Onların mücadelesi ortada. Her türlü toplumsal ayırımcılığa karşı çıkmadan, işçilerin ve emekçilerin haklarını savunmadan, eşitlikten ve emekten yana olmadan, baskıcı yöntemlere karşı durmadan, emperyalist sömürüye karşı kavga vermeden, insanca bir düzen kurulmadan onların mirasına sahip çıkamayız

6 Mayıs 1972: Bir haksızlık ve hukuksuzluk örneğidir

A. Tuncer SÜMER

1960’lı yıllar, hem dünyada hem de Türkiye’de devrimci kavganın giderek yükseldiği ve geliştiği yıllardı. 1961’de Küba’da verilen gerilla mücadelesiyle Amerika’nın desteklediği yönetim devrilmiş, sosyalizme giden yol açılmıştı. Fidel Castro ve Che önderliğinde Küba’da yönetim ele geçirilmişti.

Latin Amerika’nın birçok ülkesinde gerilla savaşları sürüyordu. Afrika halkları özgürlük ve bağımsızlık mücadeleleri veriyorlardı. Avrupa’da kapitalist yönetimlere karşı etkili bir mücadele yapılıyordu. Vietnam’da Amerika’nın dev askeri gücü yenilmiş ve işgalci askerleri kendi ülkelerine geri dönmek zorunda kalmışlardı.

Dünyanın dört bir yerinde işçiler, köylüler, öğrenciler ve emekçi halk daha güzel bir dünya kurmak için yola çıkmış, kendi ülkelerinin işbirlikçi, sömürücü, baskıcı, faşist yönetimlerine karşı mücadele sürdürüyorlardı.

60’lı yıllarda Türkiye’de de toplumsal e kitlesel bir canlılık yaşanıyordu. Üniversitelerde öğrenciler halkçı bir eğitim için boykot ve işgaller yapıyor, işçiler ekonomik hakları için fabrikalarda greve kalkıyor, yoksul köylüler ağalarının topraklarını işgal ediyorlardı.

Ülkesini ve halkını seven devrimciler, mevcut düzeni yıkıp savaşsız, sömürüsüz, insanın insanca yaşayabileceği bir düzen kurmak için yoğun bir mücadele sürdürüyorlardı.

Kısaca, ülkemizin işte bu koşullarında geldi 12 Mart 1971 Askeri Darbesi.

Darbe balyoz gibi inmiş, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarından 18 kişi aynı yıl içinde idam cezası almışlardı. Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in idam kararları onaylanmış ve hızlı bir süreç başlamıştı.

Darbeden 14 ay sonra, 6 Mayıs 1972 günü, üç yiğit devrimci infaz edilerek yaşamdan ve kendi halkından koparılmış oldu.
Aradan 48 sene geçtikten sonra bugünün Türkiye’sinde onların mirasına nasıl sahip çıkacağız?

Onların mücadelesi ortada. Her türlü toplumsal ayırımcılığa karşı çıkmadan, işçilerin ve emekçilerin haklarını savunmadan, eşitlikten ve emekten yana olmadan, baskıcı yöntemlere karşı durmadan, emperyalist sömürüye karşı kavga vermeden, insanca bir düzen kurulmadan onların mirasına sahip çıkamayız.

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamlarının üzerinden neredeyse yarım asır yani 48 yıl geçti. Hâlâ o yargılanmalar çeşitli çevrelerde tartışılıyor. Tartışılmakla da kalmıyor, her yıl 6 Mayıs günü, Denizleri anmak için Ankara’da Karşıyaka Mezarlığı’ndaki mezarları başına binlerce insan gidiyor. Bu sayı her geçen yıl artarak devam ediyor. Onların bayraklaşan mücadele geçmişleri unutulmuyor. Belki yüzlerce, binlerce yıl da unutulmayacak.

Onlar mücadeleleri ve duruşlarıyla bugüne örnek oluyorlar. Geçmişimizi ve ödenen bedelleri bilmeden bugünü anlamakta zorluk çekeriz. Geçmişten alacağımız derslerle önümüze bakmalıyız. Yaşananları en ince ayrıntısına kadar öğrenmek herkesin hakkı…

6-mayis-1972-bir-haksizlik-ve-hukuksuzluk-ornegidir-727464-1.Ben hukukçu değilim. Ortada bir hukuk cinayetinin olduğunu söyleyen hukukçular var. O günün yasalarının nasıl çiğnenerek idam kararı verildiğini açık bir biçimde anlatıyorlar. Emir-kumanda zinciri içinde nasıl idama götürüldüklerini, örnekler vererek anlatmak istiyorum.

Sevgili Avukat Halit Çelenk; Deniz, Hüseyin ve Yusuf’la yaptığı bir görüşmesini şöyle yazıyor:

"O dönemin Başbakanı Nihat Erim kalktı bir açıklama yaptı. “Pişmanlık getirsinler gereğini düşünelim” diye. Şimdi o öyle deyince çocuklar içerden haber yolladılar, ‘Görüşme istiyoruz’ diye. Kalktım gittim. Deniz, Hüseyin, Yusuf hepsi ile ayrı ayrı görüştüm. Bana şunu söylediler: Biz yaptıklarımızdan pişman değiliz, bugün dışarda olsak aynı eylemleri yaparız. Onlar bütün demokratik yolları kapattılar. Biz haklıydık. Pişmanlık konusunda hiçbir talepte bulunmayacağız. Ailelerimize söyleyin, onlar da bu konuda hiçbir makama başvurmasınlar.”

