Küresel Kalkınma Merkezi’nin araştırmasına göre, Rusya’nın Ukrayna işgali 40 milyon kişiyi aşırı yoksulluğa sürükleyecek. Bu nedenle hükümetlerin ve uluslararası örgütlerin çabucak harekete geçmesi gerekiyor.

40 milyon kişiyi açlık bekliyor

Kuşkusuz ki bir savaşın en endişe yaratan yanı insani kayıplardır. Bunun yanı sıra üretimin aksaması; tedarik zincirlerinin kesintiye uğraması, özellikle savaş içerisinde bulunan ülkelerden mal sevkiyatının durması; bunlara tepki olarak dış ticarette korumacılık eğiliminin güçlenmesi ve bugün tanık olduğumuz gibi emtia fiyatlarındaki keskin sıçramalar yaşanması yaygındır. Finansallaşmış kapitalizmde yükselen enflasyon ve artan oynaklık da spekülasyon eğilimini körükler. Özellikle gıda ürünlerinde sade vatandaşların dahi panikle ürün stoklamaya çalışması, fiyatları daha da tırmandırır.


Daha önceki yazılarımızda da vurguladığımız gibi, savaşın tarafları Rusya ve Ukrayna; buğday, paladyum, gübre, mısır, nikel, platin, altın, demir cevheri, bakır, alüminyum ve çinkoda önemli ihracatçılar. Bugünkü yazımızda, özellikle yoksul ülkelerde halkın beslenmesini doğrudan etkileyen, bazı yerlerde açlık tehlikesi yaratan gıda fiyatlarındaki tehlikeli yükseliş üzerinde duracağız.

GIDA FİYATLARINDA KESKİN ARTIŞ

The Economist dergisinin gıda endeksine göre, dolar bazında gıda fiyatları son 1 yılda yüzde 30,7, son 1 ayda yüzde 5,9 artmış durumda. Tabii Türkiye gibi yerel paranın dolar karşısında şiddetle değer yitirdiği ülkelerde gıda enflasyonu halkın yaşamını daha da olumsuz etkiliyor.

Rusya ve Ukrayna birlikte dünya ihracatında buğdayda üçte bir, mısırda beşte birlik paya sahipler. Ayçiçek yağı ihracatında ise bu oran, Ukrayna ağırlıklı yüzde 80’e kadar ulaşıyor. Normal zamanlarda Ukrayna’nın hububat ihracatının yüzde 90’ı Azak Denizi üzerinden Karadeniz limanlarından gerçekleştiriliyor.
Lübnan buğday tüketiminin yüzde 50’sini Ukrayna’dan temin ediyor. Bu oran Libya’da yüzde 43’e, Yemen’de yüzde 22’ye ve Bangladeş’te yüzde 21’e varıyor. Dünyanın en büyük buğday ithalatçısı Mısır gereksiniminin yüzde 86’sını, Türkiye ise yüzde 75’ini Rusya ve Ukrayna’dan sağlıyor. Çin ise mısır ithalatında üçte bir oranında Ukrayna’ya bağımlı. Bu sayede halkın protein gereksiniminde önemli yer tutan domuz sürülerini besleyebiliyor.

Şimdiden Lübnan, Yemen gibi ülkelerde raflar boşalmış, ekmek fiyatları tavan yapmış durumda. Halk temel gıda ürünlerini bile tedarik etmekte büyük güçlük çekiyor.

ORTADOĞU’DA ŞİMDİDEN GIDA KRİZİ BAŞGÖSTERDİ

Bilindiği gibi gıda ürünleri yoksul ülkelerde tüketim harcamaları içerisinde daha yüksek bir ağırlık taşır. Örneğin, Hindistan’da gıda tüketim sepetinin yaklaşık yarısını gıda harcamaları oluşturuyor. Bu oran Filipinler, Çin ve Rusya’da yüzde 30’un üzerinde. Avrupa ülkelerinde yüzde 10-15 aralığında, ABD’de ise yüzde 8 civarında. Türkiye’ye gelince, anlaşılmaz biçimde 2022’de yüzde 29,42’den yüzde 25,32’ye çekildi.

Ek olarak, bir ülkede farklı gelir düzeyleri, yani sınıf konumları açısından bakınca da gıda harcamalarının ağırlığının değiştiği gözlemleniyor. Varlıklı kesimlerin toplam bütçelerinde gıda masrafları sınırlı yer tutarken, yoksul kesimlerde çok daha yüksek bir orana ulaşıyor. Diğer bir ifadeyle, gıda, konut ve ulaşım zorunlu harcamaları oluşturduğu için, bu üç kalemin toplam bütçe içindeki payı arttıkça, dar gelirli kesimler zorunlu olarak diğer kalemlerden; giyim, eğlence, eğitim, sağlıktan kısmak zorunda kalıyor. İyice yoksul ülkelerde ise gıda fiyatlarındaki artışlar, eksik beslenme, hatta açlığa yol açabiliyor.

