Her zaman olduğu gibi bu 8 Mart’ta da durum tespitleri yapılıyor. Ortaya konan tabloların yüz güldürecek bir yanı olmadığı da ortada.

Örneğin KaDer ( Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Demeği), siyaset ve yönetim açısından yıllık karneler çıkarıyor, yararlı bir iş tabii! Bu karnelere bakıldığında, milletvekili, bakan, belediye başkanı, işveren örgütü başkanlığı gibi–ki buna sendikaları da katabiliriz- seçimle gelinen orunlar açısından da, vali, müsteşar, yargı organı gibi atamayla gelinen orunlar açısından da kadınların varlığı değil, ancak “yokluğundan” söz edilebileceği görülmekte.

Fazla ayrıntıya girmeden, milletvekillerinin yüzde 14,7’si, belediye başkanlarının yüzde 2,7’si, muhtarların yüzde 1,3’ü, valilerin yüzde 2,4’ü, rektörlerin yüzde 9,5’i, büyükelçilerin yüzde 14,3’ü kadın olurken, 14 işveren ve meslek örgütünün ve 7 yüksek yargı oranının yalnızca 1’er koltuğunda kadın başkanın olduğunu, müsteşar ve başbakan yardımcısı olarak hiç bir kadına yer verilmediğini söyleyelim.

Ancak bu göstergelerin, bir durum tespiti olmaktan öte, kadın hareketi açısından ne kadar itici bir güç olduğu ve ne kadar birleşik bir kadın mücadelesine yol açtığı gibi meseleler var ki, daha önemli. Ne yazık ki, bu göstergelerden anlamlı sonuçlar çıkardığımız söylenemez; aslında, değerlendirme ve anlam çıkarma konusunda toplumca özürlüyüz desek de abartı olmaz!

Örneğin bu rakamlar ne yeni, ne de değişmesi yönünde bir niyet var! Başkanlar, hâlâ kadınlara kendilerini dinletme, kendilerini seçtirtmekten öteye geçmiş değiller. Seçilen veya atanan kadınlardan da önemli bir aşama kaydettiği söylenemez!

Örneğin CHP’li kadın milletvekilleri 8 Mart’ın tatil olmasını teklif etmişler ya, bana kalırsa, CHP‘nin bütün koltuklarında eşbaşkanlık sisteminin geçerli kılınmasını teklif etmiş olsalardı daha anlamlı bir şey yapmış olurlardı! diye düşünüyorum.

AKP ise, kadın konusunda anlamlı bir şey yapmak şöyle dursun, 8 Mart kutlamalarının engellenmesine kadar vardırdı işi. Bunu görünce, acaba diyorum; iktidar 1 Mayıs’ların nerede kutlanmasına karar verdiği gibi, şimdi de kadınların 8 Mart’ları nasıl ve nerede kutlayacaklarına ilişkin kararlar mı geliştirmekte!

Kadının siyasal güçsüzlüğü, karar basamaklarından uzak kalışı gibi, artarak sürüp giden bir erkek şiddetiyle karşılaştığını da biliyoruz. Son bir yılda erkekler tarafından öldürülen kadın sayısı, 284! Erkeğin şiddeti hemen her gün bir kadının canını alırken, 6 Mart’ta Kadıköy’deki toplanan kadınlara reva görüldüğü gibi polis şiddeti de az değil; mahkemelerden erkekler için verilen “iyi hal indirimleri” de cabası!

Daha söylenecek çok şey var ama bu ve benzer tespitleri siyasal-toplumsal ilişkiler içinde değerlendirmek, ya da anlamlandırmak da önemli.

Önemli, çünkü,, kadınların mücadelesinin bir “vakum” içinde cereyan etmediği, birleşik kaplar misali siyasetten ekonomiye, toplumdan kültüre uzanan birçok bileşen içinde varlık kazandığı bir gerçek.

Örneğin kapitalizm ve kadınlara istihdam yaratma gayreti içinde yol açtığı güvencesizlikler!

Örneğin bugünkü iktidarın geçmişten gelen “modernleşme” projesine karşı şimdi muhafazakar değerlerle, geleneksel topluma yatırım yapan karşı-projesi ve bunun kadınlar için anlamı!

Örneğin, başları ilkokulda örtülen, 4 yıllık eğitimden sonra imam hatip okulların yönlendirilen, yaratılış hikayesi içinde erkeğin hizmetine sunulan, ailedeki rolü ve annelik görevi nedeniyle saygı duyulan bir kadın anlayışı var oldukça, kadınlar açısından nasıl bir gelecek bekleneceği!

Örneğin, Türkiye gibi demokrasisi aksayan- şimdi ortadan kalkmaya doğru giden- bir ülkede, kadın mücadelesinin demokrasi mücadelesiyle ilişkisi!

İlişki kurulacak daha bir çok şey var. Ancak lafı uzatmadan, konuyu, sevgili arkadaşım Ceylan Orhun’un iletisi nedeniyle bugünlerde gündemi işgal eden bir konuya getirmek istiyorum.

Bir kaç gün önce gönderdiği iletide, İngiltere’de AB’de kalma veya çıkma -kısaca Brexit (British Exit)- konusunda 23 Haziran’da yapılacak referandumla ilgili olarak kadınların konumunu tartışan Guardian’daki bir yazıya yer vermiş. Yazıda İngiltere’deki kadınlar açısından ilgili İlginç saptamalar var ama Ceylan’ın buradan yola çıkarak, Türkiye’deki başkanlık sistemi ve olası bir referandum karşısında kadınların nasıl bir tutum takınacaklarına ilişkin sorusu daha ilginç!

Yani Brexit gibi, başkanlık sistemiyle ilişkili evet veya hayır oylamasına ( bu oylamaya, RTexit veya RTremain demek de yanlış olmaz) kadınların cevabı ne olabilir? Cevabı bilmemiz mümkün değil tabii. Hatta, şu veya bu partiden, görüşten bağımsız bir “kadınlar” topluluğu olamayacağını düşünerek, böyle bir soruyu anlamsız bulmak da mümkün.

AMMAA, kadın hak ve eşitlik talepleri ile, yukarıda kısaca değindiğim demokratik değer ve kurumlar arasındaki vazgeçilmez ilişkiyi düşünürsek, burada bırakmak da doğru görünmüyor.

Bırakmak doğru görünmediği için de, gerek kadın hakları mücadelesi veren, gerek demokrasi, hukuk devleti, laiklik gibi değerler adına mücadele edenleri bunu topluma doğru anlatmak gibi bir sınavın beklediğini söylemek gerekmekte. Asıl konuşulması gereken de bu!