5 soruda AKP döneminde medyanın dönüşümü

ÜMİT ALAN / GAZETECİ

AKP iktidarının medyayı ele geçiriş süreci nasıl başladı?

Bu süreç AKP’den çok önce başladı. Burada miladı AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılına koymak süreci okumayı imkansızlaştırır. Milat olarak 1979’da Aydın Doğan’ın Milliyet’e ortak olarak girdiği tarihi almak daha doğru. Aydın Doğan, Milliyet’in %75’ini satın almıştır ancak bu Babıali’deki tepkilerden korkulduğu için %25 olarak açıklanır. Bu bir söylenti değil, yıllar sonra Aydın Doğan’ın bizzat itiraf ettiği bir aldatmacaydı. Bu, medya dışında işlerle uğraşan sermayenin medyaya ilk girişi değildi. Ancak serbest piyasa ekonomisine geçişin şafağında olması nedeniyle önemliydi. Zaten 80’lerle birlikte Doğan’ı pek çok medya dışı sermaye girişinin medyaya girişi takip etti.

Özellikle koalisyon hükümetleriyle geçen 90’lı yıllar medyanın çok güçlü olduğu yanılgısı yarattı. Çünkü hükümetler güçsüzdü, sürekli erken seçim ortamı vardı ve medya özel televizyonlarla birlikte iyice palazlanmıştı. Dolayısıyla medya elindeki iktidarları yıpratma ve dahi devirme gücünün sarhoşluğuna kapıldı. Bunun karşılığında teşvikler, krediler, ihaleler havada uçuştu. Kimi medya kuruluşları, bir sonraki iktidara yatırım yaparak mevcut iktidarı iyice yıpratacak bir yayın çizgisi izliyor ve koltuklar el değiştirdiğinde yatırımın karşılığını alıyordu.

Gazeteciler patronlara karşı nasıl bu kadar güçsüz hale düştü?

AKP öncesi dönemin başka gelişmesi de Aydın Doğan’ın sendikayı medyadan def etmesi oldu. Bugün çok muhalif bilinen kimi gazeteciler, köşe yazarları o güne kadar verilen ışıltılı maaşların cazibesine kapılarak sendikanın gidişini çok önemsemedi. Sendika da medya işinin doğasına uygun bir dönüşüm geçirememişti ama böylelikle gazetecinin son koruma kalkanı da gitmiş oldu. Artık gazeteciliğin geleceği konusunda karar verme insafı patronlara kalmıştı. Aslında güçlü bir sendika, patronlara bile iktidar baskısı karşısında avantaj sağlayabilirdi ama işin bu kısmıyla ilgilenilmedi. O zamanlar güç sarhoşluğundan anlamasalar da patronların kaderi de tamamen hükümetlere bağlıydı. O dönemin hükümetleri güçsüz olduğu için patronlar amatör küme takımlarıyla hazırlık maçı yapa yapa güçlü bir rakibin ne olduğunu unutmuşlardı. AKP’nin 2002’de düşük bir yüzdeyle olsa da tek başına hükümet olması bu yanılgıya son verecekti.

AKP iktidar olduktan sonra nasıl bir medyayla karşılaştı ve nasıl bir dönüşüm başlattı?

