Perşembe akşamı 41. İstanbul Film Festivali’nin açılışı var. Festivalin bu yılki Emek Ödülleri, bu ödülleri çok hak eden Gülsen Tuncer ve Meral Çetinkaya’ya verilecek. 2022 Tuncer-Ayça ailesinin ödül yılı olsa gerek. Çünkü Gülsen’in eşi yönetmen-senarist Engin Ayça da SİYAD’ın Onur Ödülü’nü aldı. Açılış Gecesi’nde bulunmak istememin bir nedeni de ödüllerini alırken Tuncer ve Çetinkaya ile aynı mekânda olmak...


Ne yazık ki, geçenlerde havaya uçma numaralarımdan birini de CRR’de yaptım (basamağı görmemişim) ve yere çakılmama dört hanım engel oldu. Dolayısıyla sol ayak bileğimin biraz dinlenmesinde fayda gördük. Festivalin basın toplantısına gidemedim. Ama ağlamaklı şekilde mazeret bildirdiğim Görgün Taner konuşmasında benim de hatırımı sormuş. Çok mutlu oldum. Ama beni asıl mutlu eden 41. İstanbul Film Festivali’nin programı oldu. Uluslararası ve Ulusal ile Ulusal Belgesel yarışmalarına ek olarak Kısa Film Yarışması’nın varlığı ve bu listelerin özenle hazırlanmış olması, yüz yüze geleceğimiz bu yılda daha da çok sevinç duymamızı sağladı.

Biliyorsunuz, böyle festivaller ve ödül törenlerinden önce konuyla ilgilenen kişilerden seçkiler istenmesi âdettendir. İnsanın eli-ayağına dolanır. Çünkü benden bu listelerdeki bazı filmler için çok hesap sorulmuşluğu vardır. Elbette okurlar tarafından. Fernando Eimbcke’nin 2008 yapımı filmi “Lake Tahoo” için “Neyini beğendiniz?” şeklinde öyle çok soruya muhatap olmuştum ki, sonunda hafiften hırlamaya bile başlamıştım.

YÖNETMEN ÖDÜLLÜ KERR

Bu yıla gelince, zaten küçük bir liste yapmıştım. O listedeki filmleri burada da tekrarlayayım. Ulusal Yarışma’dan Tayfun Pirselimoğlu’nun Antalya’da iki yönetmen ödülü alan filmi “Kerr”. Yıllar önce ayrıldığı kasabaya ölen babasının cenazesi için giden, pervasız bir katil ve kayıtsız insanlar arasında dönüşün kaçınılmazlığı duygusuyla mücadele eden sıradan bir adam üzerine... “Kerr”, yazar/yönetmen/ressam Pirselimoğlu’nun kitabının ardından gelmişti. Şimdi de İstanbul Concept Gallery’deki sergisi, filme eşlik ediyor.

Çok merak ettiğim bir film de, daha önce festivalde hayli filmini izlediğimiz, dünyaya, olup bitene ve insanlara tamamen kendine özgü bir bakışı olan Danimarkalı yönetmen Bent Hamer’in son film “Aracı / The Middle Man”. Filmin kahramanının görevi aracılık, yani Tanrı’nın terk ettiği bir Amerikan şehrinde halka bitmek bilmez kötü haberleri duyurmak. Hamer aynı zamanda Uluslararası Jüri’nin Başkanı. Kısaca “Yumurtalar”, “O’Horten” ve “Mutfak Hikâyeleri” diyelim.

KUTSAMA YENİDEN FESTİVALDE

Sevdiğimiz bir başka yönetmenin filmini de unutmuyoruz elbette. Terence Davies 31. Uluslararası İstanbul Film Festivali’ne gelmiş, açılış töreninde kendisine Sinema Onur Ödülü takdim edilmiş, biz de bu fırsattan yararlanarak filmlerini izlemiş, hatta kendisiyle söyleşi yapmıştık. Davies bu sefer İngiliz şair, yazar ve asker Siegfried Sassoon’un hikâyesini anlatan “Kutsama/Benediction” ile yeniden festivalde. Daha önce izlediğimiz “Distant Voices, Still Lives” ve özellikle “Zaman ve Şehre Dair/Time and the City”yi izleyip sevenlere…

41. İstanbul Sinema Festivali’nde “eski” filmler de var. Bir tanesi, 50’nci yılını kutlayan “The Godfather / Baba”. Tatsız bir Oscar gecesinin en unutulmaz çehreleri “Baba”nın yönetmeni Francis Ford Coppola, ile aktörlerinden Al Pacino ve Robert De Niro olmuştu. Sinemada görmeyi özleyenlere, ya da beyazperdede hiç görmemiş olanlara hararetle tavsiye ederiz. Aynı şey efsanevi yönetmen Sergio Leone’nin retrospektifi için de geçerli. Üstadın bütün filmleri gösterimde: “Rodos Canavarı” ve unutulmaz iki üçleme: Dolar Üçlemesi (Bir Avuç Dolar, Birkaç Dolar İçin, İyi Kötü ve Çirkin) ve Bir Zamanlar Üçlemesi (Bir Zamanlar Batıda, Yabandan Gelen Adam ve Bir Zamanlar Amerika’da).

Kısaca değineceğim iki filmi tavsiye ettiği için öncelikle Festival Direktörü Kerem Ayan’a teşekkür ederim. “İyi Patron / El buen patron” (Fernando León de Aranoa), şirketine mükemmeliyet ödülü verebilecek bir komitenin ziyaretini bekleyen sanayi terazileri imalatçısı Blanco’nun hikâyesi. Zaten çok iyi oyuncu olan Javier Bardem‘in belki de en iyi performansı deniyor. Bir de “Reims'e Dönüş (Kesitler) / Retour à Reims (Fragments)”. Jean-Gabriel Périot’nun filmi, 1950’lerin başlangıcından günümüze kadar Fransa işçi sınıfının mahrem ve siyasi hikâyesini anlatıyor. Berlinale’den iki ödülle gelen açılış filmi ”Rabiye Kurnaz George W. Bush'a Karşı / Rabiye Kurnaz gegen George W. Bush”un (yönetmen, Andreas Dresen) da unutmayalım. Filmin ödülleri oyuncu Meltem Kaplan ile senarist Laila Stieler’e ait.