Yeni hükümet ile birlikte gündeme gelen “dış politikanın değiştirilmesi” tartışmalarını “Sadabat’a Paktı’na dönüş” olarak değerlendirebiliriZ

65. Hükümetin “yurtta savaş cihanda sulh” siyaseti!

HAKAN GÜNEŞ* / @hakangunesh

2002’den bu yana kısa ömürlüler dahil toplam 7 AKP hükümeti görev aldı. 8. AKP hükümeti Binalı Yıldırım liderliğindeki 65. Hükümet programında bazı önemli revizyonlar öne çıkıyor. 65. Hükümet programında “başta komşularımız olmak üzere, tüm ülkelerle sorunları geride bırakma ve ortak çözümler üretme” yaklaşımı sergileneceği ifade edildi. Bu yaklaşımın çok daha açık anlamı hem Başbakan Yıldırım hem de hükümet sözcüsü Numan Kurtulmuş tarafından kamuoyuna aktarıldı. Buna göre “az düşman çok dost” edinilecek. Öncelikle yakın coğrafyada, özelikle İran, Irak ve Suriye ile ilişkiler özel bir başlık oluşturuyor. İsrail ve Rusya ise öncelikli anılan diğer iki ülke.

65. Hükümetin formüle ettiği dış politika hedefleri bir tercih mi zaruret mi? Hedefleri açısından başarı şansı var mı? İç politik gündem dış siyasetten farklı yürütülebilir mi? Ya da tersinden soracak olursak “cihan da sulh yurtta savaş” siyaseti temel mantığı açısından başarılı bir formülasyon olabilir mi? AKP yönetiminde geride bıraktığımız 13 yıl ve yeni hükümetin 3 haftası bu sorulara yanıt vermek için yeterli veriyi sunuyor.

Kürt sorunun belirleyiciliği: Sadabat siyasetine geri dönüş

Yeni hükümet ile birlikte gündeme gelen “dış politikanın değiştirilmesi” tartışmalarını “Sadabat’a Paktı’na dönüş” olarak değerlendirebiliriz. Son 3 hükümetin izlediği Ortadoğu siyasetinden geleneksel siyasete dönüş yani Kürt meselesinde statüko odaklı Ortadoğu politikasına dönüş anlamını taşıyor. Ancak bu da “geç kalınmış” bir U dönüşüdür. Duvara çarparak bir U dönüşü yapılmaya çalışılmaktadır. Dünya ve bölge denkleminin önemli değişiklikler barındırdığı şartlarda bir önceki siyasetin parametreleri varmış gibi siyaset üretme çabası en hafif tabirle anakronik bir dış siyaset olarak tanımlanabilir: Bütün seçenekleri tükettikten sonra dönüp ‘Irak bütünlüğü’ ve ‘Irak’la iyi ilişkiler’, ‘Suriye bütünlüğü’ ve ‘Suriye ile iyi ilişkiler’ talep etmek yani Kürtlerin nefes almadığı ve herhangi bir statü elde etmediği geleneksel formüle dönelim isteği Bağdat, Tahran ve özellikle Şam ile artık çok gerçekçi bir siyaset seçeneği gibi durmuyor.

Anımsayacak olursak Sadabat Paktı Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında imzalanmış bir barış ve sınırların karşılıklı güvence altına alınması anlaşması idi. Ancak asıl önemli yanı yakın zamana kadar özellikle Ankara-Tahran-Bağdat hattında Kürt sorunu konusundaki önemli bir mutabakatı temsil etmesi idi.