Medya dışı sermaye eliyle, 12 Eylül sonrası aşağı yukarı 20 yıllık süreçte değişen hükümetlere göre pozisyon alınmıştı, hükümetlerin kurulup devrilmesi için algısal operasyonlar yürütülmüştü. Ancak bunca şeyden sonra yerleşik düzenle kavgalı tek bir partinin iktidara gelişinin farklı bir anlamı vardı. Hem yerleşik sermaye hem de yerleşik medyası bu gerçeği ilkin görmek istemedi. Çünkü AKP öyle kolay teslim olacak bir yapı değildi. AKP, geniş olarak 28 Şubat sürecini Refah Partisi’nde yaşayanlardan kurulmuştu ve elde güçlü bir medya olmayınca nasıl kolay operasyon çekileceği konusunda acı bir deneyimleri vardı. Bu doğrultuda atılan ilk adım Star gazetesini satın almak oldu Sonraki adım Cem Uzan ismiyle siyasete de giren ve büyük bir medya grubunu elinde bulunduran Uzan Grubu’nun fişinin çekilmesiydi. Kaldı ki, Uzan Grubu’nun buna imkân veren pek çok açığı da vardı. Bu operasyon sırasında iktidar Doğan Medya’nın desteğini yanında bulur. Doğan Grubu, en yakın rakibi ve hasmından kurtulurken sıranın kendisine geleceğini o günlerde pek düşünmüyordu. Doğan Grubu 90’lardaki çılgınlığın bedelini o dönemde en hafif atlatan medya gruplarından biriydi. Çünkü Dinç Bilgin’e ait Sabah-ATV Grubu da medya dışı işleri, özellikle de Etibank yüzünden girdiği mali darboğazı atlatamaz ve yayın haklarını Ciner Grubu’na kiralar. Ancak AKP’nin ikinci seçim zaferinden sonra Dinç Bilgin ilginç bir şekilde Ciner ile hileli ortaklık kurduklarını yani TMSF’yi aldattıklarını itirafı olan bir belgeyle ortaya çıkar. Bunun üzerine TMSF Sabah-ATV grubuna el koyar. Sabah-ATV grubunun bundan sonraki sahibi Çalık Grubu olacaktır. Çalık Grubu’nun o dönemki Genel Müdürü, o dönem Başbakan olan Erdoğan’ın sonradan bakan olacak damadı Berat Albayrak’tır. Bu Sabah-ATV grubunun son el değiştirişi olmaz. Kuşkusuz Star ve diğerleri için de aynısı geçerlidir. Bu medya grupları iktidara yakın çeşitli sermaye odakları arasında ihtiyaca göre defalarca el değiştirir.

Eski medya hızla el değiştirirken Doğan Grubu ve Doğuş Grubu nasıl dönüşüm geçirdi?

Başlangıçta karşılıklı tavizlerle bir noktaya kadar uyumlu ve dengeli giden Doğan Grubu – AKP iktidarı ilişkisi üst üste gelen seçim zaferlerinin ardından bozuldu. Üniversitelerde türbana serbestlik tanıyan meclis oylaması için “411 El Kaosa Kalktı” manşeti AKP tarafını kızdırdı. Doğan Grubu’nun Almanya’daki Deniz Feneri e.V. davasını izleme konusundaki ısrarı da önemli gerginlik vesilesi oldu

2009 yılında Doğan Grubu’na 4.8 milyar lira rekor bir vergi cezası gelir. Bu cezanın önemli bir kısmı 2011 seçimleri öncesinde affedilecekti. Tıpkı 2007 seçimi öncesi Doğan Grubu’na ait Petrol Ofisi’nin vergi borçlarının uzlaşma yoluyla önemli oranda indirilmesi gibi. 2009’daki cezanın ardından Doğan Grubu önemli oranda küçüldü. Kadrolarda ciddi değişimler oldu. Grubun medyadaki ilk göz ağrısı Milliyet ve Vatan Demirören-Karacan ortaklığına satıldı. Karacan’lar çok çekmeden bu ortaklıktan ayrıldılar.

O dönem dengeli ve etkili bir yayın politikası izleyen NTV kanalı ile önemli bir güç olan Doğuş Grubu’nda 2011’deki üçüncü seçim zaferi öncesi eksen değişikliği şüphesi yaratan değişimler oldu. Bu değişimler seçimden sonra iyice ayyuka çıkacaktı.

Ana akım medyanın yok oluş süreci nasıl gelişti?

2012 yılında MİT Krizi ile birlikte bugün FETÖ diye adlandırılan Fetullah Gülen Grubu’na ait medya ile AKP hükümeti arasındaki ipler gerilmeye başladı. O güne kadar hükümeti destekleyen bu medya, yavaş yavaş muhalif çizgiye kaymaya başladı. Bu sağlıksız bir muhalefetti. 17-25 Aralık operasyonuyla birlikte bu ipler koptu. 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin ardından ise bu medya tamamen tasfiye edildi. Ergenekon operasyonlarının medyadaki ana aygıtı Taraf’ın tasfiyesi de bu çizgide gelişti.

Ana akım medyanın geniş ikna yeteneğini yitiriş sürecinin en önemli halkalarından biri de Gezi Direnişi oldu. O günlerde televizyon kanalları önünde halk tepkileri oldu. Burada başlayan kutuplaşma iktidara yakın medyanın da dengesini bozdu. Eskisinden daha özensiz ve partizan bir dil hâkim oldu. Bu da ikna konusunda yetersizlik yarattı.

