Siyasal gücü yüzyıllar önce ele geçirenler –belli ki- sistemin böyle işlemesi gerektiğinde karar kılmışlar. Muhalefet etme tarzını basit bir seçim aritmetiğine indirgemek ve bunu prosedüre bağlamak politik yaşamın genetiğini bozan sistematik müdahalelerden biridir. ‘Siyasal İktidar-kurumsal muhalefet’ ikiliğinin ipini pazara çıkarmak ve itibarını sarsmaksa kurucu politikanın fitilini ateşlemek demektir

6 sorun 1 öneri

Devrim korkutucudur ama seçim kampanyaları da iğrençtir / Nicolas Gomez Davila

‘Sistemik iktidar’ ile ‘sağ ideoloji’ arasındaki kan bağından yola çıkarak denebilir ki; muhalefet, ‘soldan’ yapılan bir ‘etkinliktir. Mevcut iktidarı farklı yöntemlerle alt ettikten sonra ‘kurucu pratiklerle’ yoluna devam eder. Nahoş bir yaşamın içinden çıkar; çok daha iyisini kurmaya koyulur. Oluştuğu andan itibaren arzusu bu yöndedir, devamında da bu arzu tarafından yönlendirilir. Önemli olan kendi karşıtını yaratmaması, genişlemek uğruna sağ popülizme kaymamasıdır. Aksi halde doğal yöneliminden sapar, alt ettiği iktidarın yeniden içten içe filizlenmesine neden olur. Dolayısıyla birinci öncelikli sorun ‘sağ popülizm’ hastalığıdır.

Peki, muhalif bir hareketin kendi karşıtını yaratmaması ne derece mümkündür? Farklı sosyal sınıflardan, kültürlerden, inançlardan ve siyasal gruplardan insanlar -herhangi bir rasyonalitesi olmayan- futbol taraftarlığı zemininde bir araya gelebiliyorlarsa, rasyonalitesi yüksek pek çok zeminde bütünleşmeleri çok daha kolaydır. Sorun, sistemik kültürün, insanlarla bastıkları zemin arasına sokuşturduğu ‘ara yüzlerdir’ ki, suni öznelliklerden popüler kimliklere kadar çeşitlilik gösterirler. İnsanların, kendilerine, birbirlerine, velhasıl politik yaşama yabancılaşmasına neden olan bu ‘ara yüzler’ bizce ikinci öncelikli sorundur.

Bir önceki yazımızda ‘üretim bandının’ parçalandığından, emeğin de farklı formlara bürünerek (yeni) alt sınıfların oluşmasına yol açtığından söz etmiştik. Artık, ‘kurumsal olan’ ve ‘kurumsal olmayan’ emekten de söz ediliyor. Şirketlerde/fabrikalarda çalışanlar da var, evlerinden tek başlarına hayatlarını kazanmaya çalışanlar da. Tümüne ‘proletarya’ diyen de var, ‘proletarya-prekarya’ ayrımı yapan da. Adı ne olursa olsun, sonuçta hepimiz yaşamak ve yaşatmak için ‘emek’ harcıyoruz. Birileri de bu emeğimizi sömürerek semirmenin derdinde. Politik sistemin türünü belirleyen, dahası yaşam kuran (ortak) bir ‘değerin’ muhalefetin bağlayıcı normu olamayışı ‘ikinci’ öncelikli sorundur ve bütünlüklü bir anti-kapitalist tavır yoksunluğunun temel nedenidir. Diyalog, eklemlenme, işbirliği vb. pratikleriyle sorun aşılabilir; bu işi hızlandıracak olan iktidar baskısı ve ortak mağduriyet yaşamda fazlasıyla mevcuttur.

