Mersin’de halk ekmek büfesi önünde sıra bekleyen yurttaşlarla konuştuk, ‘ekmek kavgasına’ tanık olduk. Sabahtan itibaren kuyrukta bekleyen bir yurttaş “Erken gelmezsek sıranın gerisinde kalırız” diyor.

5 ekmek, gölgelik bir de bank isteriz
Fotoğraf: BirGün

Abidin YAĞMUR

Yılmaz Güney’in “Soba, Pencere Camı ve 2 Ekmek İstiyoruz” romanından esinlenerek attık haberin başlığını. Yılmaz Güney o romanda, cezaevinin sabiler koğuşunda kalan çocukların isyan gerekçelerini böyle anlatıyordu: “Soba, pencere camı ve 2 ekmek istiyoruz.”

Bizim haberimizin geçtiği yer, cezaevi değil. Mersin… Kahramanlarımız çocuk değil. En genci 60’ını geçmiş olan emekliler, yaşlılık aylığı ya da dul aylığı ile geçinenler… Onları son 1 yıldır, Mersin Büyükşehir Belediyesi’nin halk ekmek büfeleri önünde görüyoruz. Büfelerde ekmek 1,5 TL, fırınlarda ise 4 TL. Arada büyük fark var. Onun için emekliler, yaşlılar, ‘dar ve sabit bir gelire’ sahip olan insanlar, halk ekmek büfelerinin önünde kuyruk oluyor. Mersin Büyükşehir Belediyesi’nin halk ekmek fabrikası eski, kapasitesi düşük. Günde 40 bin civarında ekmek üretiyor. Sadece Mersin merkezin nüfusu 1 milyon. Bu nüfusun dörtte biri ucuz ekmek talep etse bile, günde 250 bin ekmek ediyor. Haliyle ekmek yetmiyor. Büfelere günde 3 kez ekmek geliyor. Her büfeye 200 ila 400 arasında ekmek bırakılıyor. Ekmek sayısı az, talep eden çok olduğu için insanlar ekmeğin servis edileceği saatten çok önce kulübenin önünde sıraya giriyor.

‘SAAT 9’DA SIRAYA GİRDİM’

Sıcak bir temmuz günü Mezitli Kuyuluk kavşağındaki büfenin önündeyim, sabah saat 10.30. Ekmeğin gelmesine 1 saat var, büfenin önünde çoktan kuyruk oluşmuş. Sıranın en önündeki yaşlı erkek, “Saat 09.00’ı az geçiyordu, geldiğimde” diyor: “İlk ben geldim, burayı tuttum.”

Onun arkasındaki yaşlı erkek de erkenci. “Erken gelmezsek sıranın çok gerisinde kalırız” diyor. Peki, erken gelince ne oluyor? Yanıtı net: “Ekmek kalmaz gerilere düşersek!”

Şöyle devam ediyor: “Zaten üç tane veriyorlar. Bunu da yaz… Üç ekmek veriyorlar, yetmiyor ama mecbur giriyoruz sıraya. En azından beş ekmek yapsalar yaşlılara, emeklilere… Günde iki kere, üç kere sıraya girmesek…”

Üç adet sınırının kaldırılması, en azından beş adet olması talebi kuyruktaki diğer yaşlılardan da destek alıyor. “Yetmiyor tabii, yeter mi?” diyenler oluyor. Sabah sırasına girip üç ekmek alan öğlen sırasını da bekliyor. Neden mi? Üç ekmek daha almak için…

GÜNEŞİN ALTINDALAR

Gündemim sadece sayı sınırı değil. Mezitli’den bir okurumuz arayıp, güneşin altında, halk ekmek sırasında bekleyen bir emeklinin bayıldığını söylüyor. “Belki de beyin kanaması geçirdi” diyor ve ekliyor: “Bununla ilgili bir haber yapsanız.”

Bununla ilgili de sorular soruyorum, kuyruktaki yaşlılara. Olayı anlatmamla birlikte suskunluk oluyor, endişeli bakıyorlar. Sonra içlerinden biri, “Beyin kanaması da geçirir insan, kalp krizi de. Sıcağın altında ne olacak? Aha bak bir tek şu gölgelik var. Onun dışında bir şey yok. Millet ağacın altında, trafonun duvarının dibinde” ifadelerini kullanıyor.