Dijital medya ve sosyal medyanın da eş zamanlı yükselişi eldeki devasa medya varlığının anlamsızlaşmasını hızlandırdı. 2018’deki Cumhurbaşkanlığı Seçimi öncesi, Aydın Doğan’ın elindeki son kaleler Hürriyet, Posta, Kanal D, CnnTürk gibi yayın organları Demirören Grubu’na geçti. Bu kuruluşlar Doğan Grubu’nun elindeyken hissedilen “yanılsama” bu el değiştirmeyle son bulacak, bu kuruluşların ikna etkisi azalacaktı. Bu durum 2018’deki Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nde çok hissedilmedi. Ancak 2019’daki yerel seçim ve özellikle İstanbul seçiminin tekrarı önemli bir test oldu. Eldeki devasa medya gücü, gece gündüz İstanbul seçiminin nasıl hileli olduğu yönünde yayın yapsa da kitleleri ikna edemedi. İlk seçimlerde 14 bin civarında seyreden fark, tekrar seçimde 800 bini aştı. Bu başarısızlığın ilk sonuçları iktidara yakın medyadaki küçülme trendi oldu. Zaten Hürriyet’in varlığıyla birlikte çoğuna da ihtiyaç kalmamıştı. Dijital medya ve sosyal medyanın eldeki devasa geleneksel medya gücü karşısındaki gücü de tescillenmiş oldu. Star ve Güneş gazetesi ilk feda edilenler oldu. Star internet yayını olarak yoluna devam ederken Güneş de Akşam gazetesinin eki olacaktı. Şaşırtıcı olan bu gazetelerin toplam 203 bin adet görünen tirajının, gazetelerin kapanmasının ardından anlamlı bir şekilde diğer gazetelere dağılmamasıydı. Bu durum, tirajların şişirildiğine ilişkin şüpheleri derinleştirdi.

Bu tablo içinde artık bir ana akım medyadan söz etmek mümkün değil. Bu durum daha butik yapıların yükselişini hızlandırıyor. Dolayısıyla kendisine büyük yatırım yapılmış iktidara yakın medyanın da eski çizgisinden daha zekice bir çizgi izlemesi bekleniyor. Hürriyet’te Ahmet Hakan’ın Genel Yayın Yönetmeni olmasından sonra kurulmaya çalışan denge, bunun bir başlangıcı olabilir. Tabii hatalardan ders çıkarma refleksi varsa. Bütün bunlar bağımsız medyanın derdi değil elbette. Bağımsız medyaya düşen, ortada oluşan boşluğu doldurma adına hangi adımları atacağını tasarlamak. Çünkü kutuplaşma döneminin refleksleri bunun için yeterli olacak gibi görünmüyor.


İBB can simidi olmuş

Belediyelerin iktidara yakın yayınlara reklam geliri konusunda can simidi olduğu sıkça dile getirildi. Yeniçağ Gazetesi yazarı Murat Ağırel geçen günlerdeki köşe yazısında İBB’nin 2017-2019 Haziran tarihleri arasında iktidara yakın medya kanallarına ne kadar reklam geliri sağladığını İBB’nin verilerine dayanarak yazdı. Buna göre İBB ve iştirakleri sponsorluklar hariç söz konusu yıllarda toplam 57 milyon TL reklam dağıttı. Liste şöyle:

>> Kapanan Türkmedya yayın organlarına 5 milyon 764 bin TL,

>> Turkuaz Holding’e bağlı yayın organlarına 15 milyon 293 bin TL,

>> Albayrakların sahip olduğu; Yenişafak, TVNET gibi yayın organlarına 9 milyon 127 bin TL,

>> AKİT grubunun sahip olduğu >> Yeni Akit ve Akit TV ye 3 milyon 008 bin TL,

>> Nokta Elektronik Medya A.Ş. sahibi olduğu Kanal 7, Haber 7, Ülke TV için 1 milyon 409 bin TL,

>> Demirören Medya Grubunun sahip olduğu Milliyet, CNN Türk, Kanal D, Hürriyet için 689 bin 647 TL,

>> Ciner Holding’in sahibi olduğu Habertürk, Show TV için 493 bin 705 TL,

>> İhlas Grubunun sahip olduğu Türkiye gazetesi ve İHA için 1 milyon 189 bin TL.