Siyasi bir siyahtır kapkara yasakların koyucusu Saraylılar, her köşe başında. Hâkim cüppesindeki kadıdır, din kisvesindeki tarikattır, kapkara siyahlara bürünmüş siyasileridir. Son icraatları yine bir siyahî yasaktır.

Bugün 19 Aralık. Timur Soykan “Tarikat karanlığında henüz 6 yaşında” haberini yazalı 16 gün oldu. İmamoğlu’na siyaset yasağı getirilmesinin ise 5. günü… Evet, bugün 19 Aralık. Yani 44 yıl önceki 19 Aralık’ta başlayan Maraş Katliamını, son yaşadıklarımız bağlamında da hatırlama günü… Tarikatlara ses çıkarılamaması, Anayasaya başörtü takılmasının desteklenmesi, İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı yolunun açılması veya kapanması, Kılıçdaroğlu’nun şansının artması veya azalması, Kılıçdaroğlu Almanya’dayken Akşener’in İmamoğlu’nu kucaklaması mı önemli, yoksa Saraylıların niyetlerinin ne olduğunu artık göstere göstere ifşa etmesi mi çok daha önemli?

***

Maraş Katliamı da göstere göstere gelmişti. İlk sinyal 1978 Nisan ayında Malatya’da verilmiş, Eylül ayında Sivas’ta Alevilerin oturduğu mahalleler yakılıp yıkılmış, ardından 19 Aralık günü Milli Piyango bileti satıcısı kılığındaki 26 MİT elemanı Maraş’tayken sinemaya atılan bombayla, faşist yobazlar harekete geçmişti. “Kanımız Aksa da Zafer İslam’ın” ve “Müslüman Türkiye” sloganlarıyla sinemadakileri peşlerine takıp CHP il merkezini, TÖB-DER binasını tahrip etmişlerdi. 21 Aralık’ta iki solcu öğretmen öldürülmüş, ertesi gün yapılan cenaze törenine binlerce kişilik bir güruh “Komünistler Ulu Cami’yi yakıyor”, “Alevilere ölüm” diye saldırmış ve 23 Aralık günü vahşi bir toplu katliama başlamışlar ve üç gün boyunca cellâtlıklarını sürdürmüşlerdi. Yüzlerce insan hunharca katledilmiş, yüzlerce ev ve işyeri yakılıp yıkılmıştı. İşte faşizm tam da böyle bir şeydi. Kapıları omuzlayan, baltaları savuran, damlara pencerelere dinamitler fırlatan, katil sürülerinin karanlık gölgeleriydi. Cahil Ökkeş’e yirmi yıllık komşusunu kurşunlatan zalimlikti. Fazıl dedelerin, Güher ninelerin yanmış kömürleşmiş cesetleri üzerinde tepinmekti. Küfürdü. Ateş, kan ve ölüm, hep ölümdü. Gelin kadının karnındaki bebenin parçalanmasıydı. Yaşlı kadının, ailesi öldürüldükten sonra ırzına geçilmesi, defalarca ırzına geçilmesi ve sağ bırakılmasıydı. Fate’nin dört yaşındaki bebesinin dili dolanıp şahadet getiremedi diye beyninden kurşunlanmasıydı. Yetmiş beş yaşındaki Finey kadının din iman uğruna gözlerini tornavida ile oyması için Durdu’nun aklının çelinmesiydi. İsmi belirsiz bir yurttaşın karnına kazık çakılarak meçhul eşhas tarafından öldürülmesiydi. Bunlar ajitasyon değil! Bunlar gerçekler! Dönemin arşivlerinde rahatlıkla bulunabilir.

Aslında bu cümleleri katliamın yıldönümlerinde hep tekrarlarım. Çünkü o katliamın bilinmemesi, günümüzde tezgâhlananların içyüzünü görmemeye yol açar. Oysa tarikatların ve cümle Saraylıların niyetlerini, tarihe geçen o katliam sayfalarında okumaktayız. Ve aslında “onlar” da Maraş katliamı unutulmasın istiyorlar. Hoyratça “asacağız keseceğiz” diyenler bir yana… Laik yaşam tarzlarına ve çocukluk masumiyetlerine saldıran tarikatlar, Saray hükmünde yargı yapan kadılar niyetlerini hiç gizlemiyorlar.

Çünkü teslim olalım, biat edelim istiyorlar. Ama faşizme teslim olduktan sonra neler olduğunu pekâlâ biliyoruz. Nitekim 44 yıl önceki Maraş katliamdan hemen sonra Başbakan Ecevit her alanda teslim bayrağını çekmişti. Daha önce hesap soracağını söylediği kontrgerilla konusunda artık “Türkiye’de devletçe düzenlenmiş kontrgerilla denen bir örgüt yoktur” dahi diyordu. Ardından Ecevit eliyle faşistlerin istediği sıkıyönetim ilan edilmiş, sıkıyönetim altında yapılan seçim sonucunda ise CHP hükümetinin işi bitmişti. Ve ardından 12 Eylül darbesi… Veee…

***

Ve şimdi de meclis muhalefeti hâlâ “seçimler olacak ve Saraylılar gidecek” demekle yetiniyor. Faşizmin tıpış tıpış gitmesi mi mümkün yoksa kıtır kıtır kesmesi mi? Asıl cevap hangi ihtimale karşı tedbirli olunması gerektiğinde yatmıyor mu?

Peki, biz ne yapacağız? Tek kelimeyle “devrimcilik” yapacağız. Devrim illaki Çar’ın kışlık sarayına baskın yapıp yönetime el koymak tarzıyla gerçekleşmez. Devrimciler bulundukları her yerde, tarikatların “cemaatleşmesi” karşısında sosyalist bir “dayanışmanın” nüvelerini şimdiden oluşturmaya giriştiğinde, karanlık karşısında aydınlık için direndiğinde, devrim zaten yapılmaya başlamış demektir. Çünkü devrim yapmaya başlamak, siyahî yasaklara karşı özgürlük bayrağı altında derlenmek ve direnmektir. Şimdi o bayrak Sosyalist Güç Birliği’nin elindedir. Ve bu da bir niyet beyanıdır.