6, 7, 8 Mayıs: Üç günlük bir şey…

6 Mayıs, bir acının tarihi. Büyük bir acı bu: Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu kurucularından Deniz Gezmiş, arkadaşları Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’la birlikte asıldı. Gezmiş ve Aslan 25 yaşındaydı, İnan ise onlardan iki yaş küçüktü.
Süreç, 12 Mart darbesinden hemen sonraya uzanıyor. Sivas’a giderken, yapılan bir ihbar sonucu Gemerek’te yakalanan ve Kayseri üzerinden Ankara’ya getirilen Gezmiş ve arkadaşları, 9 Ekim 1971’de biten mahkemede, idam cezasına çarptırıldı. İnfaz, 6 Mayıs 1972 sabahı, (şu anda müze olarak kullanılan) Ankara Ulucanlar Merkez Kapalı Cezaevi’nde gerçekleştirildi.

Dönemin “genç” sazcısı Zülfü Livaneli, bu idamı, bir şarkıyla ölümsüzleştirdi. Belçika’da yayımlanan 1973 tarihli “Chants Révolutionnaires Turcs” adlı albümünde, olayı anlatan bir ağıt var. “Şarkışla”, albüm kapağında şöyle tanıtılıyor: “Bir Orta Anadolu kasabası olan Şarkışlalı kadınların, 6 Mayıs 1972’de ordu tarafından infaz edilen üç genç devrimci Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan için söyledikleri ağıt.”

Livaneli, “Sevdalım Hayat” başlıklı anılar kitabında (Remzi Kitabevi, 2009), şarkıyla karşılaşma hikâyesini şöyle anlatıyor: “12 Mart yönetimine karşı sessiz bir direniş başlamıştı. Kulaktan kulağa fısıldanan şiirler ve türküler bu muhalefetin özünü oluşturuyordu. Bunlardan birkaç tanesini öğrenmiştim. Biri, Şarkışlada bir kadının yaktığı söylenen ağıttı. Deniz Gezmişler üzerine söylenmişti. (Sonradan bu parçanın, müzisyen Selim Atakanın halasına ait olduğunu öğrenecektim.)”

Topu, Selim Atakan’a atalım. Yeni Türkü’nün kurucularından olan Atakan, kendisiyle yaptığım bir söyleşide, şunları söylemişti: “O dönem İsveç›te yaptığı bir albüm vardır, ’Şarkışla ’nın falan olduğu... Onu sürekli dinlerdim, çok etkilemişti beni. iki nedeni vardı, birincisi, ’Şarkışla ’nın sözlerini halam yazmıştı! İkincisi, asıl beni etkileyen tarafı, kaydın çok güzel olması. Sesler, bilhassa bağlama kayıtları muazzamdır. İcra da çok iyidir. ’Buğdayın Türküsü’nü yaparken o albümden çok beslendiğimi hep söylerim.”



Şarkının sözleri şöyle: “Şarkışla’ya düşürmesin / Allah sevdiği kulunu / Gemerek’te çevirmişler / Deniz Gezmiş’in yolunu // Gece Elmalı’da kalmış / Hamamcı Ali’yi sormuş / Uzatmalı itin biri / Yusuf’u gaflette vurmuş // Yaşa Türk ordusu yaşa / Dünya şaştı böyle işe / Ordu madalya göndermiş / Yusuf’u vuran çavuşa // Nolayıdım nolayıdım / Okur yazar olayıdım / Deniz mahkemeye düşmüş / Avukatı ben olaydım.”

O dönemde, bununla bağlantılı yaşanan bir başka acı olay var: 27 Mart 1972’de, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan›ın idamlarını engellemek için Ünye›deki NATO üssünde görevli üç kişiyi kaçıran 26 yaşındaki Mahir Çayan ve arkadaşları, 30 Mart’ta Kızıldere’de yapılan bir operasyonla öldürüldü. Olaydan sağ kurtulan tek isim, Ertuğrul Kürkçü’ydü. Çayan›la beraber Ahmet Atasoy, Cihan Alptekin, Ertan Saruhan, Hüdai Arıkan, Nihat Yılmaz, Sabahattin Kurt, Saffet Alp, Sinan Kazım Özüdoğru ve Ömer Ayna, devlet güçlerince ve hunharca öldürüldü. Olay orada bitmedi, “teröristleri sakladıkları” gerekçesiyle Kızıldere halkına yıllarca zulmedildi. Zulüm sonradan da devam etti ve muhitin adı, değiştirince acıların ve utancın silindiğini sanan bir iktidar tarafından Ataköy olarak değiştirildi.
Üç gencecik insan, bir hiç uğruna öldürüldü. Süleyman Demirel, idam kararını sevinçle karşıladı ve mecliste yapılan oylamada, iki elini birden kaldırarak destek verdi. Oylamada idama evet diyen milletvekillerinden 28’i CHP üyesiydi. Bugün, dokunulmazlıkların kaldırılmasına evet diyen CHP milletvekilleri gibi, bir utancın vebalini üstlerine aldılar.
Çok değil, idamlardan sadece iki gün sonra, CHP’de yapılan olağanüstü kongreyi Bülent Ecevit listesinin kazanması, İsmet İnönü’nün sonu oldu. Atatürk’ün ölümünden sonra başkanlığı devralan İnönü, 8 Mayıs 1972 tarihinde istifa etti. İstifa, o dönemde onurlu bir davranış olarak algılanıyordu. Bugün, kimse istifa etmiyor. Başbakan bile bu müesseseden uzak duruyor ve kendini “feda” ederek yapılacak olağanüstü kongrede genel başkanlığa aday olmuyor. İstifa, güçsüzlük, onursuzluk ve yenilgi anlamına geliyor çünkü bazı insanların düşüncesinde.
Ecevit’e dönelim. O dönem “Karaoğlan” lakabıyla anılan siyasetçi, “kahraman” olarak karşılanmıştı. ‘70’li yılların ortasında “umudumuz” sloganıyla ve heyecanla iktidara gelen ancak orada çok kalamayan Ecevit, aynı zamanda, hakkında en çok şarkı yapılan lider.

