60’ıncı yılında Kavel’in güncelliği

Zafer Aydın

Türkiye işçi sınıfının mücadelesinin köşe taşlarından biri olan şiirlere, romanlara, filmlere konu edilen Kavel grevi 60’ıncı yılında. 28 Ocak 1963’te, Kavel Kablo Fabrikası’nda çalışan Maden-İş Sendikası üyesi 220 işçinin başlattığı grev, emekçilere reva görülen haksızlıklara karşı “hak” bayrağının açıldığı bir mücadeleydi. Güçler dengesizdi, bir tarafta bütün cesametiyle devlet ve sermaye vardı, diğer tarafta üzerlerindeki köylülük cüppesini henüz çıkarmamış işçiler. Bir tarafta paranın sağladığı devasa imkânlar vardı, diğer tarafta işçinin iradesi, birliği, dayanışması. Bir tarafta yasalar ve yasaklar vardı, diğer tarafta yasağa rağmen grev yapma kararlılığı. Büyük kapışmaya sahne olan grev, 36 günün sonunda başarıyla sonuçlandı.

Kolektif eylemin gücünü keşfeden Kavel işçileri, haksızlığa nasıl karşı çıkılması, sermayenin ve devletin dayatmalarına karşı nasıl mücadele edilmesi gerektiği konusunda önemli bir deneyim ortaya koydular. Kayda değer bir örnek oluşturdular. O günden sonra Kavel grevi hak temelli mücadeleler için kutup yıldızı gibi oldu, yol gösterdi. Bu özelliğiyle Kavel grevi, sınıf mücadelesinde bazen dikkat merkezinde oldu, bazen ihmal edildi, ama daima, yön bulmaya yarayan parlak bir yıldız olarak yerinde durdu. Kavel’de yaratılan deneyim, 60 yıl sonra Maden-İş Sendikası geleneğinin örgütsel ve kültürel devamı Birleşik Metal-İş Sendikası’na üye Bekaert ve Schneider Enerji işçilerinin greviyle yeniden anlam kazandı. Kavel’in 60’ıncı yılını selamlama grevi olarak Bekaert ve Schneider Enerji’de işçiler, yıllar önce olduğu gibi yasaklara değil hakka odaklanarak yürüdüler. Böylece Kavel deneyimini güncelleyip, aktive ettiler. 60 yıl arayla gerçekleşen grevleri bir tek kavramla tanımlamak istersek, bu “fiili eylem” olacaktır. Dün olduğu gibi bugünkü grevler de kanunlarla çizilmiş çerçevenin içine hapsolmadan ve yasağa rağmen gerçekleştirildi. Her iki dönemin grevleri de cesaretin ve özgüvenin ürünüydü.

Kavel grevi bir yandan işçilerin 1957 yılından itibaren yılda bir kez ödenen ikramiyenin ödenmesi talebini içeriyordu, diğer yandan da özgürlükçü perspektifle, grev hakkını hedefliyordu. Çünkü 1961 yılında yürürlüğe giren Anayasa, işçilere grev hakkını tanımıştı, ama ortada grev kanunu yoktu. Dahası yürürlükte olan yasalarda grev yasağı sürüyor, grev yapan işçinin hapisle cezalandırılacağı hükmü, bir tehdit unsuru olarak varlığını koruyordu. Kavel grevi gerek ikramiye hakkının ortadan kaldırılmasına gerekse grev yasağına karşı yani sermayenin ve devletin dayatmalarına boyun eğmeme iradesi olarak şekillendi. Anayasa’da tanınan bir hakka uygulamada, sermayenin ve iktidarın takındığı negatif tutumun, fiilen aşılabileceğini gösterdi. Kavel grevi moral gücünü, 1961 Saraçhane’de yapılan, işçi sınıfının bütün gücüyle varlığını, taleplerini ortaya koyduğu mitingden, mitingde yapılan “grev hakkını ya verecekler ya da yasağa rağmen grev yaparız” konuşmalarından ve mitingin sonunda yayınlanan, 3 maddelik “Sendika özgürlüğünün tam anlamıyla gerçekleşmesini, grev ve toplu sözleşme hakkının tanınmasını, bunların tanınmadığı takdirde fiilen grev yapılacağını” ilan eden açıklamadan alıyordu. Bu yanıyla Saraçhane Mitingi ve onu takip eden Kavel grevi, işçi sınıfının grev kanunu talebinin kararlı ve cesur ifadesiydi. Ortadaki problemi kendi inisiyatifi ve gücüyle çözüme kavuşturma hamlesiydi. İçeriğine etkisi zayıf kalsa da yasanın çıkış sürecini hızlandırdı. Hâl böyleyken Saraçhane’yi ve Kavel’i görmezden gelen, sınıfın mücadelesini hesaba katmayan “İşçi hakları yukarıdan verildi” ezberi, özellikle son 40 yıldır tedavülde. Aynı şekilde “İşçilere grev hakkını Ecevit verdi” söylencesi de. Oysa Kavel grevi olmasa, grev kanunu için kim bilir kaç bahar daha beklenecekti. Nitekim dönemin MESS Genel Sekreteri İlhan Lök’ün tanıklığı da bunu doğrulamaktadır. İlhan Lök’e göre önceleri grev kanunun çıkışını geciktirmeye çalışan işverenler, “Kavel grevi ile ortam derebeyliğe gidiyor” diye, kanunun çıkışından yana olmuş, hükümete bu yönde telkinlerde bulunmuşlardı.

