60’lar fırtınalı yıllardı. Bizde ve dünyada…

ABD Vietnam Savaşı’nın ateşiyle ısınmaya, 60’ların sonlarında da yanmaya başlamıştı. 63’de bir keskin nişancının mermisi Robert F. Kennedy’i koparmıştı dünyadan. Biriken toplumsal enerjinin Avrupa’da patlamasına ramak kala, 4 Nisan 1968’de, bu kez bir başka keskin nişancı, yurttaş hakları hareketinin en önde gelen isimlerinden Martin Luther King’i katletmişti.

Vietnam Savaşı protestoları Avrupa’ya da sıçramıştı ve her yere yayılıyordu. Fransa’da faşistler protestocu öğrencilere saldırıyor, fırtınalı 60’ların 68’i bir “isyan yılı”na dönüşüyordu. Bir başka dünya düşleyen gençler üniversitelerinden sokaklara çıkıyorlardı.

Burada 68’liler 6. Filo’yu kovalıyor, devrim koşusunun en güzel 100 metresini koşanlar kendi idam sehpalarını tekmeliyorlardı, sloganlarla!

Tam yarım asır önce, 50 yıl yani, Fransa’dan dünyaya yayılan bir hareket kendi sloganları ve gençliğin olanca yaratıcılığıyla, tarihin önemli kırılma noktalarından birini yaratıyordu.

68 Mayısının 50. yılı dünyanın pek çok ülkesinde değişik etkinliklerle anılıyor. Fransa’da şimdi, gençler değil belki ama demiryolu işçileri sıkıştırıyor Macron’u.

Ne hazin ki, 68’in Kızıl Danysi Daniel Cohn-Bendit, bugün Macron’un yanında. Hüzün verici evet, ancak yılların inancından ve mücadele azminden hiçbir şey götüremediği hep genç 68’liler de var. Saygıyı hak ediyorlar!

Seamos realistas y hagamos lo imposible! demişti Che Guevara; “Gerçekçi olalım ve imkânsız olanı yapalım!68’lilerin ağzında “Gerçekçi ol, imkânsızı iste!”’ye dönüştü o slogan.

“İmkansızı istemek” hep genç olmakla, hep genç kalmakla mümkün. Sadece gerçekçi olmak yaşlılara mahsus.

Vite!” diye haykırıyordu Paris sokaklarında gençler; Çabuk! Aceleleri vardı.

Yarım asır geçti o sloganların üzerinden. Çok sular aktı köprülerin ardından. İstedikleri, düşledikleri imkansızın epey uzağındayız hala. Ama çok şey de kaldı geriye 68’den; insanlığa “imkansızın” yolunu gösteren ve imkansızın ancak onu istemekten vazgeçtiğinizde imkansız olacağını hatırlatan.

Barikat caddeyi kapatır, ama yolu açar” diyorlardı. “1968’de özgür olmak katılmak demektir” diyorlardı. “Kaldırım taşlarının altında kumsal var”dı.

Şimdi, 50 yıl geçse de üzerinden hala genç, hala canlı 68 sloganları. Hala baştan çıkarıcı: “İnsan aptal ya da zeki değildir; ya özgürdür ya değildir!”

Söz ebesi halimize; sadece okuyan, yazan, konuşan halimize, şehvetle konuşup tartışırken yapmaktan uzak kalan halimize de isyandaydı sloganları. Hayatın içinde olmayı işaret ediyorlardı: “Az oku, çok yaşa!

Sloganları başkaldırıyordu 68’lilerin; düzene, kendi içlerindeki bağnazlığa, akıl dışılığa, esarete başkaldırıyordu. “Cellatlarımızla diyaloğa hayır” diyen tavizsiz radikallerdi. “Patronun sana ihtiyacı var, senin ona değil” diyorlardı. “Ne tanrı, ne patron” diyorlardı.

Laiktiler; aklı hiçbir otoriteye teslim etmekten yana değillerdi: “Kilisenin gölgesinde kim özgürce düşünebilir”di. “Yasaklamak yasak”tı.

Yepyeni bir dünyanın peşindeydiler ve köhneleşmiş düzenden hem kaçıyor, hem de onu kovalıyorlardı: “Koş yoldaş, arkanda eski dünya var!” “Ekonomi acı çekiyor, bırakın ölsün” diyorlardı.

Dayanışmacıydılar; “Sen başkalarını düşünürsen, başkaları da seni düşünür”dü. Öte yandan, biz 78’lilerin hiç olmadığı kadar da “birey”diler, aşka ve özgürlüklerine tutkundular: “Seviştikçe devrim yapmak istiyorum, devrim yaptıkça sevişmek istiyorum” diyorlardı.

50. yılında 68 Mayısının, bir 78’li olarak buradan geriye bakınca, hiç yaşlanmadığını görüyorum 68 sloganlarının. Kızıl Danyler yaşlansa da sloganları hep genç!

Bugün de, söylemekten çok eylemek gereken günlerdeyiz. Aklını kimseye emanet etmeyen özgür ve güçlü bireyler olmaya ve bir o kadar da dayanışmaya, birlikte olmaya ihtiyaç duyduğumuz günlerdeyiz. İmkansızı istemekten hiç vazgeçmemiz gereken günlerde…

68’e ve onun hep Mayıs kıvamındaki sloganlarına saygıyla!