YOKSUL ÜLKELERDE AÇLIK KAPIDA

Küresel Kalkınma Merkezi’nin (Center for Global Development) bir araştırmasına göre, Rusya’nın Ukrayna işgali 40 milyon kişiyi aşırı yoksulluğa sürükleyecek. Bu nedenle hükümetlerin ve uluslararası örgütlerin çabucak harekete geçmesi gerekiyor. Ayrıca, yaşanan gıda krizi, AB ve ABD’nin az gelişmiş ülkelerin gıda güvenliğini baltalayan tarım politikalarını gözden geçirmesi için bir fırsat kabul edilmeli.

Bulgular, gıda fiyatlarının 2007’de 115 milyon kişinin, 2010’da 44 milyon kişinin aşırı yoksulluğa düşmesine neden olan düzeyleri çoktan aştığına işaret ediyor. Çiftçiler yüksek ürün fiyatlarından yararlansa da, girdi fiyatlarındaki yükselişler, özellikle gübre ve enerji maliyetlerindeki büyük artış bu kazançları büyük ölçüde silecek. Önümüzdeki dönemde küresel iklim krizi kaynaklı tarım üretimi düşüşleri de şimdiden önlem almayı gerektiriyor.

İlk elden, Rusya ve Ukrayna’dan alım yapan, kişi başına yıllık buğday ve mısır ithalatı 50 kilogramı geçen 24 yoksul ülkeye yardım eli uzatmak zorunlu. Ayni gıda yardımları, yiyecek kuponları, nakdi destekler ve okullarda yemek çıkartılması yollarıyla da destek sağlamak olanaklı.

Dünya Gıda Programı, 32 ülkede gıda güvenliği programlarının yeterli fonları bulunmadığı konusunda uyarıyor. AB 2021’de kendi çiftçilerine yılda 185 milyar dolar sübvansiyon sağladı. Bu tüm küresel yardım bütçesi 161 milyar doları aşıyor. ABD ise gıda yardımlarının kendi mahsulünden sağlanmasını şart koşuyor. Taşımacılıkta da ağırlıkla kendi gemilerini kullanıyor. Bütün bunlar maliyetleri yükseltiyor. Zengin ülkelerin büyük tarım subvansiyonları, yoksul ülkelerdeki tarım üretimini baltalıyor, çoğunlukla kırdan kente göçleri tetikliyor (Ian Mitchell, Sam Hughes, Samuel Huckstep, Price Spike Caused by Ukraine War Will Push Over 40 million into Poverty).

KÜRESEL KARMAŞA DÖNEMİ Mİ GELİYOR?

The Guardian gazetesinde Rupert Russell, yükselen emtia fiyatlarının yeni bir küresel kargaşa döneminin kapısını aralayacağını düşünüyor.

Bu tahminine iki tarihsel dönemi kanıt olarak sunuyor. Birinci örnekte, 1973 Arap-İsrail Savaşı sonrası, Opec enerji kartelinin zaman içinde fiyatları dört kat artırması, devamında 1979 İran Devrimi fiyatları daha da sıçratıyor. ABD Merkez Bankası Fed Başkanı Volcker’ın enflasyonla mücadele amacıyla faizleri yüzde 20’ye kadar çıkarması, kabaran ithalat faturalarını dış borçla finanse eden ülkelerin dış borç krizine sürüklenmelerine yol açıyor. Bir iskambil kâğıdı gibi Peru, Brezilya, Arjantin, Meksika, Jamaica, Filipinler, Panama, Tunus, Haiti hükümetleri devriliyor. (Biz de Russell’ın gözden kaçırdığı 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’ni ekleyelim).

İkinci dalga, 2010’da orman yangınlarının Rus tarım alanlarına büyük zarar vermesi, spekülatörlerin ABD’deki iyi mahsule karşın fiyatları şişirmesi sonucu yükseliyor. Arap Baharı, Suriye ve Libya’daki ayaklanmalar gıda fiyatlarındaki yükselişe paralel patlak veriyor. Yüksek seyreden fiyatlar Putin’in Ukrayna’ya dönük planlarını hayata geçirmesini kolaylaştırırken, petro dolarlar Batı’daki emlak fiyatlarını yükseltip servet adaletsizliklerini derinleştiriyor.

Bugünkü yüksek emtia fiyatları Suudi Arabistan, İran, hatta Rusya’nın elini güçlendirirken ithalat faturası yükselen, ardından belki de yeni borç krizlerine sürüklenecek olan, yoksul halkı temel gıda gereksinimini bile sağlayamayan ülkelerde bir kez daha karmaşa, ayaklanmalar, hükümet değişiklikleri yaşanabilir.

Bu süreçte Türkiye’nin durumunu değerlendirmek için Necdet Oral’ın 22 Mart tarihli BirGün yazısına bakmanız yeterli. Ekim alanlarını daraltınca buğday gereksinimimizin yaklaşık yarısını ithal etmek zorunda kalıyoruz. Yılda 3,4 milyar dolar yağlı tohumlara ödüyoruz. Çiftçiye çok cüzi bir destek sağlarken, tarım ürünleri ithalatına bunun 2,5 katını ayırıyoruz. Bu para da çok uluslu tarım ve gıda şirketlerinin kasalarına giriyor. (Necdet Oral, Tarımsal İthalat, gıda güvencesini tehlikeye atıyor, 2021).

Öyleyse gıda egemenliği kavramını özümseyen, bu amaca ulaşmak için de gerekli politikaları hayata geçiren bir siyasi irade olmadıkça işimiz zor görünüyor.