Kavel’de işçiler greve çıkarken ortada bir grev kanunu yoktu. Bekaert’ta ve Schneider Enerji’de ise, işçilere grev hakkını tanıyan yasal düzenleme yürürlükteydi. Her iki işyerinde de işçiler toplu iş sözleşme görüşmelerinde yaşanan uyuşmazlık karşısında bu haklarını kullanarak grev kararı aldılar. Bekaert’te 400 işçinin başlatacağı grev AKP iktidarı tarafından erteleme adı altında keyfi biçimde yasaklandı. Bekaert işçileri keyfi yasağı tanımayarak 13 Aralık 2022 tarihte fiilen greve çıktılar. 18 gün süren grev başarıyla sonuçlandı. Schneider Enerji’de ise 350 işçinin 23 Ocak günü başlattığı greve yine bir gece yarısı kararnamesi ile yasak getirildi. Schneider Enerji işçileri de yasağa rağmen greve devam ettiler ve sonuç aldılar. Bu iki grev de bir kez daha tarihe not düşmüş oldu ki, hak ihlallerine karşı verilecek mücadelenin de hakları geliştirme yolu fiili mücadeledir.

Kavel grevi, ikramiye gibi işçilerin bireysel haklarını bir bağış, lütuf gibi gören, grev hakkını geciktirmeye çalışan zihniyete karşı “hak” iddiasını öne çıkartan bir eylem olarak gelişti. Devam eden süreçte hak temelli mücadeleler yoluyla hem hak kavramının geniş bir meşruiyet zeminine kavuşmasını hem de sosyal hakların belli bir standarda kavuşması sağlandı. Bekaert ve Schneider Enerji grevleri ise işçilere ödenen ücret dâhil her türlü hakların lütuf olarak görüldüğü, işyerlerinde işverenlerin, ülkede tek adamın bağışçı uygulamalarının hüküm sürdüğü bir ortamda gerçekleşti. “Verilenle yetinmelisiniz” dayatmasına Bekaert ve Schneider Enerji grevleri radikal bir yanıt oldu. Böylece emekçileri aşağılayan “sadakacı-babacı” yaklaşımlara karşı hak talebi yükseltilerek, izlenmesi gereken yola dair önemli bir örnek oluşturuldu.

Kavel’in 60’ıncı yılında gerçekleşen Bekaert ve Schneider Enerji grevi, sınıf hareketinde sürekliliği, sosyal bir hareket olarak sendikal hareketin kendini yenileme gücünü, tarihten öğrenme kapasitesini ortaya koydu. Son yıllarda ne zaman işçi sınıfı tarihine dair konu açıldığında karşımıza çıkan “Nerede o eski işçiler?” sorusuna da bir nevi cevap oldu. Aynı zamanda sınıf mücadelesinde baskın özelliğin değişen koşullar değil, ortak çıkarlar etrafında örgütlenen işçilerin birliği ve dayanışması olduğunu da gösterdi. Sözü, “Gölgeler Sesi Örtmez” şiiri ile Kavel grevinin sürekliliğine işaret eden Ahmet Oktay’a bırakarak, işçi sınıfına bu önemli deneyimi armağan edenleri ve ona yeniden can verenleri selamlayalım:

Sonra güz yazla birlikte sürer
herkes onlarla birlikte sürer
her şey sizinle birlikte sürer

Kavelciler, Kavelciler, Kavelciler.