Sadabad Paktı’nn temel nedeni olan Kürt sorunu, antlaşmanın 7. maddesinin şu ifadelerinde saklıdır: “Bağıtlı taraflardan her biri, kendi sınırları içinde diğer bağıtlı tarafların kurumlarını yıkmak, düzen ve güvenliğini sarsmak veya politik rejimini bozmak amacıyla silahlı çeteler, birlikler veya örgütlerin kurulmasını ve eyleme geçmelerini engellemeyi yükümlenir”. Zaten süreç içerisinde antlaşmanın diğer maddeleri işlevsiz kalmış, ancak 7. madde anlaşmanın devamını sağlamıştır. 1979 devrimi sonrası İran’daki İslami rejim, paktı feshettiğini ifade ederek anlaşmanın hukuki varlığı tümüyle kaldırmış olsa da 7 madde mutabakatı devam etmiştir. Taraflar birbirleri ile olan anlaşmazlıklarında diğer ülkenin Kürtlerine hafif kapı aralasalar da kritik dönemeçlerde üç ülke de Kürt sorununda statükocu çizgiye son tahlil de sadık kalmıştır. Bu denklemin dolaylı aktörü olan Suriye son 5 yılda Kürt sorunu çerçevesindeki gelişmelerin de önemli bir aktörü durumuna gelmiştir. Suriye savaşı Kürt sorunu çerçevesindeki geleneksel mutabakatı Şam-Bağdat-Tahran hattında yeni bir düzeye taşımıştır. Ankara Sadabat’a geri dönmek istese de artık masada eski ortaklarını görebilmesi hayli zor bir olasılık haline gelmiş durumda.

Kürtler konusunda partner bulmak zor!

Az düşman çok dost politikası çerçevesinde “sorunları geride bırakma” ve Kürtler karşısında eski parametreler ile yeniden masaya oturma önerisi Türkiye açısından çok zor bir süreç olacak: Bu kadar kredi kaybetmiş, sahada güç kaybetmiş, etkinlik kaybetmiş, inandırıcılık kaybetmiş bir aktör, artık Tahran, Şam, Bağdat nezdinde ne ölçüde ciddiye alınacaktır? Elbette söz konusu ülkelerin de Arap ve Fars milliyetçiliklerini temel alan siyasetleri var ancak onlar Kürt sorunun en azından Suriye boyutunda Ankara ile yeni bir anlaşma ihtiyacı içinde görünmüyorlar.

Keza artık Ortadoğu denkleminde Rusya’nın da bulunması ve Kürt hareketinin elde etmiş olduğu yüksek saha gücü ve siyasi manevra kabiliyeti denklemi hayli farklı bir noktaya getirmiş durumda. Burada şu noktaların altını çizebiliriz. Örneğin PYD’nin aynı anda Moskova temsilciliğini takiben Prag ve Paris temsilciliklerinin açılması çok büyük diplomatik önemi olan bir konu. Burada bugüne kadar daha çok sayıda temsilcilik olmasını engelleyen unsur Almanya faktörüydü. Fakat Ermeni Soykırımı kararıyla birlikte burada da bir değişiklik olduğunu görüyoruz. ABD’nin Suriye savaşında PYD’ye verdiği stratejik öncelik, aynı anda Rusya-PYD ilişkilerindeki gelişmeler ile ele alındığında tablo Erdoğan için hiç de parlak görünmüyor.

Kürtleri kontrol altında tutma odaklı, bölgesel iş birliğine dayalı dış politikaya dönme çok fazla uluslararası partner bulacak gibi görünmüyor.

Şam ile yakınlaşma çabalarını sonuç verecek mi?
65-hukumetin-yurtta-savas-cihanda-sulh-siyaseti-147424-1.

Yukarıda ifade ettiğimiz yeni dış siyaset denklemi için atılan adımlar kamuoyuna yansımaya başladı. Kilit ya da düğüm noktası elbette Ankara-Şam ilişkileri. Hükümete yakın bazı çevreler dolaylı yollarla Şam ile temas kurmaya başladılar. Geçtiğimiz hafta malum “Ergenekoncular” vasıtasıyla başlayan dolaylı görüşme trafiği Şam’dan olumlu yanıt almış görünmüyor. En azından bu aşamada. Çünkü Ankara’nın yeni teklifini götürdüğü sırada, desteklediği cihatçı güçlerin de Halep’te saldırıya geçmesi hala “eski sorunları geride bırakma” konusunda Ankara’nın ileri sürdüğü adımları atmayacağını gösterdi. Peki Halep konusu netleştikten sonra Şam Ankara ile Suriye’nin kuzeyi konusunda görüşmeye başlayacak mı?

