40 yıl sonra 12 Eylül ve devrimci işçi mücadelesi

Feyyaz Kerimo - Yusuf Aydın - Süleyman Yağız

Türkiye, 12 Eylül faşist cuntasıyla birlikte tarihinin en karanlık günlerini yaşamaya başladı. Hedefinde Sol’un, sosyalistlerin ve devrimci hareketlerin olduğu bu karşı-devrim hareketi, bütün araçlarıyla ve bütün vahşetiyle saldırıya geçti. Faşist Cunta sokak infazları, kitlesel gözaltılar/tutuklamalar, faili meçhul cinayetler, işkence ve idamları devreye sokarak halkın devrimci güçlerinin direnişlerini kırmaya, susturmaya ve teslim almaya çalıştı. Devletin bütün kolluk kuvvetlerinin acımasızca gerçekleştirdikleri baskı ve şiddet, zamanla en geniş halk kesimlerine de yöneldi ve tüm ülke bir açık cezaevine dönüştürüldü.

Kitlelerdeki çaresizlik, korku ve yılgınlık, devrimci hareketlerin ardı ardına aldıkları darbelerle tüm topluma yayıldı. Kısaca, ülkemiz çok kritik ve farklı bir olağanüstü döneme girmişti. Devrimci Hareketimiz de, 12 Eylül koşullarında faşist cuntanın dizginsiz saldırılarıyla karşı karşıya kaldı. Merkezi düzeyde yenilen darbeler, tutuklamalar, işkenceler, idamlar sonucunda hareketimizin merkezi bütünlüklü yapısı ortadan kaldırıldı. İlişkileri dağınık, kopuk ve düzensiz olan geriye kalan otonom gruplar, birimler, mahalleler, şehirler, kırlar ve bölgelerdeki devrimciler, Cuntanın saldırılarını püskürtmek amacıyla bir yangın yerine dönüşen ülkenin dört bir yanında her şeye rağmen faşizme karşı mücadeleyi sürdürmeye ve direnişi örgütlemeye çalıştılar. Faşist Cuntaya karşı gerçekleştirdiğimiz bu mücadelede birçok yol arkadaşımızı kaybettik.

Avrupa’da Devrimci İşçi

Cuntanın baskıları sonucu binlerce ilerici-demokrat-devrimci insan ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Giderek siyasi nedenlerle ülkeden ayrılmak zorunda kalan büyük bir siyasi ilticaci kitlesi yurtdışında oluşmaya başladı. Bu nedenle 12 Eylül faşist Cuntası da boş durmayarak, bütün saldırı araçlarıyla yurt dışında da baskılarını hissettirdi. Devrimcilerin ülkeye teslimi için istihbarat servisleriyle düzenlenen işbirliği, ilticacıların etrafında oluşturulan muhbirler ağı/takibi ve dönem dönem devrimcilere yönelik suikastların düzenlenmesi gibi süreçler devreye sokuldu. İşte böylesi bir ortamda Devrimci Yol hareketinin Avrupa Devrimci İşçi örgütlenmesi, yurtdışında 12 Eylül Cuntasına karşı en kitlesel, aktif ve militan bir anti-faşist mücadele platformu olarak her alanda mücadele verdi. Siyasal nedenlerle yurtdışına çıkmak zorunda kalan devrimci yolcuların faşizme karşı ortak demokratik mücadele, dayanışma ve örgütlenme platformu oldu. Bir an bile durmadan, faşizme karşı mücadeleye yurt dışında da, kalınan yerden devam edildi. Böylece uzun süreli, sürekli eylemler dönemi başladı. Cuntanın ülkede iktidarı zorla ele geçirdiği 12 Eylül 1980 tarihinden itibaren yurtdışında bütün ülke ve sokaklarda faşizme karşı protestolar, mitingler ve yürüyüşler gerçekleştirildi. Cuntaya karşı öteki siyasal hareketlerle birlikte örgütlü bir direniş oluşturulması amacıyla FKBDC (Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi) ve yurtdışında da BİRKOM (Birlik Komitesi) oluşturuldu. Cuntanın teşhir edilmesi, işkence ve idamların durdurulması için sayısız açlık grevleri; Parti, Af Örgütü, Kilise işgalleri düzenlendi. Türkiye’yi yurtdışında temsil eden birçok kurumun önünde işkence ve idamları teşhir ve protesto eden eylemler gerçekleştirildi. Avrupa Kamuoyunun ülkedeki durumlar hakkında bilgilendirilmesi için medya alanında Türkei İnfo yanı sıra Demokrat Türkiye gazetesi yayın hayatına başladı. Bu militan ve meşru mücadele Devrimci İşçi’nin hızlı bir şekilde yurtdışında kitleselleşmesine yol açarken, 1980’li yılların ilk yarısında Demokrat Türkiye sayfalarında önce satır aralarında, daha sonra açıktan bir tartışma başlatıldı.

