19-26Aralık 1978'de Maraş'ta meydana gelen 150 kişinin öldüğü, 176 kişinin yaralandığı katliamın 36. yıldönümünde adalet hâlâ yerini bulmadı. Katliamın görgü tanıkları ise yaşanılan vahşet dolu anları anlatıyor.

>> Gülistan merhaba, senin kişisel anıların, birincil tanıklığın nedir Maraş için?
Maraş’ta 8 yaşındaydım galiba, babam akşam saatlerine doğru, “Şehirde bir huzursuzluk var, ama tam anlayamıyorum” dedi. Hepimiz evimize kapanmıştık, birden aşırı gürültü çıktı, bağırışlar, çağırışlar, inlemeler.

Biz zaten sürekli tedirgindik. Evimizi arıyorlardı son zamanlarda sık sık, “silah arıyorlarmış.” Jandarmalar evimizi basardı, kadınları erkekleri soyarlardı, biz çocukları da yataktan çıkarırlardı sadece. Gittikçe korku üzerimize geliyordu.

AMA O GECE FARKLIYDI
Gece saat 10’a doğru, “Öldürüyorlar bütün Alevileri, çıkmamız lazım şehirden” diye bağırarak eve girdi babam. Zaten evdeydik, ne olduğunu anlamak için babam dışarı çıkmıştı. Babamın kuzeni genç kadın, 20 yaşlarında imiş, hamileydi, karnındaki çocuğu bıçaklanarak çıkartılmış. Babam hem ağlayıp hem bizi tersleyerek, “Çabuk olun” diye bağırıyordu, hıçkırma sesi yoktu, ama gözlerinden yaşlar dökülüyordu.

Zaten jandarma sık sık bizim evimizi bastığı ve her tarafı delik deşik ettiği için biz artık alışmıştık, ama gelin görün ki o akşam jandarma bir türlü gelmiyordu.

Dediğim gibi zaten biz her an beklerdik, korkardık, bize bir şey sorarlarsa, “Ağzınızı açmayın” derlerdi, baskınlar genelde sabaha doğru olurdu, özellikle son iki ay, hatırladığım kadarıyla, tam bir kâbustu.

Biz de üç kız kardeş hep yan yana dururduk, ben onları korurdum. Bir ara köye gitmiştik, orda da habire jandarmalar bizi rahatsız etti, babamın sözlerini dikkate alıyorduk, çünkü ne olup bittiğini anlamıyorduk, her şeyimize beklenmeyecek bir şeyler olacak korkusu salmışlardı, ama bize dokunmuyorlardı.

O gece Maraş’taydık, babam bizi kaldırdı, “Çabuk olun, köye gidiyoruz, yoksa bizi öldürecekler” dedi, köy ise 30 km uzakta. “Bütün akrabalarımızı öldürmüşler, biz ayakta uyumuşuz tüm gün” dedi. Çıktık bodrum katından, kan gölü götürüyordu sokağı. İnsanlar bağırıyor: “Allah Allah!”, “Dinsizlere, imansızlara ölüm”, “Aşiretlere ölüm” diyorlardı, Aleviler bu arada aşiret oluyor.

Kentten çıkarken jandarmalar babamı durdurdular, biz arabadayız, babam “kKöye erzak götürüyorum” dedi, bir süre konuştular, babamın yüzündeki korkuyu hatırlıyorum, ama orada neler anlattı onu tam hatırlamıyorum. Sonra bize izin verdiler, jandarmadan kurtulduk, jandarma sanki kaçanları kurtulanları yakalamak için vardı, olay yerine ise saatlerdir gelmiyorlardı. Babam sonra yoldan çıktı, yürüyerek gidilebilecek sarp yerlere sürdü, arabayı köyün dışında bıraktık ve yürüyerek gidilebilecek kısa yoldan köye vardık, sabaha doğru. Şimdi anlıyorum ki yeni bir aramada bizi ya öldürüp ya da geri göndererek öldürtebilecekleri için o yola sapmışız ve yürüyerek gitmişiz.

İki hafta gidememiştik şehre, basılıyordu, yollar kapanıyordu, taşlar atıyorlardı, sopalarla Alevi köyleri basıyorlardı çevre Müslüman köyleri, onu hatırlıyorum, epey devam etmişti yol basmaları. Ne kadar insan ölmüştü hiçbir zaman bilemedik, ama akrabalarımızı kaybetmiştik, geride kalanların büyük bölümü Mersin’e taşındılar, bir daha gelmedi kalanlar, biz köyde kaldık. Sonra darbe oldu, bizimkiler Kenan Evren’e taptılar, babam “Kenan Evren olmasaydı, hepimizi öldürürlerdi” diyordu.

Köyde kaldık ama içimizde her zaman bir gün bizi yine linç edip öldürürler duygusu vardı.

Maraş’ta artık esnaf olarak ya da yatırım olarak hep dikkatliyiz, dağıldı insanların çoğu, başka şehirlere ve çoğu da Avrupa’ya, ama hep depresif oldular, ölüm korkusu içinde yaşadılar, Avrupa’ya gelince durum değişmedi, korku ruhlarına sinmişti, travmalıydılar.

Kimisi Anadolu’da başka şehirlerde yaşadı, bir tek babamla biz kaldık Maraş’ta, hepsinde derin bir vatansızlık duygusu, bastırmaya çalışıyorlar, üzerinde konuşmak istemiyorlar.

Ben de böyle günlerde hatırlarım yaşadıklarımı, korku insanın ruhunun derinlerinde yaşıyor, hele çocukluk kaynaklı ise, sonuçta babam kimliğimizi reddetmeyi denedi, bizi öldürenlerle dost arkadaş olmayı denedi, “Biz Alevi değiliz” diyordu. Bizi korumak için “Okula gittiğinizde iyi öğrenin, duaları, Türkçe’yi,” özellikle de bana diyordu. Ben Türkçe’yi okula başladığımda öğrendim, sürekli benimle alay ediyorlardı. Davranışları korkunçtu, düpedüz aşağılarlardı, gülerlerdi aksanıma, öğretmenler dalga geçerek ismimi okurlardı, Kürtçe ile Türkçe’nin gırtlağı farklı, telaffuz farkı oradan geliyor, ağız ve dil hareketleri farklı. Okulda Türkçem çok iyiydi, çok iyi notlar alırdım, diğer derslerim de çok iyiydi, bir tek Din dersim kötüydü, o dersler bizim için bir eziyetti. Öğretmenler de farklı olduğumuzu sürekli hissettirirlerdi, kimya hocası “Sizin gibiler, daha çok çalışmalı” derdi, ben anlamazdım, niye çok çalışacağız diye.

O zamanlar Aleviler azınlıktı, yüzde 20 civarında.