Ankara ve Şam pazarlık için görüşebilir!

Türkiye ile Suriye ilişkilerinin önümüzdeki süreçlerde daha kötüye gitmeyeceği hatta belirli bir normalleşme yaşayacağını düşünülebilir. Eski günlere dönüş anlamına gelmese de belirli ölçülerde bir normalleşmeden söz edilebilinir. Peki Şam›da bunu yaparsa niçin yapacak? Şam’ın Ankara ile stratejik bir işbirliğine girmesi AKP rejimi olduğu sürece imkansız ancak Esad’ında kendine ait bazı hamleler için sınırlı bir manevra irtibatı gerçekleştirmesi mümkün: Esad, PYD ve kantonları ezmek için değil, PYD ve kantonlarla anlaşma yapmak için Türkiye ile belirli “normalleşme” sinyalleri verebilir. Suriye içi nüfuz bölgeleri haritasında kimin nereyi kontrol edeceği konusunda ve özellikle Arap ağırlıklı bölgelerde bunun pazarlığı olabilir. Bunu da siyasetin doğal bir yansıması olarak görmek gerekir. Bu gerçek bir işbirliği olmayacak. İlk Ankara-Şam görüşmesi olduğunda bunun Şam-PYD pazarlığında taktik bir unsur olacağını ve daha ötesine geçmeyeceğini görmek için kahin olaya lüzum yok.

Ankara’nın imkansız denklemi

65. Hükümet programında ve sonrasında yapılan açıklamalarda ifade edilen yeni dış politikanın en büyük açmazı yapılan önerinin anakronik olmasından da öte bir sorunu barındırıyor olması. Kısa vadede olmasa da orta vadede bölge ülkeleri ve küresel aktörler ile daha uyumlu bir nokta inşa edebilir. Ancak iç siyasette diğer tüm adımları belirleyen yaklaşım Başkanlık sisteminin getirilmesine yaslandığından, dış siyasette de çözülemez sorunlar beraberinde zuhur ediyor: Tek adam rejiminin inşasına odaklanan 65. Hükümetin temel siyaseti, içeride milliyetçi mobilizasyonu olabildiğince yükseltme zorunluluğuna dayalı. İçeri de savaşı tırmandırarak sağlanan “millli mutabakat” koalisyonunun çeşitli unsurları Şam’a ve Moskova’ya barışma elini uzatırken somut olarak Ortadoğu’da Kürtleri partner olmaktan çıkarıp “ılımlı cihatçıları” yeni müttefik olarak kabul edin demektedir. Tam olarak imkansız formül işte budur. Yeni Ortadoğu denkleminde “yurtta savaş cihanda barış” istemek Kürt hareketini kendi öz gücüyle imha edemediğin sürece AKP için imkansız görev olarak kalacak. İyi de dışarda dost isteğinin altında yatan neden tek başına bu konuda başarı sağlayamayacağını kabul etmesi değil miydi zaten?

65. Hükümet imkansız görevi ile milli mutabakat hislerine seslenmeyi başarmış görünüyor. Bu da onu içeride biraz daha güçlü kılıyor. Ancak yeni dış siyasetinin gerçekçi olmayan varsayımları ve inandırıcı olmayan teklifleri bumerang gibi dönüp içeride de sıkışmasına hizmet edecek. PYD’nin Moskova, Prag ve Paris temsilciliklerine Berlin ve Londra’nın eklenmesi pek muhtemel iken Ankara’nın Erbil ile dost güçler koalisyonuna sıkışması ne yeni ne de önemli bir başarı gibi görünmüyor.

* Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi