İbrahim Varlı “Aziz Nesin mi dedi?” diye mesaj attı. Hepimiz telefonlarımıza gömülmüştük. Ben Google’da Demeter’e bakıyordum, “hasat tanrıçası”. “Antik Yunan’da siyah insanlar var mıydı?” dedim, “Antik Yunan’da tanrı var mıydı?” dedi Dilara. Komik olmadığı halde kahkahalarla güldük.

Durum o kadar akıldışıydı ki Mavigökçülerin en saçma teoriler bile mantıklı geliyordu. “Uzay bakterisi” tezi son ana kadar devam etti. Bazıları da Camların yer kabuğunun altındaki bir elementin hava ile teması sonucu çıktığını söyledi. Bu elementin ne olduğunu anlatan tamamı uydurma bir sürü yazı ve görüntü türedi. Canlı yayın ise fırsatçı zenginler tarafından tertiplenmişti. Tüm bu iddialar basit sorulara bile yanıt veremiyordu: Peki bu Camlar nasıl bir anda dünyanın her yerinde ortaya çıkmışlardı? Bunlar bakteri veya kimyasal tepkimeyse, çevrelerine yaklaşılamamasının nedeni neydi? Öte yandan, yerel ulusal, dijital karasal bütün tv’lerde aynı anda yayın yapmak nasıl mümkün olabilirdi?

Demeter’in görüntüsü tüm pikselleriyle incelendi. Demeter sayesinde herkes Yunan Mitolojisi uzmanı oldu.

Demeter’in Aziz Nesin dediği kesinleşince Türkiye’deki en dindar insanlar bile bir Türk’ün uzaylıların diline dolanmasından gurur duyar gibi oldular. Dünya medyası Aziz Nesin’e odaklandı. Sosyalist, muhalif bir mizah yazarı olması küresel medyanın görmek istemediği niteliklerdi ama “Salman Rushdie’nin Şeytan Ayetleri kitabını çeviren ilk Müslüman” cümlesi (doğru olmasa da) dünya medyasının tam aradığı şeydi. Böylece Rushdie ve kitabı da tekrar meşhur oldu. Ali Nesin “Bu Kemalistlerin işidir” diyerek krizi fırsata çevirdi. Aziz Nesin’in sözlerinin orijinalliği de yoktu bu arada. Geçmişte aynı sözü söylemiş binlerce kişi arşivlerden çıktı ama içlerinden neden o seçildi, kimse bilemedi.

Ateizm hızla yükseldi ve bu karşı tepkiyi de doğurdu. Camları Tanrı olarak gören yeni dinler türedi. Bazı bilgiç kişiler “Nihayet AKP seçmeninden kurtulacağız” dediler; aptal %60’ın AKP’liler olduğuna emindiler, “Yoksa neden Aziz Nesin’e atıf yapılsın ki?” diyorlardı. Dünyanın her yerinde, kendilerini zeki ve üstün gören insanlar mutluluklarını ifade ettiler ama en coşkulu konuşmalar yapanların bile sırtlarındaki ürpertiyi hissedebiliyordunuz: “Ya ben o kadar zeki değilsem?” Zeka geliştirdiğine inanılan gıdalara talep patladı. Pazarcılar her şeyi “zihin açar” diye satmaya başladılar. Okumanın zeka geliştirdiğini duyan anne babalar çocuklarına sabaha kadar kitap okudular, Selçuk Şirin’in projesinin adı “1 Milyar Kitap” olarak değişti.

