Google Play Store
App Store

7 Ekim ve Gazze soykırımının İsrail, Ortadoğu ve dünya üzerindeki nihai etkisi, tüm cephelerde kutuplaşmanın yoğunlaşması oldu. ABD ve İsrail, Ortadoğu krizini klasik emperyalizm ve ekonomik neo-emperyalizm karışımıyla çözmeye çalışıyor. İlerici güçler olarak bizim rolümüz, baskıcı ve sömürgeci anı “kutsal sonuna” ulaştırmak

7 Ekim 2023 sonrası: Çelişkiler ve mücadeleler
Fotoğraf: AA (Arşiv)

Dr. Ofer Cassif - İsrail Komünist Partisi, HADASH-TA’AL Milletvekili

7 Ekim’de Hamas ve Gazze’deki diğer paramiliter güçler, İsrail’in güneyine bir saldırı başlattı. Batı Negev’e sızarak önce askeri üsleri hedef aldılar, daha sonra İsrail kasabalarına ve kibutzlarına ilerlediler, hatta yüzlerce kişinin katıldığı Nova Müzik Festivali’ne saldırdılar. Hamas, toplamda bin 200 kişi öldürdü, bunların 800’ü sivildi ve 240 kişiyi rehin aldı. Kısa süre sonra bombardımana başlayan İsrail, Gazze Şeridi’nde tam ölçekli bir işgal başlattı. O günden bu yana çoğunluğu sivil on binlerce, muhtemelen 100 binden fazla Filistinli öldürüldü.

Benim de iki yıldır uyardığım, çeşitli uluslararası ve İsrailli insan hakları örgütleri ile akademisyenlerin de tanıdığı gibi, İsrail’in Filistinlilere yönelik yaptığı şey açık bir soykırım. Ayrıca yaklaşık bin İsrailli asker de Gazze’deki işgal sonucu öldü. Gazze enkaza dönüştü, Batı Şeria’da yerleşimci şiddeti arttı. İsrail sosyal, ekonomik ve siyasi krizlere battı. Ortadoğu tarihi bir yol ayrımında. Birleşmiş Milletler ve Lahey ve diğerleri gibi uluslararası hukuk ve kurumlar vahşi saldırılar ve zorbaca gayrimeşrulaştırma girişimleri altındayken, uluslararası düzen belki de İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük tehditle karşı karşıya.

Irkçılık, bağnazlık ve üstüncülük, İsrail toplumunda her zaman bulunuyordu. Genelde yüzeyin altındaydı ama dikkatli bakana apaçık görünüyordu. Bu hisler, Batı Şeria’daki işgal, Gazze’deki abluka ve bombardıman ile İsrail’deki Filistinli vatandaşlara yönelik sistematik kötü muameleyi meşrulaştırmak için bu duygular gerekliydi. 7 Ekim sonrası yaygın şok, öfke ve korkunun bir sonucu olarak İsrail toplumu demokrasi maskesini, hele ki liberal olanını büyük ölçüde attı. Bir zamanlar marjinal kabul edilen soykırım söylemleri ana akım haline geldi. Filistinlilerin on yıllardır yaşadığı İsrail faşizmi, İsrail’in daha geniş sosyal ve siyasi yaşamına nüfuz etti. Tarihte sıkça görüldüğü üzere faşizm zorla gelmedi; korkmuş, öfkeli ve çoğunlukla kışkırtılmış bir halk tarafından açık kollarla karşılandı.

***

ZOR GERÇEKLERLE YÜZLEŞMEK

Bununla birlikte durum giderek kötüleştikçe, İsrail’in Gazze’de soykırım işlediği dünya tarafından daha net görülmeye başlandı, yaptırımlar arttı ve ülke giderek yalnızlaştı. İsrail kamuoyunun bazı kesimleri uyanmaya başladı. Hükümete ve savaşa karşı protestolar boyut, sıklık ve yoğunluk açısından büyüdü. Bu protestoların çoğu hükümetin rehineleri kurtarmasına odaklansa da soykırım karşıtı bloklar giderek büyüyor ve daha görünür hale geliyor. Hükümet karşıtı hareket büyümeye devam etmeli ve bu, ancak hükümetin Filistin meselesine yaklaşımındaki başarısızlıkların öne çıkarılması ve zor gerçeklerle yüzleşerek mümkün olabilir.

Bu zor gerçeklerden biri, Gazze’nin yok edilmesinin asla İsrailli rehineleri kurtarmak ya da İsrail ve vatandaşları için güvenliği sağlamakla ilgili olmadığıdır. Gazze yerleşimci şiddetinin dramatik şekilde arttığı Batı Şeria için bir sis perdesi görevi görürken Gazze ve Batı Şeria’daki İsrail vahşeti, Ekonomi Bakanı Bezalel Smothrich’in “Kesin Plan”ını hayata geçirmeye hizmet ediyor. 2017’de yayımlanan bu belge, yalnızca iki devletli çözüm olasılığını ortadan kaldırmayı değil, aynı zamanda Filistin halkının varlığını, halk ve bireyler olarak haklarını ortadan kaldırmayı hedefleyen, mesiyanik ve soykırımcı bir faşist strateji ortaya koyuyordu. Plan, üç temel unsura dayanıyor:

İsrail, işgal altındaki tüm Filistin topraklarını ilhak etmeli ve onlara hiçbir halk tanımamalı.