Muhalif grupların ve bireylerin iktidarla ya da herhangi bir tehditle mücadelesi kendi aralarındaki birleşmeyi gerektirir. Pek çok canlı, zorlu bir avın üstesinden gelmek veya soğuktan korunmak için benzer refleksi gösterir. Hedefleri arasında benzerlik olan muhalif grupların yöntem konusunda yaşadıkları itilaflardan ötürü çatışmaları ve bölünmeleri bir tür ‘iktidar hastalığıdır’, sonu hep hüsran olmuştur. Çatışarak ve bölünerek, daha homojen, daha saf yapıya kavuşmak mümkünse de, bu tercih politika bilimiyle ve reel-politikle çoğu zaman çelişir. Hâlbuki son derece hareketli ve değişken bir politik iklimde bu tür grupların esnemeleri ve kendilerini güncellemeleri hayati öneme sahiptir. Zira örgütlenme ve direniş pratikleri itibarıyla değerli gruplardır. Birleşmeye meyletmemeleri ya taktik hatadır, ya da işin içinde ‘bit yeniği’ aranmalıdır. Taktik hata, muhalifliğin ontolojik(yapısal) esprisini idrak edememekten kaynaklanır; bit yeniği ise (zaten) muhalif saflarda yer tutmamakla ilgilidir. Ancak her iki durum, iktidarın varlığına -dolaylı ya da doğrudan- katkı sunar. Bu da ‘üçüncü’ öncelikli sorundur.

200. doğum yıldönümünü kutladığımız K. Marx, teoriyi hurafelere sürükleyen bütün bilinmezlerin çözümünün insan ‘pratiğinde’ bulunduğunu söyler. (Benzer ifadeyle) bir teorinin doğruluğu veya yanlışlığı eylem sırasında ortaya çıkar. İyi kötü ‘yaşanmışlık’ dediğimiz pek çok şey, tıkanıklıkların açılması, yeni açılımların yaratılması ve kurucu politika aşamasına geçilmesi açısından önemlidir. Mevcut muhalif oluşumların teorik ve pratik çelişkilerini çözememeleri ‘kurucu politika’ aşamasına geçmelerini güçleştirmektedir. Böylece sistem, kendi yapısallığıyla uyumlu bileşenleri ve alışkanlıkları kolayca kabul ettirmekte, bu sayede ayakta kalmaktadır. Malumunuz o bileşenlerden biri ‘sistemik iktidar’, diğeri ‘kurumsal muhalefet’ şeklinde belirmiştir. Bu belirişin ne derece kendiliğinden ne derece taktik olduğu tartışılır. Siyasal gücü yüzyıllar önce ele geçirenler –belli ki- sistemin böyle işlemesi gerektiğinde karar kılmışlar. Muhalefet etme tarzını basit bir seçim aritmetiğine indirgemek ve bunu prosedüre bağlamak politik yaşamın genetiğini bozan sistematik müdahalelerden biridir. ‘Siyasal İktidar-kurumsal muhalefet’ ikiliğinin ipini pazara çıkarmak ve itibarını sarsmaksa kurucu politikanın fitilini ateşlemek demektir. Ülkede ‘tek adam’ tehlikesine karşı, içinde nice tek adamlar barındıran ittifaklardan medet umar hale geldik. Halk egemenliğinin yerle yeksan olduğu bir sistemde durumun daha da beter olmaması için “çaresiz” destek veriyoruz. Seçim öncesinin pespayeliğine bakarak diyebiliriz ki; seçim sonrasına ilişkin ‘dördüncü’ öncelikli sorun ‘İktidar-muhalefet’ klişesi ve klişenin dayattığı ‘kurumsal muhalefet’ alışkanlığıdır.

Küçük bir anekdot: Geçenler ofisteki ‘eğitimli’ gençlerden birisi “Abi bu akşam sizinkilerin maçı var” dedi. “Kimmiş onlar?” diye sordum. “CSKA Moskova-Dinamo Moskova” cevabını verdi. Gülümsedim... SSCB tarihe iyi bir giriş yaptı. Ne yazık ki sonradan bürokratik sınıflardan teşekkül bir toplum oldu çıktı. Adına kimileri “devlet kapitalizmi” dedi. Buna rağmen Blok’un 90’lardaki çöküşü, bütün dünyada Sol’un umutlarını da aşağıya çekti. Bugünün Rusya’sı Putin’e mahkûm tam bir kapitalist devlettir. Türkiye’ye gelince; 2018 itibarıyla ihtiyaç duyduğu kurucu/sol muhalefetin ne SSCB ile ne de Rusya ile ilgisi var.