Bir başka tartışma “aptal” sözcüğü üzerineydi. Aptalın karşıtı zeki olmak değil, bilge olmaktı. Bilgelik, akıl ve zeka kavramları arasındaki farkı tartışan binlerce program yapıldı. Aptal olduğunu sanan pek çok insan, kendini kasmadan yıl sonunun gelmesini beklemeye başladı. Sanırım dünya nüfusunun en az yüzde altmışı tüm bunların bir palavra olduğunu düşünüp, gündelik hayatına devam etmek istiyordu. Bu durum Mavigökçülerin umut veren tezlerini daha da güçlendirdi, Mavigökçülere inanırsak mutlu oluyorduk. En iyisi teslim olmaktı. İnsanlık yıl sonunda gireceği bir sınava hazırlanıyordu ve çoğumuz tembel öğrenciler gibi sınav tarihi yaklaştıkça daha da pervasızlaşıyorduk. Çocuklar bunalıma girmesin diye akla gelmeyecek şaklabanlıklar yapıldı. Bir yandan da bu felaket gerçekleşirse ne yapılması gerektiğini anlatan programlar çıkıyordu. Beş milyar insan nasıl yok olacaktı? Bunca ceset nereye konulurdu? Kalanları neler bekliyordu? Bu sorular bahis sitelerini de coşturdu, ben bile gazete tayfasıyla “kim gider kim kalır” oynuyordum.

Demeter’den birkaç hafta sonra cinnet katliamları önü alınamaz hale geldi. Belirli bir terör örgütünün öngörülebilir eylemleri değil, kafayı yemiş bireylerin aniden yaptığı katliamlar. Dünyanın her yerinde delirmiş insanlar bombalar patlatıyor, halka ateş açıyordu. “Polise tam yetki” kanunları çıktı. Polisler şüpheli gördükleri herkesi alnından vurmaya başladı.

Bankacılık sistemi çökmesine rağmen üretim ve dağıtım devlet zoruyla devam etti. Dünyanın tüm borsacıları, finansçıları ve beyaz yakalı şirket personelinin çoğunluğu işsiz kaldı ama çarklar durmadı. Marx ve Proudhon, Graeber’in şerefine şampanya patlattı.

İnsanlar bir anda çok dindar oluyor, bir anda büsbütün sapıtıyordu. Tecavüz yaygınlaştı. Erkeklerin hali içler acısıydı. Kentin basıncından kaçmak için gazeteden ayrıldım, külüstür arabamı satın alacak bir enayi buldum. Yaz aylarını Simge ve küçük kızı Ayşe ile Midilli’de geçirdik. Burası erkek şiddetine karşı en korunaklı yer gibi geldi. Kendimizden çok Ayşe’yi korumak istiyorduk, ah Ayşe... Turuncu ışıkların altında yüzerek, yaşadığımız belki son yazın tadını çıkardık. Sonra berbat şeyler oldu ve Simge geçen ay intihar etti, sadece kendime engel olabildim. Bunları yazsam roman olur, yaşarsam belki yazarım.

Şimdi yine Moda, Hacı Ahmet Bey Sokak’tayım. Haftalardır son dakikalar için bir şarkı düşünüyordum, yüzlerce seçenek arasında Manic Street Preachers’ın Motorcycle Emptiness’ine karar verdim, anne babam ben küçükken her yeni yıla bu şarkıyla girerdi, gözlerim gibi toz mavi günler... Yıllardır yüzünü görmediğim Kanada’daki babam az önce “Hayatım” diye bir mesaj attı. Arayacak yüzü yok, acaba telefonundaki tüm kadınlara attığı toplu bir mesaj mıydı bu? Cevap vermeyi düşünmedim bile... Masamda hiç okumadığım onlarca kitap, yarım bir rakı kadehi ve laptopum var. Londra saatiyle yeni yıla girmemize beş dakika kaldı. Ekrandaki küçük pencerede Youtube açık ve Cüneyt Özdemir canlı yayında şakalar yapıyor. Şu anda dahi Whatsapp’dan komik mesaj atanlar var. Sahildeki CHP mitinginde, İzmir’in Dağları’nın tekno versiyonu başladı. Bir yandan da salavat sesleri, havai fişek mi bomba mı olduğunu anlayamadığım patlamalar...

Kimin hayatı oldum, kim benim hayatım oldu? Otuz iki yıldır bir aptallığı yaşıyorum. Japonlar, Çinliler, bunca zeki insan varken bana sıra gelmeyeceğinin farkındayım, bu sınavdan da çakacağım. Pencereden soğuk bir esinti ve isli bir hava geliyor. Rakı çok güzel. Kulaklığımı takıp, klavyeye son sözlerimi yazıyorum. Her şey affedildi.

“Under neon loneliness, motorcycle emptiness... Life lies a slow suicide” (haftaya son bölüm)