleri, ‘asil ve temiz kanla sulanmış vatan’ ifadeleri içeren şehitlik andıyla karşılayacak ve ‘15 Temmuz Darbe Girişimini’ konu alan bir kompozisyon yazması kendisinden istenecekti.

Öyle de olmadı, bir aydır yoğun bakımda olan Mahsun’un gücü tükendi, pazar günü diğer 33 çocuğun yanında toprağa verildi.

34 çocuk mezarını bir çırpıda yan yana tahayyül etmeyi asla beceremeyen, yükümlü olduğu insani tanıklık görevinden çoktan feragat etmiş, her gün ölüm sağanağına tutulmuş, asıl darbecilerin devletin üst kadrosunda 2.5 aydır korunduğu ‘kitlesel tasfiye-tutuklama’ ülkesinde...

Mahsun’u biz de eğer ‘Antep saldırısında son kayıp’ haberini görebildiysek merak edip örgü montuyla çekilmiş bir fotoğrafına rastlayabilirdik...

Ve babasının “hayat dolu bir çocuktu” dediği onu, çocuk ve kadına çullanan karanlığı tüm mekânlarda en ilkel ve gerici formlarıyla büyütürken, sürekli şiddet, çatışma, saldırı alanı halini alan hayattan kopup gittiğinde tanıyabilirdik.

Tabii ki Mahsun, IŞİD’in güvenli örgütlenme merkezi Antep’te 14 yaşındaki başka bir çocuğun gövdesine bombalar sarıldıktan sonra sevdiği Messi formasını giyip o sokağa ve 34’ü çocuk 57 kişinin üzerine doğru salındığını da öğrenememişti.

Zaten duvarlarına yapışmış can parçaları, çocuklarından geriye kalanın tespit edilmesi günlerce bekleyen aileleriyle Akdere Mahallesi ülke gündeminden hızla çıkmıştı.

Ayrıca Türkiye, Antep’te küle ve ateşe dönen 34 çocuğun katlini mutat ‘anonim bir terör saldırısı’ gibi serinkanlı karşılamıştı.

Tıpkı Meclisteki araştırma önergeleri siyasi iktidar ve MHP oylarıyla reddedilen Suruç ve Ankara Gar Katliamı gibi günler, aylar önce üst üste gelen onlarca ihbar, istihbarat ve SGK kartlı canlı bombaların, IŞİD emiri yönetiminde sınır içi- dışı hareket serbestliğini sorgulanmamış.

Bu kez de terör saldırısının ‘teknik ayrıntısı’ 34 Kürt çocuk olmuştu...

Oysa gündelik hayat o özel güvenlikle kuşatılmış yüksek duvarlı yaşam alanlarında bile Akdere Mahallesi gibi ‘tekinsiz/tedirgin mekâna’ dönüşürken suskunlukla müsaade ettiğimiz bütün ‘öngörülmez’ fenalıklar her çocuğun gölgesi kadar yakınına gelmişti…

Görmeliydik ki, geçen yıl 10 Ekim’de Ankara Gar patlamasında babası İbrahim Atılgan’la birlikte katledilen, havalar soğuyunca yeni montunu giyemeyen 9 yaşındaki Veysel ile 19 Eylül’de okuluna başlayamayan Mahsun Nas, son bir yılda çocukları parça parça dağıtarak kendini kuran ‘şiddetin doruk tarihçesinde’ buluşmuştu.

Diyarbakır’da PKK saldırısında babasıyla hayatını kaybeden 5 yaşındaki Hüseyin Utku Gülbahar da zamanın sarartacağı bir fotoğrafta kalmıştı.

Çocukla bomba arasındaki mesafeyi çoktan sıfırladığımız yere varmıştık. Peki Antep’teki bu Ortadoğu model vahşi saldırının akabinde ne mi olmuştu?

23 Ağustos’ta başlatılan Fırat Kalkanı Harekâtıyla TSK ve vekil gücü ÖSO ile 14 saatte Cerablus’a inilmiş, binlerce kilometre kare alan ele geçirilmiş, yüzlerce hedef vurulmuş.

Türkiye’nin gerçek ‘hedefinin’ Halep, Musul hatta Rakka’yı kapsayan geniş haritada IŞİD temizliği adına Suriye’nin derinliklerinde kalıcı savaşmak olduğu anlaşılmıştı.

Ve bugün emperyal sistem, Suriye’de en yeni savaş konseptine uygun ‘asıl’ orduların birbirlerine doğru hızla yaklaşmasını sabırsızlıkla bekliyordu...