Kendilerine dayatılan statüyü kabul etmeyen tüm Filistinliler sınır dışı edilmeli.

Direnenler öldürülmeli.

7 Ekim, İsrail hükümetine bu planı uygulamaya koyabilmesi için mükemmel bir bahane sağladı.

7 Ekim ve Gazze soykırımının şok dalgaları sadece İsrail toplumunda değil, bölgede de yankılandı. Başbakan Netanyahu’nun Filistin meselesini baypas ederek Arap devletleriyle normalleşme stratejisi çöktü. Suudi Arabistan’la normalleşme artık açıkça Filistin sorunun ele alınmasına bağlı. İsrail, 7 Ekim’den bu yana Suriye, Lübnan, İran, Yemen ve Katar’da saldırılar düzenleyerek Ortadoğu’daki en istikrarsızlaştırıcı güç haline geldi. Onlarca yıl önce İsrail’le barış anlaşmaları imzalayan Mısır ve Ürdün bile, iç baskılar ve mülteci akını korkuları nedeniyle kendilerini giderek zor bir konumda buldu. İsrail’in bölgedeki konumu ise, ortalama bir Ortadoğulunun gözünde felaket bir seviyeye indi.

Diğer yandan Suriye gibi bazı ülkeler, İsrail ve Batı baskısına boyun eğme işaretleri gösterdi. Deyim yerindeyse “Onları yenemezsen onlara katıl.” Bu yaklaşımın ne kadar başarılı olacağı ve kaç ülkenin bunu takip edeceği belirsiz. Şimdilik İsrail ile normalleşme arayan herhangi bir Arap ülkesinin ya soykırım sona erene kadar beklemesi ya da büyük iç ve dış muhalefetle karşı karşıya gelmesi gerekiyor.

***

EMPERYALİZMİN DÖNÜŞÜ

7 Ekim ve Gazze soykırımı, uluslararası arenada da sözde “liberal dünya düzeninde” bir başka kırılmayı temsil ediyor. Başkan Trump liderliğindeki gerici güçler, Ortadoğu krizini klasik emperyalizm ve ekonomik neo-emperyalizm karışımıyla çözmeye çalışıyor. Netanyahu-Blair-Trump planı bu yaklaşımı somutlaştırıyor. Trump, Gazze’yi Tony Blair liderliğinde yabancı bir konsey tarafından yönetilen bir “serbest ekonomik bölgeye” dönüştürerek bölgedeki Amerikan emperyalizmini kendi imajına göre yeniden şekillendiriyor. Bu, Naomi Klein’ın Şok Doktrini: Felaket Kapitalizminin Yükselişi (2007) kitabında tarif ettiği “felaket kapitalizminin” klasik bir örneği: Savaşlar, halkın direnemeyecek kadar şaşkın olduğu anlarda radikal serbest piyasa reformlarını (özelleştirme, deregülasyon ve kemer sıkma gibi) zorlamak için fırsat olarak kullanılır. Bu strateji başarısız olmaya mahkûm. Çünkü temel sorunları, Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkının inkârını ve İsrail faşizminin derinleşmesini ele almıyor.

Bu sırada da bölgesel kriz ve dünya çapındaki protestolar, birçok ülkede iki devletli çözüm için desteği güçlendirdi. Fransız-Suudi önerisi, Trump’ın planının aksine İsrail’in yanında bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasının altını çiziyor. Filistin’in yaygın şekilde tanınması ve Fransa, İspanya, Kanada ve İngiltere gibi Batı ülkelerinin İsrail’e yönelik artan yaptırımları, İsrail’i etkili bir şekilde bir parya devletine dönüştürdü. Dünya nüfusunun çoğunluğu, yaşam süreleri içinde bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını her zamankinden daha fazla istiyor.

***

BASKI VE SÖMÜRÜ YENİLMELİ

7 Ekim ve Gazze soykırımının İsrail, Ortadoğu ve dünya üzerindeki nihai etkisi, tüm cephelerde kutuplaşmanın yoğunlaşmasıdır.

İsrail toplumu, iktidardaki mesiyanik faşistler ile büyüyen bir değişim hareketi arasında bölünmüş durumda. Ortadoğu, Arap gerici rejimler ile kendi halkları arasında bölünmüş. Dünya ise, cesaretlenmiş bir Amerikan ve Batı emperyalizmi, sermaye odaklı düzeni koruma arzusu ile Filistin halkı için gerçek adalet, gerçek barış ve gerçek özgürlük mücadelesi giderek büyüyen bir küresel hareket arasında bölünmüş durumda.

Marx ve takipçilerinin de gözlemlediği gibi, her toplum, çelişkili anlardan oluşan bir bütündür. Küresel düzen de öyle. Parçalı bir yapı değil, çelişkilerle dolu bir bütün. Bizim rolümüz, tüm ilerici ve demokratik güçler olarak adalet ve özgürlük mücadelesini temsil eden anla birlikte hareket etmek, baskıcı ve sömürgeci anı yenmek ve onu, Grundrisse’de yazıldığı üzere “kutsal sonuna” ulaştırmaktır.