16 Mart 1978’de İstanbul Üniversitesi Merkez Binası’ndan toplu halde çıkan devrimci öğrencilerin üzerine atılan bomba ile ardından gerçekleşen silahlı saldırı sonucunda 7 öğrencinin ölümü, onlarcasının da yaralanmasının üzerinden 43 yıl geçti. Katliamın sorumluları cezasız kaldı. BirGün’e konuşan katliamın tanıklarından Kangal, “Devrimci gençliği sindirmek için yaptılar” dedi.

43 yıldır karanlıkta

Dilan ESEN

DEVRİMCİLERE yönelik ülke tarihinin en kirli saldırılarından olan Beyazıt Katliamı’nın bugün 43’üncü yıldönümü. İstanbul Üniversitesi’nden 16 Mart 1978’de toplu çıkış yapan öğrencilerin üzerine faşistler tarafından atılan bomba ile silahlı saldırı sonucu 7 öğrenci hayatını kaybederken 40’tan fazlası da yaralandı. Ancak aradan geçen sürede aralarında Abdullah Çatlı’nın da olduğu sorumlular hesap vermedi, davanın üzeri de zamanaşımı ile örtüldü.

Katliamın tanıklarından Devrimci 78’liler Federasyonu’ndan Nejat Kangal ile katliamın ardından İstanbul Üniversitesi merkez binasının işgal edilmesinde rol oynayan Seyfi Öngider, 43 yıl önce yaşananları BirGün’e anlattı.

Katliamın yaşandığı dönemde hukuk fakültesi öğrencisi olan Kangal, 16 Mart’ta solun önünün kesilmek istendiğini söyledi. Kangal, o günleri şöyle anlattı: “Üniversitenin merkez binası, faşistlerin işgali altındaydı. 1 Mart 1978’de devrimciler merkez binaya gitmeye başladı. Toplu olarak gidilebiliyor, sürekli saldırıya uğruyorduk. 1 Mart’la 16 Mart arasında ‘15 gün geleceksiniz, 16’ncı gün gelemeyeceksiniz’ gibi tehditler söz konusuydu. Öğrencilerin üzerine bir yandan ateş açılıp bir yandan bombalar atıldı. Biz geldiğimizde orası kan gölüydü. Yaralılar ve ölüler vardı.”

TÜM ÜLKE DEVRİMCİLERİ DESTEKLEDİ

Kangal, şöyle devam etti: “İki şey daha da büyük olabilecek bir katliamı engellemişti. Bazı sınıflar erken çıkmıştı ve yağış nedeniyle onları karşılayacaklar gelmedi. Buna rağmen 7 kişinin öldüğü, 40’ın üzerinde yaralının olduğu bir olay yaşandı. Olayı duyan devrimci gruplardan insanlar oraya geldi. Amfilerde forumlar yapıldı. Daha sonra bir grup olarak merkez binanın arka kapısının zincirleri kırılarak içeri girildi. Buradaki polisler de binayı terk etti. Merkez bina o gece işgal edildi. Gece geç saatlere gelindiğinde merkez binanın bütün amfileri, bahçeleri dolmuştu. Sirkeci’deki adli tıp morguna doğru yürüyüş ve Sirkeci Meydanı’nda devasa bir miting yapıldı. Bu katliamı düzenleyenler özellikle devrimci hareketin o dönem için etkili, motor gücü diyebileceğim gençliği sindirmek için yapmışlardı ama 16 Mart’ın arkasından DİSK genel grev kararı aldı. İşçi sınıfı da devrimcilere sahip çıktı.”

16 Mart Katliamı’nın davasının yıllarca sürdüğünü anımsatan Kangal, “Deliller karartıldı, sanıklara uzun süre ulaşılamadı. Daha sonra ‘zamanaşımı’ diyerek kapatıldı. Bu 12 Eylül’e giden yoldaki katliamlar zincirinin adımlarından oldu. Arkasından Çorum ve Maraş Katliamı oldu. Taşları döşeyerek, cuntanın yolunu açtılar” diye konuştu. Kangal sözlerini şöyle noktaladı: “Bu katliamların bireysel olaylar sonucunda geliştiğini söylemek mümkün değil. Arka planında birtakım derin güçler olmadığını düşünmek mümkün değil.”

İstanbul Üniversitesi merkez binasının işgal edilmesinde rol oynayan Seyfi Öngider, işgale ilişkin şunları söyledi: “Katliamdan sonra biz merkez binayı kontrol altına aldık, tüm gece orada kaldık. Çeşitli amfilerde sabaha kadar tartışmalar yaptık. 16 Mart özellikle gençliğin antifaşist mücadelesi tarafından unutulmaması gereken bir dönüm noktası. O dönemde yapılan diğer büyük katliamlarla Maraş, Sivas, Çorum, Bahçelievler’le beraber düşünülmeli. Bu katliamlar o dönemde yükselen kitle mücadelesini bastırmak üzere faşistlerle devletin içinde işbirliği yapanların düzenlemiş olduğu katliamlardan biridir. Beyazıt’ta İstanbul Üniversitesi merkez binası o dönemin antifaşist mücadelesi bakımından ülkücü faşistlerin mutlaka ele geçirme, kontrol altına almak istedikleri bir odak durumundaydı. Bomba atılacağı varıncaya kadar haber gelmişti, kendimize göre tedbir almaya çalışıyorduk. Bu katliamdan sonra da faşist hareket Beyazıt bölgesine hâkim olamadı. Devrimci gençliğin mücadelesini tasfiye etmeye yetmedi.”

Öngider, şöyle devam etti: “Olayın ayrıntıları ve o ayrıntılarda ülkücülerin, bazı polislerin o bombayı sağlamak açısından nasıl devreye girildiği mahkeme zabıtlarında yer aldı. Buna rağmen cezalandırılan olmadı, dava bir şekilde zamanaşımına sokuldu.”

AKP-MHP KOALİSYONU HESAP SORAMAZ

Siyasal iktidarın durumunu da değerlendiren Öngider, şunları dile getirdi: “ “AKP hiçbir katliamla hesaplaşmadı. Bugün MHP ile Türkiye’yi yönetirken bu tür katliamlarla hesaplaşması, toplumun bunlarla yüzleşmesini ve bunların bir şekilde hesabının sorulmasını sağlamaya dönük bir biçimde hukuki, siyasi tutumlar alınması iktidar bloku tarafından mümkün değil. Bu tür katliamların sorumlularından hesap sorulmadı. Dolayısıyla bu yeni katliamların da önünü açtı. Bu tür katliamların hesabını sormadıktan sonra bir şekilde gündeme gelmeye devam edecek. Bunu AKP-MHP koalisyonundan beklemek mümkün değil. Bunu ancak katliamın mağduru durumundaki toplumsal güçlerin örgütlü, bilinçli mücadelesi sağlayabilir.”