Zor zamanlar. Yani gerçekten zor. İnsanı ille de söylemesi gerektiğini, durmadan, yılmadan dile getirmesi gerektiğini bildiği şeyleri söylemekten yıldıracak kadar zor.

Ölümlerin, çatışma haberlerinin, linç girişimlerinin gündelik hayatta su içmek gibi, uyumak gibi yer bulabildiği, yadırganmadığı zor zamanlar.
İnsanlar, ki çocuklar dahil, beşer onar can verirken ‘barış’ demekten usanma lüksünün olmadığını bilsen de bu duygudan kaçamadığın zamanlar.

Dağlıca’dan anladıklarımı dökmek istiyorum sadece. Sonda varacağımı baştan söyleyeyim: Dağlıca’nın üç günü, ‘neden barışa muhtacız’ın da cevabıdır.

DAĞLICA. NEDEN?

Dağlıca olayını bir düşünelim, birkaç özet yatıyor bu elim olayda.

Şahsen üç haftadır görüyorum, arada bilgi geçenler oluyordu, ‘Dağlıca tamamen kuşatılmış durumda’ diye. Fakat bu yoğun gündemde olur, sıradan görürsün bazen böyle bilgileri. Demek ki sıradan gören yetkililer de varmış; kuşatmanın ortasına atılan askerler yaşamını yitirince anladık.

Uzun müddet yaşamını yitiren askerlerin sayısı açıklanmadı. ‘Şehitlere rahmet’ derken kaçına bilemedik. NEDEN? Çünkü Başbakan maç izliyordu ve pek keyifliydi. Üstüne kalırdı. Gizlenmeliydi.

Sonra açıklama yenilendi. Yine asker sayısı yoktu. Yerine bin çeşit askeri mühimmat hakkında bilgi, aldıkları zarar sıralanıyordu. Sayılara takıntımızdan değil, bir gencin yaşamı da yeteri kadar değerli, ama NEDEN? Çünkü Cumhurbaşkanı TV’de canlı yayındaydı. Algı oluşmasın. Çok incesin TSK.

Ertesi gün. Asker sayısı geldi. 16 dediler. Bu kez de saldırının saati yok. Her açıklamasında saat, yer bilgisi geçen Genelkurmay, burada istisna uygulamış. NEDEN? Çünkü Başbakan maçtayken bu olaydan haberdar mıydı, bile bile mi eğleniyordu diye şüphe oluşabilirdi. Biz bunu bilmeyelimdi.

Yani gencecik zorunlu asker çocuklar düşecekti belki de daha önce hiç adını duymadıkları bir yerde. Sonra bin bir politik detaya malzeme edileceklerdi. Verilen değer buydu.

DAĞLICA. FOTOKOPİ ÇİLLER

Dağlıca sonrası iki detay daha.

95 doğumlu çocuklar ölmüş. Cenazelerini dahi alamamışsın, sivil halk gidip getirmiş. Ama çıkıp “TEMİZLENECEKLER” diye hamasete, nutka devam ediyorsun. Aymazlığı geçelim hadi, ama en azından Ahmet Davutoğlu’ndan alınacak bir ibret varsa faydalanmadan geçmeyelim.

‘Akademisyen, bilge adam’ diye çıkılan yolda 95’li çocukların ölü bedenleri üzerinden hamaset yapan fotokopi bir Tansu Çiller’e nasıl dönüşülür dersi için teşekkür edelim ‘hoca’ya.

DAĞLICA. YİNE 400

Ve yine ölen asker sayısının uzun süre açıklanmadığı Dağlıca’da herkesi bir sayıya odaklanmaya zorladılar: 400.

Asker, PKK’li, sivil, kim ölürse ölsün, kim ne için feda ediliyorsa edilsin, kaç kişi yaralanmış, kaç kişi hayatını kaybetmiş olursa olsun hep aynı sayı gündeme oturuyor: 400.

Çünkü herkes ölüleri, yaralıları merak ediyorken ‘o’ çıkıp “Terörden rant elde ediyorlar. Yaptıkları şey bu. Eğer 400 milletvekili alabilecek veya anayasayı inşa edecek sayıyı bir siyasi parti yakalamış olsaydı, durum bugün çok farklı olurdu” diyebiliyor.

Üzerine takipçileri bu sözünü haber yapan gazeteyi dahi basabiliyor. Ama ne olursa olsun o 400, gündemin en tepesine çıkıyor. İstedikleri kadar gazete bassınlar değiştiremezler: Kastı olsa da olmasa da ‘her şey 400 için, ölüyorsanız 400 için, yaşıyorsanız 400 için’ algısını sözün sahibi her seferinde kendi yaratıyor.

DAĞLICA. KONFORLU KAHRAMANLIK

Ve ezber milliyetçileri. 90’lardaki ruh haline ve alışkanlıklarına dönmesi takribi yarım saat süren kullanışlı kitle.

Dağlıca sonrası tek merkezden karar almışçasına Kürt işçilere, HDP binalarına, Kürt illerine giden otobüslere saldırılara başladılar.

Polisin karışmayacağını, takip edenin, yasal kovuşturma yapanın çıkmayacağını bilerek, en savunmasız gördüğüne saldırmak. Yaşam alanına yakın, zahmetsiz, aylarca anlatıp anlatıp böbürlenebileceği ucuz, konforlu, korunaklı kahramanlık fırsatı. Bölücülüğün de zirvesi.

DAĞLICA. BARIŞ

Dağlıca. Patlatılan mayınlar. Ölen askerler. Başbakanın, Cumhurbaşkanının programına göre açıklama ayarlayan Genelkurmay. Aczi hamasetle örten Başbakan. 400’ü yine üstümüze fırlatan reis-i cumhur. Basılan bir gazete. Ucuz kahramanlık peşinde bölücülüğün alasını yapan çeşit çeşit güruh.

Özetle Dağlıca’nın anlattığı şudur; yaşamak istediğimiz ortam bu değilse barışa muhtacız. Her zamankinden de fazla.