Bu görüşmeden daha sonraki bir tarihte Denizler, kapatıldıkları Mamak 1 No.lu Askeri Cezaevi’ndeki baskıları protesto etmek amacıyla açlık grevine başlamışlardı. Onlara destek olmak amacıyla diğer koğuşlarda yatmakta olan tüm tutuklu arkadaşları da açlık grevine başladılar. Tüm cezaevinde açlık grevleri sürerken, bir gün diğer koğuşlara Denizlerin açlık grevini bıraktıkları haberi geldi. Birkaç gün sonra Denizlerin açlık grevini bırakmalarının nedeni anlaşılınca, bu eylemi destekleyen öbür koğuşlar da greve son verdiler.

Şimdi yine Sevgili Çelenk’in Denizlerle yaptığı bir diğer açıklamasını okuyalım: Denizler 13 gündür ölüm orucundaydı. Boy uzun, yüz sarı-yeşil. Diz çöktü, duramıyor ayakta. “Orucu bırakmazsan yarın sizi zorla bu durumda sürükleyerek sehpanın altına götürürler, fotoğraflarınızı çekerler ve ‘İşte kahraman olarak gördüğünüz insanlar bu kadar ölümden korkuyorlardı’ derler. Bunu yapmaya hakkınız yok. Bu dava sizin olmaktan çıkıp Türkiye’de devrimci gençlik hareketine mal olmuş bir olaydır. Başarılı olabilirler veya olmayabilirler. Olmazsa sehpanın altına gitmek mukadder ise siz oraya sağlam adımlarla gitmelisiniz” dedim. Deniz “Abi bize 10 dakika ver, arkadaşlarla görüşelim” dedi ve gitti. Ben de müdürün odasına gittim. Az sonra üsteğmen gelip döndüklerini haber verdi. Deniz “Haklısın ağabey” dedi ve o gün ölüm orucunu bıraktılar.

Bu görüşmeden kısa bir süre sonra, 6 Mayıs 1972 günü idamlar gerçekleşti ve üç yoldaşımız sonsuzluğa gittiler.
O zamandan bu zamana bu infazlar hep tartışılageldi. Av. Halit Çelenk dışında iki hukukçu daha, bu idam kararı hakkında açıklamalarda bulundular. Bunlardan biri Askeri Yargıtay’daki idam kararını onaylayan dairede görev yapan bir hâkimdi diğeri de Denizlerin avukatı olmayan bir hukukçuydu.

O zamanki Askeri Yargıtay’da idam kararını onaylayan kurul içinde görev yapan ve muhalefet şerhi koyan Emekli Hâkim Albay Nahit Saçlıoğlu’nun basına yansıyan açıklaması şöyleydi:

“İdamlar bir adli hata sonucu olmuştur: Karara muhalif kalmıştım. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam değil 15-24 yıl ağır hapis cezası ile yargılanmaları gerekirdi… Mahkeme, kamuoyunun genel havasına uydu. O dönemde komutanlardan da baskı oldu. …Gezmişler, ihtilalci, sosyalist olduklarını gizlemiyorlardı. Başarılı olduğumuz zaman sosyalist düzeni, anayasasını getireceğim diyorlardı. Ancak bu gaye suçudur: Oysa 146/1 icra suçudur: Şu anda yapılan fiilleri öngörür. Biri ile ikincisini cezalandıramazsınız. Maalesef mahkeme şartlanmıştı…”

6-mayis-1972-bir-haksizlik-ve-hukuksuzluk-ornegidir-727465-1.

Diğer açıklama da; Denizlerin avukatı olmayan ama hukuki konularda o zamanlar otorite olarak kabul edilen Avukat Burhan Apaydın’ın bu idamlar hakkındaki yazdıklarıydı:

“Deniz Gezmiş, konu bu açıdan ele alındıkça, adli bir hatanın değil; kasti bir yargılama ve hüküm vermenin kurbanı olmuştur. Adli hata, ismi üstünde ‘hatalı’ verilen kararlara denir. Deniz Gezmiş, idam edilmek için yargı önüne çıkarılmış; yargılanması, ‘suçsuzluğunun kanıtlanmasına olanak verilmeksizin’ sadece idamını sağlayacak bir hüküm verilmesi doğrultusunda cereyan etmiştir. … Böylece TBMM’yi devirmek ve anayasayı kaldırmak yerine ideolojik bir dikta rejimi kurma suçlamasını haklı gösterme manzarası yaratılarak minareye kılıf hazırlanmıştır.”

Ülkemizdeki hukuksuzluklar ne yazık ki bugün de artarak devam ediyor. Aradan geçen yaklaşık 50 yıl gibi bir zamana rağmen günümüzde, adli hukuksuzlukların hâlâ artarak devam etmesi ve hukukun yerini hukuksuzluğun alması, çok gerilediğimizin ve daha vahim bir noktaya geldiğimizin de açık bir göstergesi…

O zamanlar Denizlerin idam edilmelerinin ve devrimcilerin haklı mücadelelerinin önünün tıkanmasına göz yumanlar, bugün ülkemizi elli yıl öncesinden de geriye götürdüler. Ne yazık ki ülkemiz adına hazin bir durumla karşı karşıyayız.

Yazımı; Deniz Gezmiş’in babası Cemil Gezmiş amcamızın idamlar hakkındaki sözleriyle ve rahmetle anarak tamamlıyorum:

“Allah herkese böyle bir evlat nasip etsin derim her zaman. Benim yüzümü yere bırakmadı ya. Birisinin koltuğuna, kuyruğuna girip şahsi çıkar için herhangi bir kötü kötü iş yapmadı ya, kendini toplum için feda etti ya, bu yeter bana!..”