Bir başkası destek veriyor: “Biz aslında Mezitli Belediyesi’ne söyledik. Buraya hiç olmazsa bir gölgelik koyun. Hani cenaze evlerine veriyorlar ya. Yazın sıcaktan kışın yağmurdan korur milleti.”

“Verdiler mi” diye soruyorum, gülüyor. “Bakalım” diyor: “Büyükşehir’e de söyledik ama daha ses yok.”

Arkalardan biri lafa giriyor: “Burası mesela” diyor: “Sabah gölge olur. O zaman kuyruğa giriyoruz sorun değil de öğlene doğru güneş vuruyor. Beyefendinin dediği gibi bir gölgelik koysalar…”

“Gölgelik istiyor vatandaş yaz” diye konuşuyor, bir başkası gülerek.. “Yazdın mı?”

“Yazdım amca.”

“Bir de 3 ekmek değil en az 5 ekmek olsun… Onu da yazdın mı?”

“Yazdım amca.”

Kuyruktaki yerini birine emanet etmiş olmalı, bir başkası yanımıza gelip ekliyor: “Çok şey değil ya, iki tane bank koysunlar şuraya. Bak zaten otobüs durağı var. İki tane bank… Ama gölgelik yok. Güneşin altında.”

10 DAKİKADA BİTEN EKMEK

O arada ekmek geliyor. Tamı tamına 240 adet. Büfe işletmecisi kadınların eli hızlı. Aynı zamanda titizler. Her para alışverişinde ellerini dezenfekte ediyorlar. Üçer ekmeği poşete öyle koyuyorlar. 10 dakika ya sürüyor ya sürmüyor. “Ekmek bitti” diyor işletmeci kadın. Büfenin dışında yaşlı bir kadın, elinde 10 lirası, “Bitti mi?” diyor, sesi titreyerek: “Kuyruktayız sabahtan beri.”

EKMEK YETMİYOR

İşletmeci kadın durumu anlatmaya çalışıyor. Kızanlar oluyor. “Vahap Seçer’e söyleyin doğru düzgün yapsın işini!”, “Daha ne yapsın abla, 1,5 liraya ekmek veriyor adam” diyor işletmeci kadın: “Ekmek 4 lira oldu, herkes ucuz ekmek almak istiyor. Yetmiyor. Olsa niye vermesin?”

Öfkeli yurttaş, pek dinlemiyor: “Yetecek kadar yapsınlar. Bu kadar insanı burada bekletiyorlar.” Yaşlıca bir erkek yanıma geliyor. Kulağıma fısıldıyor: “Yalan söylüyorlar. Ekmek var. Büfenin altına saklıyorlar. İnsanlar gidince kendi torpillilerine veriyorlar.”

Şaşırdığımı belli etmemeye çalışıyorum. “Olur mu öyle şey abi” diyoru: “Üç ekmek için torpil mi olur? Hem büfenin içindeydim ben. Gözümle gördüm, sıradaki insanlara verdiler ekmeği, ekmek mekmek kalmadı büfede.” İnanmıyor, ısrar ediyor. “CHP’li belediyeler” diyor: “Ben biliyorum” diyor, gidiyor.

11.30’da gelen 240 ekmek 11.40 civarında bitti. Bir dahaki ekmek postası 14.30’da gelecek. Büfenin önünde kuyruk devam ediyor. Ekmek alamayanlar gitmiyor. Bir dahaki postayı bekleyecekler. Büfe kapanıyor.

İşletmeci kadına soracaklarım var ama o kadar yorgun ki. Üstelik büfenin etrafını saranlara laf yetiştirmeye çalışıyor. Herkese tek tek izah ediyor. Şu kadar ekmek geldi, öğleden sonra şu kadar gelecek… Bir ara fırsat bulup soruyorum:

“Her gün böyle mi?”

“Her gün böyle, her ekmek gelişinde böyle. O kadar çok insan ekmek sırasına giriyor ki. Bir de bize hakaret ediyorlar. Kızıyorlar. Her gün böyleyiz.”

Büfenin önünde tartışmalar sürüyor.

Ben gazeteye doğru yola çıkıyorum. Dolmuşta haberin başlığı ve son cümlesi kafamda dönüp duruyor: “5 ekmek, gölgelik, bir de bank isteriz. Bunu da yaz ha. Yazdın mı?”

Yazdım amca, yazdım…