“15 gün önce gol attığımda omuzlardaydım. O gün ise kayalar ve boya tenekeleri ile karşılaştım. En kötüsü harçlık verdiğim çocuklar evime saldırdı. Kızlarım küçüktü, öldürmeye kalktılar. Çok sordular kim yaptı diye, ama o gün de söylemedim, bugün de söylemeyeceğim.” Fenerbahçe’nin efsanesi Lefter Küçükandonyanis, 6-7 Eylül’ü böyle anlatıyordu. Suskunluğu, çelebiliğinden ve her şeye rağmen hissettiği aidiyetten. İçinde büyük bir dalın kırıldığı, daha doğrusu bir kökün koptuğu ise açık.

Eylül’ün 2 kara gününü içine alan utanca “olay” demek, tarihe ihanet ve yüzleşme korkusu. 6-7 Eylül 1955, düpedüz katliam girişimi. Irkçı dehşetin Türkiye’deki zirvelerinden. Yağma, ganimet ve cariye edinme, tecavüz geleneğinin de yansıması. Komşunun çocuğunu öldürme ya da eşini istismar etme iştahı başka türlü açıklanamaz.

Resmi kaynaklara göre 4 bin 214 ev, 1.004 işyeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2 manastır, 26 okul tahrip edildi. Provokasyon kısa sürede azınlıkların yaşadığı Beyoğlu, Kurtuluş, Şişli, Nişantaşı’ndan tüm İstanbul’a yayıldı. Provokatörler halkı tahrik için “Kıbrıs Türktür!” diye bağırıyor, Atatürk resmi ve bayraklar ile kazma, kürek, sopa dağıtılıyordu. 11 kişi öldü. Yabancı kaynaklar sayıyı 15 olarak belirledi. Balıklı Rum Hastanesi’nde 60 kadın cisnel saldırı nedeniyle tedavi gördü. Konuşamayanlar-konuşmayanlar vardı. Sayı çok daha yüksekti.

HEPSİ ORADAYDI!

Katliam girişimi, Türk gladyosu Seferberlik Taktik Kurulu, o günkü Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) olan Milli Emniyet Hizmetleri (MEH) ve Demokrat Parti (DP) iktidarı hazırladı. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, İçişleri Bakanı Namık Gedik, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay her aşamada bilgi sahibiydi. Günümüz klişesi ile hepsi oradaydı! Dışişleri yetkilileri İngiltere’de ‘Kıbrıs’ temaslarındayken, Atatürk’ün, Selanik’teki evinin bombalandığı iddia edildi. Türk konsolosluk yetkilisi, bombayı olayları kışkırtmak için kurguladıklarını itiraf etmişti ama basın görmedi!

BENZER KOŞULLAR

Yaşananlar öncesi, Hürriyet, İstanbul’daki Rumların bağış toplayarak ENOSİS’e gönderdiğini yazıyordu. O günlerin yandaşı, 20 bin tirajlı İstanbul Ekspres, 6 Eylül’de 290 bin basıldı, her yerde dağıtıldı. Koşullar bugüne benziyordu. 1955'ten itibaren DP’nin zor günleri başlamış, ekonomi dibe vurmuş, iktidara güven zedelenmişti. Alman Dışişleri’nin bir raporunda, 15 gün önce DP, muhalefeti kontrol amacıyla 7 Eylül’de günü İstanbul, Ankara ve İzmir’de sıkıyönetim ilan etmeye karar vermişti.

VANDAL TOPLUMUN İNŞASI

Katliam girişimi, muhalefeti baskı altına almak için kılıf oldu. 1956’daki ‘Basın ve Toplantı Yasası’na ilişkin kısıtlamaların gerekçesi 6-7 Eylül oldu. Rumlar, Türkiye’den göç etti. Mallarının üstüne çökülmesi sermaye değişimi yarattı. 6-7 Eylül dönüştürülmeyen, bilakis bilerek ve isteyerek vandallaştırılan bir toplumsal kesimin inşa edildiğini de ortaya koyuyordu.

NE DEĞİŞTİ, NE DEĞİŞMEDİ?

Bin yıllık devlet geleneğine ve tarihsel sürece kabataslak bakıldığında ‘Değişen bir şey yok’ denebilir. 6-7 Eylül Yassıada Mahkemesi’nin can alıcı başlıklarındandı. Devlet zamanla akladı. Selanik’te bomba attığı iddia edilen siyasal öğrencisi Oktay Ergin, 1992’de Nevşehir Valisi yapıldı. O yıllarda Seferberlik Tetkik Kurulu’nda görevli olan ve 1988-90 yılları arasında Milli Güvenlik Kurulu’nda (MGK) genel sekreterliği yapan Sabri Yirmibeşoğlu, 6-7 Eylül için “Amacına ulaşan muhteşem Özel Harp örgütlenmesiydi” diyecekti.

O günlerden bugüne ‘Değişen çok şey oldu’ demek de mümkün. Sakarya’ya, Mardin’den iş için gelen Kürtlere yönelik saldırıda, 3 kişi 8 kişi tarafından dövüldü. Kucağında çocuk olan kadına yumruk atıldı. Kürt emekçiye, “Köpek sürüsü” diye bağırıldı. Mağdurlara olay sonrası, “Bu Kürt düşmanlığı değildir” dedirtildi. Doğru bu sadece Kürt düşmanlığı değil, aynı zamanda; emekçi, kadın, çocuk düşmanlığı. Bir karede yer alanlar “Değişen nedir?” tartışmasına yanıt olabilir. AKP, bir geleneğin demi, geldiği en koyu hali.

Sakarya’da yaşanan ilk değil. İktidar, cezasızlık uygulamaları, sokağı etkileyen korkunç dili ile şiddeti ve nefreti körüklüyor. Kendinden gördüğü üniformalı ya da sarıklı tecavüzcüye ise sempati ile yaklaşıyor. Kadını, çocuğu, emekçiyi, Kürt’ü, ötekini, azınlığı hiçe sayan hatta yok etmek isteyen bir anlayış bu.

Eskisinden farklı taraflarından biri artık gizleme ihtiyacı bile duyulmaması. Ya da toplumla alay ederek yok sayılması. AKP hem genlerinde var olan tekçi anlayış hem de iktidarını sürdürebilmek için haykırıyor: “Bize savaşlar, çatışmalar, provokasyon ve kaos ve kutuplaşmalar lazım. Gül bahçesinde sadece diken istiyoruz.”

‘Değişmeyen’ ama ‘el değiştirip’ her açıdan yaşadığımız çağın dibine düşen devlet de konuya dahil!