'8 Mart' ne içindir?

Banu BÜLBÜL

Özgürlüğün bir varış noktası olmaktan çok bir yolculuk olduğunu biliyoruz. Her 8 Mart’ta bizden önce gidene bizden sonra gelene, mücadelemize, sevgimize, emeğimize bir selam verip, eşitsizlik ve sömürünün karşısında dayanışma, adalet, kabul ve anlayışa dayalı ilişkileri ve hayatı yaratma gayretimizi güçlendiriyoruz.

Yaşadığımız ülkede kadın cinayetlerinin kadın katliamı boyutunda olduğunu hepimiz biliyoruz. Milyonlarca kadın bir nevi hapis hayatı yaşıyor, ruhları cenderede… 8 Mart, erkekler tarafından ruhen ya da bedenen öldürülmenin kader olmadığını haykırmak için... 8 Mart, içimizdeki vahşi kadını yeniden güçlendirmek için...

Kayıp kadınlar, kendisiyle birlikte öyküsü de kaybolanlar... Öylece yanımızdan geçip gidiverenler... Dışarıdaki (evin dışı, her tür sosyal yaşam) hayatı budanan, içerde (evin içi, ruhu, zihni) gelişen hayatını kimseler bilemeden göçüp gidenler... Gelinlik/analık/eşlik adlı statülerle giyilen yaralarla yitirilen “olma” hali, tamamlanma duygusu yerine gelen yarımlık, yabanlık... 8 Mart o kadınların hiç anlatılmamış hikayelerini yüreğimizde hissedebilmemiz için...

Ne çok uğraşıyorlar bizim nasıl göründüğümüzle... Her topluluğun “kadınının” olması gereken ayrı bir biçim var adeta. “Bakımlı kadın”, “tesettürlü kadın”, “aklıyla öne çıkan ve görüntüsünü önemsemeyen kadın”... Dayatılan grup normları... Çoğu zaman bize rağmen ve aslında ne istediğimizi umursamadan oluşturulan... Ne istediğimizi, nasıl rahat hissettiğimizi önemsemeyi unutturan... 8 Mart, “olduğumuz gibi görünme ve göründüğümüz gibi olabilme” hakkı için,

Çok çalışıyoruz. Eve, gündelik işlere dair organizasyon yükü omuzlarımızda... Çocukların okula hazırlanması, ihtiyaçlarının alınması, ev alışverişleri, akşam ne yenecek, nasıl dinlenilecek, kaçta uyunacak, yapılamayan ödevler için nasıl destek olunacak? Bu yüklerin çoğu kadınlarda... “Neyi söyledin de yapmadım?” nasıl erkek sözü değil mi? “Sana tarif edene anlatana kadar kendim yaparım”... Tanıdık değil mi? Eşit mi evin içi... Peki ya işyeri? “Eşit işe eşit ücret” talebinin yüzyıldan eski yaşı... Şimdi hala gerçekleşmiş olduğunu söyleyemiyoruz. Evdeki ek çalışma yükü nedeniyle işyerine eşit koşullarda gelmeyen kadın ve erkek, orada da cinsiyetçi gözlerle değerlendiriliyor genellikle... 8 Mart ev işinin kamusallaştırılması, kalanların da ortaklaştırılması için, 8 Mart işyerinde eşit işe eşit ücret için,

Kadınların daha görünür olması kadın sözünün, bakışının ve varlığının daha hissedilir olması anlamına gelmiyor çoğu zaman. “Sözümü dinlemiyorsun” tipik erkek lafı... “Beni anlamıyorsun” daha çok kadınlardan duyuluyor... “Sözümü dinlemiyorsun” diyen “anlasan da anlamasan da, ikna olmasan da dediğimi yap” diyor, kadının ki bambaşka o anlaşılmak istiyor. 8 Mart, kadınların fiziksel olarak hayatta kalmak için yaptıklarının suç, ruhsal olarak hayatta kalmak için yaptıklarının hastalık olarak değerlendirilmemesi için... 8 Mart, asıl sağlıksız olanın kendi aleyhimize olana uyum sağlamamız olacağını haykırıp, isyan ettiğinde hakaret, aşağılama ya da dışlanmaya maruz kalan milyonlarca kadının yalnızlığını gidermek için...

Kapitalizm insanlığın sosyal doğasına ve tüm tarihsel birikimine aykırı biçimde tek başına kadınların çocuk yetiştirmesini olağanlaştırdığında kadını daha da yalnızlaştırmış oldu. Kaç bin yıldır tüm olanaklarından mahrum ettiği kadını, fiilen (çünkü kadınların sorumlulukları ağır ve işleri çok yoğun) sosyal yaşamdan da çekip bir de çocuğun sorumluluğunu vermek istiyor. 8 Mart, çocukların bakımı için daha eşitlikçi ve kamusal çözümler için... 8 Mart kreş, yeşil alan, oyun alanı hakkı için...

8 Mart, "Kanatlarında sigara yanıkları" olan ve onları "gül diye okşayan", "Bazen bir kase balın bile umutsuz olduğuna" inanan, Yıllarca "gül tutan bir adam arayan" sonra vazgeçen,
"Kalbi isli bir şehir olan", "Bir tek aşk sözü söylememiş" gibi hisseden, "Geceleri kendisini yokluğu karşılayan", "Bodrum katlarında bir karanlık bağımlısı olan", "Kendinin yokluğunda çok kitap okuyan", "Kalbim neden ben seni sırf sevinesin diye bir kez bile elinden tutup parka götürmedim" diyen, "Hayatının üstünde imkansız kuşlar uçan", "Son şiirini kaybeden", "Son çocukluk resmini bir yabancıya gönderen" tüm kadınlarındır. (Tırnaklı bölümler Didem Madak'ın "Enkaz Kaldırma Çalışmaları" adlı şiirinden)

"Kadın" sözcüğü bir acı bohçasına dönüşmesin de rengarenk bir yorgan olup hepimizi ısıtsın diye gücü yettiğince uğraş veren; kendisinin ya da bir başka kadının yaşamını güzelleştiren; birbirinin sevincine gülüp, acısına ağlayarak kızkardeşleşen, her bir kadının günüdür 8 Mart!