Şarkıların bu kadar çok olmasının sebebi, biraz da 1974’te bizzat idare ettiği Kıbrıs “Barış” Harekâtı. Bu dönemde yapılan plaklar, Ecevit’i “aslan, kahraman, baba” gibi sıfatlarla yücelti- yor; sıfatın yanına ekseriyetle bir “yaşasın” iliştiriliyor.

Feyzullah Çınar’ın “Ecevit’e Gel” adlı plağı, ilk örneklerden biri. Şöyle başlıyor usta: “Ey fakir vatandaş derdine çare / Buldurmak istersen Ecevit’e gel / Alnına yazılan kara yazıyı / Sildirmek istersen Ecevit’e gel /.../ Soyguncuya tefeciye haddini / Bildirmek istersen Ecevit’e gel, dost...” Şarkının sonu şöyle: “Dinle Feyzullah’ın gerçek sözünü / Gafletten uyanıp da aç gözünü / Atatürkçü olup halkın yüzünü / Güldürmek istersen Ecevit’e gel, dost // Tek umudu sensin / Yoksul halkımın / Toprak işleyenin / Su kullananın...”

6 Mayısı geride bırakıp bir gün ilerleyeyim ve bambaşka bir mevzuya geçeyim… 7 Mayıs, Cumhuriyet’in yayımlanmaya başladığı gün. 1924’te yayın hayatına atılan gazete, bugün 92 yaşında. Başında Can Dündar var. Dündar, gazetenin doğum gününü kutlamasından bir gün önce, adliyenin önünde yani en iyi korunması gereken yerde, bir silahlı saldırıya uğradı. Tarih, 6 Mayıs 2016. Talihliydi, eşi Dilek Dündar ve çevresindekilerin müdahalesiyle yara almadan kurtuldu ama seken kurşun yanındaki arkadaşı gazeteci Yağız Şenkal’a isabet etti. Özetleyeyim: 92 yaşına basan bir gazetenin yayın yönetmeninin kurşunlandığı bir ülke burası. Bu cümleyi kuruyor olmak bile büyük utanç. “Bunu yanına bırakmayacağım” diyen, hedef gösteren, işini yapmayı sürdürüyor oysa.

6 Mayıs’a geri döneyim, yazının sonuna ulaşmadan önce biraz da güzel şeylerden söz edeyim. 1936 yılında, o gün, Ankara’da ilk konservatuvar kuruldu. O dönemki adıyla Ankara Devlet Konservatuvarı, şimdiki adıyla Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı, bu yıl 80. yaşını kutladı. Her yıl yapılan bandolu geleneksel yürüyüş yağmur sebebiyle iptal edildi ama kutlamalar okul bünyesinde sürüyor, sürecek.

Musiki Muallim Mektebi’nden dönüştürülen okulun ilk öğretmenlerinden Ulvi Cemal Erkin –ki 1949 sonrası iki yıl bu okulda müdürlük yapmıştır– 1947 yılında 8 Mayıs günü bir başarıya imza atarak, Prag’da Çek Filarmoni Orkestrası’nı yönetti. Bugün, bu başarının yıldönümü. Aradan çok yıl geçmiş, artık böylesi güzel haberlere hasretiz.
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, büyük acımız. Onların hayatını, üniversiteye gittiğim ilk yıl aldığım bir kitaptan öğrenmiştim. Erdal Öz imzalı “Gülünün Solduğu Akşam”. Erdal Öz, tuhaf bir tesadüf eseri, 6 Mayıs 2006 tarihinde aramızdan ayrıldı. Gezmiş ve arkadaşlarını Halit Çelenk savunmuş, idamda yanlarında bulunmuştu. Çelenk’i de, 2011 yılında, anmalardan bir gün önce, 5 Mayıs’ta kaybettik. Tarihin tuhaf cilveleri…

Daldan dala atladım, 6 – 8 Mayıs tarihleri arasında dolandım. Bu hafta böyle oldu. Güzel şeylere hasret kaldığımız şu günlerde biraz tarih bilgisi, iyi gelecektir. Her şeyin unutturulmak istendiği ülkemizde böylesi hatırlatmalar oldukça faydalı. Tarih, uzaklaşmamamız gereken bir şey. Bu ara sahiden gerekli.