Sivil toplumculuk tartışmaları

Devrimci Hareketimizin merkezi bütünlüklü yapısının felce uğradığı ve faşist cunta tarafından gerçekleştirilen infazlar, kitlesel tutuklamalar, işkence ve idamlarla ağır darbeler yediği bir dönemde önüne koyduğu ‘’toparlanma süreci’’ her düzeyde devam etmekteydi. Bu süreçte Devrimci İşçi içinde başlatılan bir tartışma ile ‘’eski dönemin ideolojik-politik vb değerleri ile bugün bir arada bulunamayacağı ve bir şeyler yapılamayacağı’’ fikriyle yola çıkılmış; Marksizmin Devlet, Devrim tahlillerini; Toplum ve Tarihe bakış yöntemlerini sorgulayarak ‘’Marksizmin Krizi’’ne varılmıştı. ‘’Reel Sosyalist’’ ülkelerdeki tıkanma, dünya çapında Solun yenilgisi gibi nedenlerden dolayı Sol liberal düşünce akımının yükselişe geçtiği bir süreçte bu görüşler saflarımızda da taraftar buldu. Sonuçta, Marksizmin reddiyesi üzerine oturan ve Marksizm-Leninizmin geçerli bütün evrensel tezlerini bozma ve geçersiz kılma girişimlerine karşı Devrimci İşçi içinde köklü bir ideolojik-siyasal tartışma süreci yürütüldü. Bu sol liberal eğilim daha ileri giderek, Demirel-Özal çizgisinin demokrasi cephesinde olduğunu iddia etti ve kırlardaki mücadelenin aksine, şehirlerde sivil toplum örgütlenmelerinde mücadeleye ağırlık verilmesini savundu. Marksizmin iktidar perspektifi olan siyasal iktidarı ele geçirmede değil, bunun yerine toplumu ‘’dönüştürme’’ anlayışına yaslanan bir bakış açısı ikame edildi. Bize göre doğruluğu ülke pratiğinde sınanmış ve kanıtlanmış devrimci hareketimizin ideolojik-teorik-politik zemininden kalkarak bugünü açıklamak mümkündü. Bu yüzden bizim o dönemdeki mücadelemiz sadece devrimci hareketimizi ve onun görüşlerini değil; aynı zamanda devrimci dünya görüşünü -Marksizmi- ısrarla savunma ve ona sahip çıkma eylemiydi de. Nitekim uzun yıllar dünya çapında Solun güçsüzlüğü nedeniyle de Türkiye Solunda etkisini hissettiren bu sol liberal akım, bizden 25 yıl sonra bu defa ‘’Yetmez Ama Evet’’ tartışmalarında ortaya çıkacaktı. Devrimci İşçi külliyatına kısa bir dikkatli bakış bile, AKP rejimine soldan destek sağlayan bu tartışmaların öncülünün bizler tarafından derin ve yoğunluklu bir şekilde 80’li yılların ortalarında yapıldığını ve bu fikirlerin daha o dönemde mahkum edildiğini görecektir.

Yeniden Toparlanma Süreci

Tartışma süreci sonunda kendi fikirlerine kayda değer taraftar kitlesi bulamayan söz konusu bu sol liberal akım, Devrimci İşçi örgütlenmesinin egemen olduğu neredeyse bütün ülke ve şehirlerde yapılan demokratik kitle örgütlerinin seçimlerini kaybetti. Ancak ‘’sivil toplumcu’’ tezleri benimseyen Dİ’nin ileri gelen kadrolarının Devrimci İşçi’yi terk etmesiyle (sol liberalizme iltihak etmesiyle) örgütlenmede önemli bir kan kaybı yaşandı. Öte yandan hem FKBDC hem de BİRKOM henüz rüşeym halinde bulunurken içimizde başlatılan bu tartışma ile eşzamanlı olarak, hem Cephe ve BİRKOM’un dağılma süreci hızlandı, hem de Devrimci İşçi içinde bir saflaşma yaşandı. Açık faşist diktatörlüğün tüm baskı ve zulmüyle sürdüğü 80’li yılların ilk yarısında, Ortadoğu’dan ülkeye dönen arkadaşlarla ayrılık nedeniyle dayanışmanın zayıflaması, çatışmalarda arkadaşlarımızın katledilmesi, cezaevlerindeki akıl almaz baskı ve işkenceler, yakalanmalar, binlerce devrimcinin kalacağı barınak vb bir yığın sorun ve görevler, Devrimci İşçi içinde kalarak devrimci mücadelede ısrar eden sadece sınırlı bir devrimci ekip tarafından üstlenildi. Bu devrimciler, iğneyle kuyu kazar gibi bir yandan kitlesel anlamda yurtdışında Devrimci İşçi mücadelesini büyütmeye çalışırken; öte yandan da ülkedeki devrimcilerle dayanışma hareketini yeniden örgütledi. Devrimci İşçi’nin örgütlendiği tüm şehir ve ülkelerde (Stockholm’den Sydney ve Stuttgart’a, Paris'ten Amsterdam’a kadar en geniş çevrede) bu onurlu görevi layıkıyla yerine getirmek için gece gündüz hiç durmadan koşturarak mücadelenin gerekleri yerine getirildi.

