İçinde Tanrı, kokain, sosyalizm, sınıf çatışması, ezilenlerin hayalleri geçen, bir tarafı kırık dökük, diğer tarafı ‘10 numara’ hikâye. Biraz Simon Kuper’in klişesi: Futbol sadece futbol değildir! Başka açıdan, tam da ona yakışan bir söz: O hayatını kaybetmedi, hayat onu kaybetti.

1978’de Arjantin’in oynadığı futbol Türkiye’de de soluksuz izleniyordu. Televizyon evlere yeni giriyordu. Dünya kupası da kolektif bir ruh haliydi. Kahvehaneler, birahaneler doluydu. Arjantin’in vurduğu gol oluyor, her golde biralar tazeleniyordu.

“Çek bir bira daha; Arjantin gibi büyük olsun. Velhasıl biranın vergisi düşük, Mario Kempes yıldız olunca Arjantin dünyada şampiyon, Türkiye’de bira markası oldu. Büyük biraya Türkiye’de ‘Arjantin’ denmesi bundan. 1978’deki siyah-beyaz coşku, esas sürprizi Diego Armando Maradona ile renkli hazırlıyordu.

Arjantin, sadece faşist cuntalar, gökten yağan cesetler, helikopterden atılan insanlar ile değil ‘renkli’ öykülerle de anılıyorsa, bunda Maradona’nın payı büyüktür. Portekizli diktatör Antonio de Oliveira Salazar, 3F diyordu; “Ben bu ülkeyi, ‘fado’, ‘fiesta’, ‘futbol’ ile yönettim.”

Maradona, az gelişmiş ülke formülüne uygun bir mücevherdi. Başkent Buenos Aires, kent yoksulluğu ve derin çelişkilerin fotoğrafı, her dönem sınıf uçurumunun dili oldu. ‘O mücevher’ başkente, lüks binaların gölgesi düşen, yöneticiler tarafından çöplüğe çevrilmiş mahallede 9 yaşında bulundu.

7 kardeşi vardı. Yoksul aileyi, öz yaşamından biliyordu. Bunu, ‘meşin yuvarlak’tan kazandığı servete gönderme ile anımsatıyordu: “Futbolcular, sürekli üzerimizdeki baskıdan yakınırız. Baskı, ancak evlerine 5 peso getirip çocuklarını geçindiremeyen insanlarda olur.”

Argentinos Juniors takımının yıldız karmasında oynarken, devre araları daha keyifliydi. Çünkü o hiç durmadan ve vücudunun her yeriyle top sektiriyor cambazlık yapıyordu. 1981’de Maradona efsanesi Boca Juniors ile tam da ona uygun başladı.

Boca, yoksulluk ama dayanışmaydı. River Plate ise burjuvazi, şatafat ve küçümseme. Aslında iki kulüp de la Boca’da ortaya çıkmıştı. Ancak River Plate 1935’te sermayeyle bağ kurdu. 1935’te, El Monumental Stadı inşaatına başladı, merkezini Nunez’e taşıdı. Yoksul mahalle ve halk ile bağları koptu. Bir ‘zenginler kulübü’ olmuştu.

Boca-River Plate dünyanın en büyük derbilerinden. Maç günü, bir işadamı kırmızı-beyaz River forması ile ofisinde oturuyor, genç bir işçi ise sırtındaki yükü indirdikten sonra, sarı-lacivert Boca formasını temizliyordu. Aynı atmosferde farklı yaşamlardı. Sonra ‘10 numara’ başlama vuruşunu yapıyordu.

Çıktığı yeri unutan River Plate taraftarı, Boca’lılara “Nehrin taşıdığı çöp kokan çocuklar” diyordu. Karşılığını çabuk alıyorlardı: “Çöp kokmak, ikiyüzlü bir zengin olmaktan iyidir.”

İtalya Napoli de Buenos Aires gibi çelişkilerle doluydu. Aynı yerde, bir işçi elinden çıkan değerindeki çanta, varlıklı bir kadının omuzundan altın zincirle akıyordu. Maradona, Napoli’de de yoksulluğun, işçinin tarafını simgeledi. Bu, futbolla unutulmaz dansı ve Napoli’ye kazandırdığı başarılar kadar iz bıraktı.

Futbol zaman zaman başka bir şeydi! Maradona top ile milliyetçiliğin bile aşılmasını sağlamıştı. 90 Dünya Kupası’ndaki yarı final, Napoli’de İtalya ve Arjantin arasındaydı. Maç öncesi Maradona, 60 yıl sonra şampiyonluk hediye ettiği Napoli taraftarından akıl almaz bir istekte bulundu:

“364 gün İtalyansınız. Bir gün Arjantinli olun, bizi destekleyin. Maç sonrası basın; “Keşke yarı final İtalya’da oynanmasaydı” diye yazdı. İtalyanlar, Diego’nun hatırını kırmamış, Arjantin’i finale taşımıştı.

Yaşı müsait olanlar, 86 Dünya Kupası çeyrek finalini, tadıyla, kokusuyla, sıcak havanın nemiyle hatırlar. Maradona, ilk golde Tanrı’nın eli, 6 İngiliz oyuncuyu çalımlayıp ‘fileleri havalandırdığında’ 100 yılın yeteneği olmuştu. İlk gol aslında dünyada atılmış en adil gollerdendi.

Hayır, işgal etmedi; Arjantin, 2 Nisan 1982’de Falkland Adası’na çıkarma yaptı. Tarih ve soykırımın ödeşmesiydi. 1833’te İngilizler Arjantinlileri yok ederek adayı ele geçirmişlerdi. 1982’de Amerika ve Avrupa, İngiltere’yi silahla donatıp bir kez daha Arjantin’in adadan kovulmasına imkân verdi. Tanrı’nın eli de aslında 4 yıl önceki Falkland’ın intikamıydı.

Maradona ne kadar sevildi? Cevap, Boca Juniors’un stadı, La Bombonera’nın girişinde: “Boca dinim, Maradona Tanrım, La Bombonera mabedimdir.” Türkiye’deki sevgisi biraz eski yıllara özlemidir. Muhalif kesim ölümünün üzüntüsünü derinden hissetti. Neredeyse onun üzerinden bile kutuplaşma olacaktı. Ama buna ‘Maradona ruhu’ izin vermedi. Yoksul mahalle aralarında, mavi-beyaz, 10 numara çubuklu forma hayali canlandı. Herkes Maradona olduğunu ve Maradona aşkı taşıdığını anımsadı.

Ölmedi. Şimdi herkesin içinde kalan, o top cambazı, yoksulluğu bilen şımarık çocuk, Che Guevara’ya selam götürdü.