Nevşin Mengü’nün bir önceki Trump-Erdoğan buluşmasını “Girdisi çıktısı 23 dakika…” diye tanımlamasından ve “basın özgürlüğü konusunda herhangi bir sıkıntı yok” denilen memlekette bunun bedelini başarıyla sürdürdüğü görevini bırakmak zorunda kalarak ödemesinden sonra, ekrandakiler çok daha dikkatli. “50 dakika sürdü” diye vurgulayıp durdular.

O görüşme, öncesi ve sonrası söylenenlere bakarsanız, tek kelimeyle “eyi”. Meşhur Demirel hikayesindeki gibi iki kelimeyle ifade edersek de “eyi değil”.

ABD-Türkiye arasında sorun olan; Gülen’in iadesinden YPG’nin desteklenmesine, eski bakanın tutuklanma kararından silah satışına dönük engellere kadar hiçbir konuda somut adım yok.

Bugün bunların pek önemi de yok gibi; çünkü düne kadar Ortadoğu’daki tek müttefikimiz konumundaki Barzani, referandum ısrarıyla, “en büyük düşman” oluverdi ve bağımsız Kürdistan’a geçit vermemek birincil mesele.

50 dakikalık görüşme “eyi” çünkü Erdoğan ve Trump referandumun bölge açısından “çok ciddi” sonuçları olduğu konusunda mutabık kaldılar. Her ne kadar, ABD gerçekten karşı çıksa Barzani’ye 5 dakikada geri adım attırır düşüncesi epey yaygınsa da!
Erdoğan, 50 dakikalık görüşmenin ardından memlekete ayak basar basmaz MGK toplantısına geçti ve ardından da kabine toplantısına başkanlık etti. Bu yazı yazılırken toplantıların sonucu henüz belli değildi, ancak ne çıkacağını kestirmek de zor değil.

Barzani’ye gözdağı niteliğinde sert bir açıklama; bir dizi ekonomik, siyasi ve askeri yaptırım işareti ve nihayet Meclis’ten yurtdışına asker göndermeye dair tezkere… Tezkere metninde, rutin olarak her yıl yenilenenlerden farklı olarak, doğrudan Barzani’nin üzerine alınabileceği ifadeler var.

MHP tezkereye Evet diyeceğini hemen açıkladı. HDP’nin “Hayır”ı da garanti sayılır. Bu konularda hep “ne derler” refleksiyle hareket eden CHP’nin Evet dememesi ise çok büyük sürpriz olur.

Yaşar Aydın dünkü BirGün’de bundan sonra olabilecekleri kulis bilgilerine dayanarak çok güzel toparlamıştı: Sert bir bildiri, kademeli olarak uygulanacak ekonomik, siyasi ve askeri yaptırımlar. Bu çerçevede; diplomatik ilişkilerin dondurulması; Erbil konsolosluğunun kapatılıp konsolosun geri çağrılması; Ankara’daki KDP temsilciliğinin, Habur sınır kapısının ve Erbil’den kalkan uçaklara da hava sahasının kapatılması; petrol akışının durdurulması… En son da askeri seçenek!

Bu adımların hepsi Barzani kadar Türkiye için de can acıtıcı!

Mevcut durumda Türkiye’nin en önemli sorunu içeride kendi Kürt vatandaşlarıyla kavgalı olması, ölen bir Kürt ananın bu toprakların altına girmesine dahi tahammül edemeyen bir kopuşun yaşanması! Kürt sorununu çözememiş bir Türkiye’nin Ortadoğu’da Kürtleri hedef alan bir savaşa girmesinin uzun vadeli sonuçlarının “Şam’da namaz kılma” hevesinin sonucundan beter olacağını söylemek zor değil.

Hal böyleyken, ancak içeride çok sıkışmış bir iktidar dışarıda, hem de Ortadoğu’da ve Kürtlere karşı bir savaşı düşünebilir. Siyasetin, “dış çatışma iç bütünlüğü pekiştirir” ilkesinin peşine takılabilir! Askeri bir müdahale yalnızca Irak’ın parçalanma sürecini derinleştirmekle kalmaz, o sürecin Türkiye’ye sıçramasına da yol açabilir!

Barzani’nin referandum ısrarı, her halkın kendi kaderini özgürce tayin etme hakkı çerçevesinde değerlendirilebilir. Ancak ÖDP Başkanlar Kurulu açıklamasında vurgulandığı gibi, “Bölgeyi emperyalizmin müdahalesi altında etnik-mezhepsel temelde bölerek yeni sınırlar oluşturma doğrultusunda ilerleyen bu süreç(in) bölge halklarına kanlı iç savaşlar dışında hiçbir şey vaat etmiyor” olduğu görmezden gelinemez.

Referandumun “Irak’tan başlayarak bölgesel düzleme taşınacak yeni bir iç savaşın tetikleyicisi” olacağını öngörmek zor değil ve Türkiye’de eşit ve özgür vatandaşlar olarak bir arada yaşamı savunanlar için, Irak’ta da çözüm “Demokratik ilkeler etrafında bir birliğin oluşturulmasını temel alarak, yeni bir yurttaşlık ve demokratik yönetim modelinin geliştirilmesidir.”

50 dakikada alınacak yanlış kararların 50 yılda düzeltilemeyecek sonuçları olur!