8 Mart gibi anma günlerini bir sorgulama/değerlendirme günü olarak gördüğümden, Türkiye’de CEDAW’ın kabulünden sonra geçen 20 yıllık zaman içinde gelinen noktaya ilişkin nasıl bir değerlendirme yapılabilir diye düşündüm. Tam bir bilanço çıkarmaya ne yerim müsait; ne de böyle bir niyetim var. Bir kaç noktayı vurgulamakla yetineceğim.

1-Biliyoruz ki, her yıl olduğu gibi bu yıl da toplantılar, konuşmalar, araştırmalar, sayılar dökülecek ortaya. Çoğu da ah vah edilecek gerçekler olacak. Ama, sonra yine her yıl olduğu gibi hepsini bir yana koyacağız; çünkü hayat ve ülkenin gerçekleri daha fazlasına izin vermeyecek!

-Örneğin KA-DER, Meclis’ten hükümete, oradan valilere belediye başkanlarına kadar “kadınsız” yönetimleri ortaya koyuyor ve kadın-erkek eşitliği açsısından Türkiye’ye “sıfır” veriyor. 26 bakandan biri, 81 validen biri, 103 rektörden beşi kadın mesela...  Bir başka araştırma, gazete künyelerinde 147 erkeğe karşın 27 kadının yer aldığını söylemekte; genel yayın yönetmeni olan kadın sayısı ise, vali gibi, bakan gibi yalnızca 1...  625 şirkette üst yönetimde kadın oranı yüzde 11; beş yıl önce de aynıymış!

-Bunlar, olumsuzlukların en konuşulan yanları. Ya, yüzde 20’lerde kalan kadının işgücüne katılma oranı! Ya, çalışan kadının yarısının sigortasız çalışıyor olması! Ya, çalışan kadının üçte ikisinin kazandığını kocasına vermesi! Ya, güvencesiz, ya düşük ücretli işlerde  yoğunlaşan kadının yaşadığı geçim sıkıntısı, işten atılma korkusu, sırtlandığı yorgunluklar!

-Veya, aile içi şiddetin boyutları! Son yıllarda kentlerde sokak ortasında öldürülen kadınlar! Ya da şiddetin boyutları bilinirken sayısı bir türlü 50’yi, 60’ı geçemeyen sığınma evleri! Peki, ya, sığınma evinden sonra gidecek yeri, geçinecek parası olmayan kadınların umutsuzlukları! 

 2- Tüm bunlar tek bir şeyi gösteriyor; bu toplumda kadın-erkek eşitsizliği çok boyutlu ve toplumsal bir gerçeklik...  Bu gerçekliğin ortaya çıkmasında iki temel bariyeri gözden ırak tutmamak gerekmekte. Birincisi,  erkek egemen toplumun sosyo-kültürel yapısı, ötekisi de kapitalizmin insana aldırmayan ekonomi politikaları. İkisi bir araya geldiğinde ise, kadın adına olumsuzlukların katlanması kaçınılmaz. Türkiye’de olan da bu!

3-Eşitlik politikalarının erkek egemen kültürde kabulünün zor olduğunu biliyoruz. Modernleşme gereği olarak kabul edilse bile, -Türkiye’de olduğu gibi-hayata geçmesi için gereken adımları atmakta direnildiği açık.

-Bu direnç nedeniyle, eşitlik politikalarının ancak indirgemeci bir yaklaşımla ele alındığını görmekteyiz.  Yani yasal bazı düzenlemeler açısından bile ayak direnilmekte, uygulanan politika ise, eşitliğin gelişiminden çok, kadın açısından bariz bazı mağduriyetlerin giderilmesi yönünde olmaktadır.

4- Bu noktada eşitlik politikalarını biçimlendiren siyasal iktidarları da unutmamak gerekiyor. 

 Örneğin, bugün eşitlik politikalarının daha indirgemeci bir nitelik kazanmasında 2000’li yıllarda iktidarda olan AKP hükümetlerinin payını görmemek mümkün değil. AKP muhafazakar söylemi ve uygulamalarıyla erkek egemen toplumun geleneksel değerlerine sahip çıktığını her fırsatta ortaya koymaktadır. Benimsediği ekonomi politikaları da, kapitalist dünyaya eklemlenmekten öte değil.

Dolayısıyla 90’lı yıllarda bir parça güç kazanmaya yönelen eşitlik politikalarının, cinsiyet eşitliğine ihtiyaç duymayan, kadını geleneksel rolü içinde görmek isteyen bir siyasal iktidar elinde güçlenmesini değil, irtifa kaybetmesini bekleyebilirsiniz ancak. Görülen de bu! KSGM’nin el attığı alanların giderek toplumsal cinsiyet eşitliğinden uzaklaşıp, kadının aile içindeki konumuna kayması, kadın ve aileden sorumlu bakanlığın Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na dönüşmesi ne demektir?

-İsterseniz, 4+4+4 diye bilinen yasa teklifini de bunlara katabilirsiniz!

5- Sorunun ekonomik yanına gelince, istihdam artışından kopan büyüme, esnekleşmeden medet uman çalışma yaşamı, maliyet hesabında kısılacak tek faktör olarak ücreti gören iş dünyası, vergi toplayamadığı için sosyal harcamaları kısmaktan başka bir şey yapamayan,  sosyal devleti “adı var kendi yok” a dönüştüren devlet anlayışı gibi, söylenecek çok şey var. 

6-Bir ülkenin gerçekleri bunlar olunca, ne yazık ki, kadınlar için umutlanacak fazla şey olmadığını da bilmek gerek. Çünkü;

 -Sosyo-ekonomik politika ve yetersizliklerin eşitlik politikalarını şu veya bu şekilde etkilediği bir gerçek;

 -Toplumsal eşitsizliklerin büyük olduğu ülkelerde cinsiyet eşitsizliğine ilişkin politikaları değil, duyarlılıkları bile arttırmak mümkün görünmemekte;

 -Tüm bunları ve daha geniş bir çerçeve içinde ele almayan feminizmin, belli kesimdeki kadınların dışına çıkması, büyümesi de mümkün değil. 

 Bunları böylece daha kaç yıl sayıp dökeriz, orasını bilmiyorum. Ama olumlu gelişmeler ne zaman ve nasıl olacak diye düşünüldüğünde, kadınların kendi meseleleriyle toplumsal meseleleri bir arada düşünmeye başlamalarından başka bir şey aklıma gelmiyor.