Hedefe ulaşmak için her yol denenmelidir.”Nicolo Machiavelli’nin Hükümdar’ından, her daim tazeliğini koruyan bir söz.

“400 vekili verin bu iş huzur içinde çözülsün.”

Bu da Machiavelli’den 550 yıl sonra bir siyasetçinin ağzından çıkanlar.

Evet, Ağrı olayından bahsedeceğim. Son dönemlerin kutsal yolda mubah sayılan en kirli hamlelerinden biri.

Seçim şarkıları, adayların çıkıp kendilerini anlattığı TV programları, güzel sosyal medya tanıtım atakları, afişler, bayraklar... Her şey iyi güzel ama öte yanda seçim döneminin bambaşka bir boyutu var diye bas bas bağırıyor Ağrı olayı.

Bir başkanlık projesi var. 12 yıldır devlet kurumlarının tamamını domine ederek ördüğü yolun sonunda teklemeyi hiç mi hiç istemeyen, gözünü karartmış bir parti ve onun gücü kaybettiğinde başına gelecekleri çok iyi bilen reisi var.

Sandıkların kurulmasına 2 aydan kısa bir süre kalmışken Ağrı Diyadin’de yaşanan olay, “babyface” makyajlı seçim döneminin façalı gerçek yüzüyle karşımıza dikildiği bir vehametler silsilesi yarattı.

BirGün’ün dünkü manşeti konuyu bir yanıyla özetliyor aslında. Askere kör bir operasyon emri verildi. Bir PKK’li öldürüldü, askerler ise çoğu yaralı halde Tendürek’te mahsur kaldı. Ardından bölge halkı araya girerek yaralı erleri kurtardı. Buna karşılık da sivil Cezmi Budak katledildi. Selahattin Demirtaş olayı bu haliyle dillendirince başbakan tarafından yalanlandı. Genelkurmay ve olay anında çekilen görüntüler de Demirtaş’ı doğrulayıp başbakanı yalanladı.

TAZİYE EVİNDE MİTİNG HÜLYASI

Şimdi olayın kiri pası içinde ne görebildiğimize bakalım.

Olay sonrası en hızlı yaygınlık kazanan, ki benim de mantıklı bulduğum görüş; “Ağrı, HDP’nin barajı geçmesi halinde planlarının sekteye uğrayacağını bilen iktidar partisinin giriştiği bir provokasyondu.”

Hükümet cenahı da adeta bu görüşü doğrulamak için çaba sarfetti. Hemen “İşte görüyorsunuz muhalefet bu”, “Tabii ki sorumlular HDP ve teröre ses etmeyen CHP’dir”, “istikrarımızı bozmak isteyenlere sandıkta tokadımızı atalım”, “işte HDP’nin makyajı aktı, marjinalliği ortaya çıktı” açıklamaları yağdırdılar.

Başbakan, partisinin gençlik kolu toplantısına yaralı askerlerin selamını götürdü.

Nereden baksan bir “koşun koşun olayı oya tahvil edin” hali.

İkinci kısım da görüntülerin ortaya çıkmasıyla birlikte iktidar partisinin gösterdiği ilginç refleks. Neden askerimiz ve partimiz sorgulanıyor demeye başladılar. Dananın kuyruğunun koptuğu nokta sanırım.

İktidarın “Neden partimiz sorgulanıyor” diye sorma hakkı var mı acaba?

Çağlayan Adliyesi’ndeki “başarılı” operasyondan sonra?

Haftalardır muhalefetin tamamını terör destekçisi ilan ederek zemini bu denli kayganlaştırdıktan sonra?

Savcı Mehmet Kiraz’ın evinin önündeki mitingden sonra?

Ses sistemini kamyona yükleyip taziye evine muhalefeti kötülemeye gidenin “Neden bizi sorguluyorsunuz” diye sorma hakkı kalmış mıdır? Evin önündeki tekbirli mini seçim etkinliğine “bize yakışmaz, varsın üç beş oy eksik alalım” diyemeyenler Ağrı’da şüpheleri üzerine çekince neden şaşırır?

Ağrı olayının planlı bir provokasyon girişimi olduğunu düşünenler zaten planın devamını iktidarın Çağlayan tavrından çıkarıyor.

Ertesi gün atılmak üzere hazır bekletilen “Cumhurbaşkanımızın şehidin evinde Kuran okuduğu görüntüler sızdı,” manşetleri beliriyor insanların gözünde.

NEREYE KADAR?

Gözler kara, anladık. Peki şahsi ikbal uğruna yapılabileceklerin sınırı nedir? Ülkede seçime kadar rahat dolaşabileceğimiz güvenli bir nokta kalmış mıdır, yoksa tüm satıh operasyon bölgesi midir?

Bu ortamın sebebini isteyen istediği kadar görünmez “üst akıl”, “taşeron örgüt”, “karanlık dış mihrak” fenomenlerine yükleyebilir. Görünen başka bir şey; 400 vekil verin bu iş huzur içinde çözülsün diyenin o imkânsız 400 vekili alsa dahi huzuru asla vermeyeceği. Bugün 400 vekil, yarın ulaşmak için her yolu mubah sayacağı başka bir hedef.

Askerleri canları pahasına kurtarıp çatışmayı durduran Diyadinlilerin verdiği insani mesaj bir köşede... Ağrı’nın verdiği çok açık bir de siyasi mesaj var; huzurun teminatı 400’ü vermekte değil, 276’yı vermemekte.