Eleştirel Eğitim konferanslarının beşincisi için Polonya’dayız. Konferansın ev sahipliğini Polonya’nın üçüncü büyük şehri aşağı Silezya’nın başkenti Wroclaw Üniversitesi yapıyor.
Konferansta, Hindistan’dan Brezilya’ya çok sayıda katılımcı bildiri sundu. Ben de davetli konuşmacı olarak dün Müslüman Ülkelerde Eğitim, Laiklik ve Laik Eğitim başlıklı politik bir konuşma yaptım.

Eleştirel Eğitim Konferansları, akademik bir ortamda gerçekleşiyor. Fakat konferans, özünde zaten politik bir alan olan eğitimi kendi bağlamında ele alanların örgütlendiği bir oluşum. Bundan dolayı buradaki her konuşma, akademik olmaktan çok politik bir anlam içeriyor. Şimdi ayrıntısına girmeyeceğim. size bir iki paragrafta Polonya izlenimimi anlatayım.

Son bir ayda gittiğim Sovyet sisteminden ayrılmış iki ülkenin önemli iki şehrinde sosyalizmin kalıntılarını aradım. Polonya, sosyalist sisteme dahil olmaya direnmesine rağmen adını başkentinden alan paktın (Varşova) üyesiydi. Buna rağmen Polonya’da sosyalizmin pek kalıntısına rastlamadım, Hitler Almanyasından alınıp restore edildikten sonra Batılılara teslim edilmiş tarihi kalıntı izlenimi veriyor. Restorasyon öyle baştan savma yapılmış ki ülkenin yeniden elden geçirilmesi gerekiyor. Yüzyıllardır ben buradayım diyen yapılar dökülüyor. Dökülen sadece yapılar, yollar değil; insan ilişkileri de zedelenmiş. Üç kadın arkadaşımızın girdiği markette ‘biz ülkemizde yabancı istemiyoruz, defolun buradan’ denilerek bir grup yetişkin erkeğin saldırısına uğraması, benzer tepkilere karşı uyarılmamız, tamirin toplumsal yapıdan başlaması gerektiğinin önemli göstergesi. Arkadaşlarımızın başına gelenin, Katolik Polonyalı olmayan herkesin burada ayrımcılığa uğrayabileceğinin belirtisi olduğunu söyleyebilirim. Somut bir dayanağım olmamakla birlikte, izlenimlerime ve de bu ülkeyi bilenlere dayanarak Hitler’in, ardından Rusya’nın burada Katolik milliyetçi bir İsrail yaratmış olduğunu söyleyebilirim. Konuşmamın ardından Polonyalı dinleyicilerden aldığım ‘biz de burada kilisenin saldırısı altındayız. Bizim için uyarıcı oldu’ anlamında tepkileri de bu yargımı güçlendirmek için belirtmeliyim.

Bu kadar değil; Polonya’da bindiğimiz her taksici, adresimize giden en uzak yolu tercih etti. Defalarca başımıza gelen bu aldatılma halini, ancak bir hafta sonra fark edebildik. Döviz bürolarında, paranın fiyatının bile üçte bir oranında değişiyor olması, kaptalist sistemden ayrı düştüğü sürenin açığını kapatmaya çalışıyormuş gibi geldi bana. Anladığım kadarıyla “gücü, gücü yetene” bir düzen hâkim.

Polonya, AB üyesi olmasına rağmen Batı’ya karşı oldukça temkinli. Para birimini avro olarak değiştirmemiş olması anlaşılır ama alışverişinizde üyesi olduğu Avrupa Birliğinin para birimi avroyu teklif edince suç işlemiş yabancı muamelesi görmemiz pek anlaşılır gelmedi bana.
Batum’a bakarak sosyalist sistemin Gürcistan’da daha kalıcı izler bıraktığını söyleyebilirim. Trabzon, Rize, Hopa hattında denize set oluşturmuş binaların önünden geçtikten sonra girdiğiniz Batum’u, doğa ile insan arasındaki ilişkiye müdahale etmemiş bir zihniyetin yönettiğini fark ediyorsunuz. Bu zihniyet insana da sirayet etmiş; Batum’da bindiğimiz taksinin sürücüsü, varış noktamızdan sonra ekstradan otel arayışımız için hiçbir ücret talep etmediği gibi bahşişimizi de bu benim görevim diyerek geri çevirdi. Bu bana, sosyalist insan davranışıymış gibi geldi.

İki ülkenin ortak özelliği gereğinden fazla temiz olmaları. Hele Polonyalılar, temizliği kendimi pis hissetmeme yol açacak ölçüde abartıyor. İnsanın yaşadığı çevreyi, mekânı temiz tutmasının dinle, milliyetle, ideolojilerle ilgisi olduğunu sanmıyorum. Aksi kendi milletime, onun dinine hakaret olur ki bunu yapamam!