657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu, memur statüsündeki kamu çalışanlarının hakkını kendilerine rağmen koruyan, iş güvencesini garantiye alan bir yasa. Şunu bilmekte yarar var; kanunun memur çalışanı güvenceye alan maddeleri, uğruna mücadeleler verilerek elde edilmiş kazanımlardan değil. Kanunun gerekçesinde de belirtildiği gibi Türkiye Cumhuriyeti Devleti, planlı kalkınma dönemini başlattığı yıllarda, devlete hizmet edeceklerin motivasyonunu artırmak için kamu çalışanlarının hukuki pozisyonlarını düzenleme gereği duymuş ve bu kanunu çıkarmış.

657 Sayılı Kanun, son İnönü Hükümeti tarafından hazırlanıyor. Hükümetin Çalışma Bakanı Bülent Ecevit. Kanun, 1960 yılında kurulan Devlet Personel Dairesinin hükümetin talebi üzerine 1962 yılında yaptığı çalışma olarak ortaya çıkıyor ve 23 Temmuz 1965’te Resmi Gazetede yayımlanarak yasallaşıyor. Bu noktada dikkat çekmek istediğim konu, kanunun Meclise sunuluş gerekçesi; çünkü daha sonraki düzenlemeler ve şu sıra “reform” adı altında değiştirilmek istenen kanuna ruhunu veren bu gerekçedir.

657’nin gerekçesinde, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra artan hayat pahalılığının “sisteme bağlı kalan” çalışanları mağdur ettiğinden; bunun sonucu olarak memurların devlete hizmet “şevkinin” kırdığından söz ediliyor. Şevki kırılmış çalışanlarla beş yıllık kalkınma planlarının başarıya ulaşamayacağı açıkça belirtiliyor. “Plânların, ne derece mükemmel hazırlanmış olurlarsa olsunlar, nihayet beşerî unsur tarafından uygulandığını, yatırımların ne derece sağlam ve bol kaynaklara dayanırlarsa dayansınlar, yine beşerî unsur tarafından yapılacağını unutmamak şarttır.” Kanun elbette kamu çalışanlarını “memur” olarak görüyor ve öncelikle memurluğu devlete sadakat olarak tanımlıyor. Fakat gerek bu ifadeler gerekse bir bütün olarak kanun gerekçeleri, sadakatin ve memurdan elde edilecek verimin bu günün aksine, idari ve ekonomik baskı araçlarıyla değil, önemli ölçüde ödüllendirmeyle sağlanacağına inanıldığını gösteriyor.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Batı’nın kapitalizmi yeniden üretme, sosyalist talepleri savuşturma girişimi olarak ortaya çıkan “Sosyal Devlet” kavramı, Türkiye’de 1961 Anayasası ve çalışma hayatını düzenleyen kanunlarda görülmeye başlandı. Her ne kadar haklar Avrupa’dan, yükümlülükler ABD’den alınmış olsa da İsmet İnönü imzası ile TBMM’ye gönderilen kanun tasarısının gerekçesinde “insan hakları”, “sosyal hak” ve “iş hukuku” ilkelerinden “ilham” alındığının belirtilmesi ilk olması bakımdan önemlidir.

Kısacası 657 ile sadece kamu çalışanlarının devletle olan ilişkisi düzenlenmiyor (ne ölçüde başarıp başaramadığı ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte), devletin sunduğu kamu hizmetlerinin nitelikli hale getirilmesi de öngörülüyor.

Özellikle Türkiye’de devlet, artık kamusal sorumluluklarından sıyrılmak istiyor. Başta sağlık ve eğitim olmak üzere yükümlülüklerini ya piyasaya devrediyor ya da piyasa kurallarına uygun olarak kendisi bir bedel karşılığı olarak sunuyor. Kamu çalışanları ise bu dönüşüme itiraz etmeyerek “hizmet” erbabı olma yerine tezgahtârlık yapmaya razı oldular. Kamu hizmeti alan ve sunan, yani bir bütün olarak halkımızdan da itiraz gelmedi. Kamu hizmeti sunan devlet yoksa doğal olarak bu hizmeti “şevkle” sunana da ihtiyaç duyulmayacaktır!

AKP hükümetleri, başından beri bu yasanın memurların ekonomik ve özlük haklarını koruyan maddelerini ortadan kaldırmaya çalışıyordu. 657’yi mülga edecek Kamu Personeli Yasa Tasarısı’nı ta Ekim 2005’te tartışmaya açmıştı. Fakat bu kez, 1 Kasım seçiminin verdiği güçle memurlara güvence olan maddeler yerine, memurlar yasadan çıkartılacak. Belki bundan ötürü olayın farkında olan örgütlü kamu çalışanları bir tepki ortaya koyabilir. Erdoğan’ı kaygılandıran da bu olmalı ki “Ne yazık ki bu paralel yapı devletin içerisine sızmış virüs gibi. (…) Her şeyden önce 657 değiştirilmediği sürece bu iş çözülmez” diyerek yapılacak değişikliği “Paralel Yapı”yla ilişkilendirdi. Eminiz ki aleyhte gösterileri bu bağlamda değerlendirip terör örgütüne destek vermekle de suçlayacak.
Haklarını savunacağımız kamu çalışanı kaldı mı, bunu da ayrı bir yazıda tartışalım.