6-sorun-1-oneri-462944-1.
Gezi, kapitalist politikanın ‘sistemik iktidar-kurumsal muhalefet’ bileşenlerine karşı ‘etik ve dayanışma’ bileşenlerinin devreye girdiği benzersiz bir süreçti, bizce eksik olan emek bileşeniydi. Başlangıçtaki birey ve grup inisiyatiflerinin sonradan bütüncül bir muhalefete evrilememesinin nedeni budur. Ancak bu durum, ülke tarihinin en dinamik, en geniş politik hadisesi olduğu gerçeğini değiştirmez.

‘Sömürünün ve baskının olduğu her yerde mücadele de olacaktır diyorsak, plazalar da fabrikalar gibi bu mücadelenin, eylemlerin ve hatta grevlerin yapılacağı yerler olmalıdır’. Bu sözler, 2008 krizinde işten çıkarılan “beyaz yakalıların” kurduğu Plaza Eylem Platformu’na ait. Sayıları az da olsa, iki hafta önce Maltepe’deki 1 Mayıs alanına coşkulu bir giriş yaptılar. Benzeri bir örgüte ve muhalif bilince sahip olmayan “eğitimli” gençlerin sol muhalefeti “CSKA Moskova-Dinamo Moskova” ölçeğinde algılamaları, politikayı da sandıkla sınırlandırmaları meselenin sandığımızdan daha sıkıntılı olduğunun göstergesidir ki, ‘beşinci’ öncelikli sorun olarak bir kenara not edilmelidir.

Bir başka anekdot: Gezi Hadisesi’nin ikinci ayıydı. Diş tedavimin seanslarından biri için polikliniğe gitmiştim. Otuzlu yaşlardaki diş doktorum işleme başlamadan önce aynen şöyle dedi: “Hocam ben bugüne kadar politikayla hiç ilgilenmedim, hatta apolitik olduğum bile söylenebilir. Gezi Parkı’nda olup bitenleri merak ettiğimden geçenler kalktım Taksim’e gittim. Parka girmeden önce bir sandviç alıp girişteki merdivenlere oturdum; rahat yiyeyim diye de cüzdanımı ve cep telefonumu çıkarıp yanıma koydum. Sandviçimi bitirdikten sonra bir sigara yakıp parka girdim. İnsanları, çadırları, afişleri, pankartları seyrederken vaktin nasıl geçtiğini anlamadım. Birden telefonumu ve cüzdanımı merdivenlerde unuttuğumu fark ederek telaşla koşmaya başladım... Bıraktığım yerde öylece duruyorlardı. Lafı gevelemeden söyleyeyim: Politikayla ilgilenmeye karar verdim”.

Dişçim –geç de olsa- kendi çapında bir “aydınlanma” yaşamıştı. Nedeni, geleneksel politikanın söylem düzeyinde bile vurgulamadığı ‘etik ve dayanışma’ pratiklerine tanık olmasıydı. ‘Etik ve dayanışma’ kurucu muhalefetin temel bileşenlerindendir; ‘emek’ bileşeni sayesinde ‘politik bilince’ evrilirler. Aksi halde romantik bir hikâyenin masum karakterleri olarak kalırlar. Gezi, kapitalist politikanın ‘sistemik iktidar-kurumsal muhalefet’ bileşenlerine karşı ‘etik ve dayanışma’ bileşenlerinin devreye girdiği benzersiz bir süreçti, bizce eksik olan emek bileşeniydi. Başlangıçtaki birey ve grup inisiyatiflerinin sonradan bütüncül bir muhalefete evrilememesinin nedeni budur. Ancak bu durum, ülke tarihinin en dinamik, en geniş politik hadisesi olduğu gerçeğini değiştirmez.

Özetle paylaştığımız 6 soruna dair önerimiz şudur: Sol muhalefetin önünün nasıl açılacağının ve kurucu politika aşamasına nasıl geçileceğinin ‘bilgisi’ ve teorileri hurafelere sürükleyen bilinmezlerin ‘çözümü’ Gezi’nin iyi-kötü pratiklerinden çıkartılmalıdır.