Maddi, manevi, teknik vb her türlü siyasal dayanışma ülkedeki devrimci arkadaşlarla yeniden örgütlendi. Avrupa’ya yönelik faaliyetlilikler olmasına rağmen, genel olarak esas ağırlık, 12 Eylül faşizminin yarattığı ağır koşulların ortaya çıkardığı dayanışma görevleri ve mücadeleleri her zaman öncelikli oldu. Devrimci İşçi için bu, o dönemin tartışmasız ve vazgeçilmez bir zorunlu görevi olarak görüldü. Böylece ülkemizde Devrimci Yol hareketinin merkezi yapılanmasının ortadan kalktığı ve devrimcilere yönelik saldırıların hiç durmadan sürdürüldüğü koşullarda, Devrimci İşçi olarak yurtdışında dönemin özgün görevlerini yerine getirmek için yeniden bir mücadele ve sürekli eylemler süreci yaratıldı. En geniş, örgütlü ve kitlesel bir mücadele için merkezi yürüyüşler, açlık grevleri, işkence ve idamları protesto mitingleri, işgal eylemleri düzenlendi. Başta Mamak ve Diyarbakır olmak üzere cezaevlerindeki siyasi tutukluların mahkemelerine uluslararası heyetler gönderildi, her türlü maddi/manevi destekler örgütlendi, yaşamı tehlikede olan yüzlerce devrimcinin ve otonom grupların varlıklarını devam edebilmeleri için olanaklar yaratıldı, İnsan hakları kampanyaları ve binlerce insanın katıldığı konser ve geceler tertiplendi. 12 Eylül askeri faşist cuntası, Stockholm’dan Avustralya’ya uzanan büyük bir kampanyanın sonucunda bir Uluslararası Mahkemede (AKP’nin idaresindeki sahte ve göstermelik “mahkeme”den 25 yıl önce) uluslararası hukukçulardan oluşan bir jüri tarafından mahkum edildi. Vietnam savaşı döneminde yurt dışında gerçekleştirilen Russel Mahkemesi’ne benzer bir içerikle örgütlenen ve cuntanın işlediği bütün suçların, tanıklar ve mağdurların dinlenerek ortaya konulduğu Uluslararası Mahkeme, Devrimci İşçi mücadelesinin doruk noktasıdır. Çünkü Uluslararası Tribünalin almış olduğu kararın yankıları bütün dünya kamuoyunda etki yarattı. Öyle ki, Cuntanın başı Kenan Evren bile bir söyleşide, ‘’beni yurtdışında bir uluslararası mahkemede yargılayıp, mahkum etmişler’’ itirafında bulunmaya zorlanacaktı.

Öte yandan, Türkiye’de cezaevlerinden yeni çıkan arkadaşlarla birlikte daha sonra Demokrat dergisinin ve İşçilerin Sesi gazetelerinin çıkarılması için dayanışma gerçekleştirildi ve her anlamda destek sağlandı. Dolayısıyla Devrimci İşçi örgütlenmesi, 12 Eylül askeri faşist cuntasının yurtdışında Solu etkisizleştirme çabalarına karşı o dönemde ayakta kalmanın, direnmenin adıdır. Ülkede devrimciler zindanda işkence deyken, Avrupa’da hiç durmadan işgaller ve açlık grevleriyle faşizmin teşhir ve tecrit edildiği kampanyaların adresiydi. 12 Eylül anayasası ile oluşan faşist rejimi doğru analiz eden, önüne koyduğu dayanışma görevlerini gözünü bir an bile kırpmadan gerçekleştiren devrimcilerin vazgeçilmez platform uydu. Ülkede yaprak kımıldamaz iken, devrimcilerin atmak istedikleri en küçük adımları dahi en büyük ciddiyet ve özveriyle destekleyen dayanışma mücadelesini hayata geçiren militanların devrimci yoluydu. 80 ve 90’lı yıllarda ülkede örgütsel bir yapı olmadığı halde bir devrimci olarak ayakta kalabilmenin ve mücadele edebilmenin bilinçli ve ortak çabasıydı. 12 Eylül darbesiyle oluşturulan siyasal yapının temellerini köklü bir şekilde eleştiren, Solun önünde duran Sosyalizm, Kadın ve Çevre sorunu, Ulusal mesele, Enternasyonalizm gibi ideolojik-siyasal konularda daha o yıllarda fikirler ortaya koyan kollektif hafızanın bizzat kendisiydi. 12 Eylül askeri faşist cuntasına karşı yurtdışında mücadelenin gereklerini yerine getirirken Devrimci İşçi, hiç çekinmeden elini taşın altına koyanların ve örgütlü mücadeleye inanan devrimcilerin o günlerde yeniden marksizme sahip çıkma eylemiydi. Kısaca Devrimci İşçi, vicdanın sesiydi!