Köy enstitülerini eleştirenler, Cumhuriyet modernleşmesini de bu dönemde tüm kötülüklerin kaynağı olarak işaretlemişlerdir. Cumhuriyet modernleşmesini itibarsızlaştırarak siyasal İslam’a ideolojik destek sunmuşlardır. Dönemin bu ideolojik atmosferi değişince, anılan tezlerin geçersizliği de anlaşılmış ve enstitü fikri yeniden parlamaya başlamıştır.

80. Yılında Köy Enstitüleri: Deneyimin klonlanması mümkün mü?

Ahmet Yıldız - Doç. Dr.

Son yıllarda köy enstitüleri üzerine düzenlenen sempozyum, panel ve çalıştay sayısı artıyor; köşe yazarları enstitülerden daha fazla bahsediyor; enstitüler üniversitelerde ders konusu oluyor; tezler, makaleler hazırlanıyor; belediye başkanları ve politikacılar enstitüleri yeniden canlandırma vaadinde bulunuyor; kimi özel okullar köy enstitülerinin mirasını taşıdığını ilan ediyor; medyada eğitim sorunları tartışılırken çözüm, enstitü modelinde bulunuyor; köy enstitülerinin yeniden kurulması, adeta günümüze kopyalanması türünden öneriler giderek yaygınlaşıyor.

Bu yeniden gündeme geliş bağlamında, enstitülerin gecikmeli de olsa, iade-i itibarına kavuştuğuna ilişkin bir algının giderek yaygınlaştığı ve ilerici kamuoyunun da bu durumu memnuniyetle karşıladığı görülüyor. Ancak enstitülerin mirasını sahiplenenler olarak, köy enstitüleri fikrinin 'yeniden canlanışını' kimi sorular bağlamında tartışmakta yarar var: Enstitülerin günümüzde yeniden gündeme gelişinin altında yatan temel nedenler nelerdir? Enstitülerin devrimci mirası açısından bu gündeme gelişin olumsuzlukları söz konusu mudur? Enstitülerin yeniden kurulmasına yönelik önerilerin gerçekleşmesi mümkün müdür? Köy enstitülerinin günümüze adeta klonlanmaya çalışılmasına ilişkin söylemler, deneyimin evcilleştirilmesi ve içeriksizleştirilmesi anlamına gelir mi?

PEKİ AMA NEDEN ŞİMDİ?

İlk sorudan başlayalım. Köy enstitülerinin yeniden gündeme gelişinin, neoliberal politikaların her alanda olduğu gibi eğitim alanında da yol açtığı tahribatların gizlenebilir boyutları çoktan aşmasıyla ilgili olduğu açıktır. Başka bir deyişle, eğitim sisteminin içine düştüğü çok yönlü kriz, günümüzde enstitülere duyulan özlemi artırmış ve değerini yükseltmiştir. Bu durum şaşırtıcı da değildir, çünkü toplumlar bir sorunla karşılaşınca, o sorunu çözmek için arayış içine girer. Bir taraftan o sorunun nasıl çözülebileceğine ilişkin çevresini inceler, çevrede sorunun nasıl çözüldüğüne odaklanır, diğer taraftan da kendi deneyim repertuarını gözden geçirir. Bu kapsamda çevreye bakıldığında yani diğer ülkelerce eğitim sorunlarının nasıl çözümlendiği incelendiğinde Finlandiya eğitim modelinin öne çıktığı görülüyor. Finlandiya modeli bu nedenle herkesin dilindedir. Geçmiş eğitimsel deneyim repertuarına bakıldığında da elbette ülkenin en özgün ve işlevsel eğitim deneyimi olan enstitülerin gündeme gelişi tesadüf olamaz.

Fakat bu noktada yanıt vermemiz gereken bir soru daha belirmektedir: Enstitüler başka bir dönemde değil de neden bugün yoğun bir biçimde gündeme gelmektedir? Öyle ya eğitim sorunları her dönemde ülkenin önemli sorunları arasında olagelmiştir. Örneğin enstitüler 1990’larda ya da 2000’li yılların başında, neden bu ölçüde gündeme gelmemiştir? Hatırlanırsa o yıllarda enstitülerin adı, inançlı ve kararlı bir grup aydından ve birkaç demokratik kitle örgütünden başka kimse tarafından pek dillendirilmezdi.

O dönemlerde enstitüler, nostaljiyle anılan bir geçmişi, güncel ile ilintisiz bir olguyu anlatan arkaik bir deneyim statüsünde değerlendiriliyordu. Ancak daha etkili ve güçlü bir biçimde, post-modern akıntıya kapılan akademi ve akademi dışı entelektüeller tarafından kimlik temelli, sivil toplumcu ve liberal hegemonyanın etkisiyle enstitülerin eleştirisi söz konusuydu. Entelektüel iklimde örneğin enstitülerin resmi ideoloji doğrultusunda 'endoktrinasyon merkezi' olduğu, bir 'asimilasyon' aracı olarak işlev gördüğü ya da halk üzerinde bir 'denetim aygıtı' olduğu gibi temelsiz liberal tezler hâkimdi. Bunlar, elbette sol liberal zihnin hezeyanları olarak da görülebilir fakat daha geniş kapsamda bakıldığında bu yaklaşımların esas derdinin, enstitüleri var eden cumhuriyetin ilerici birikimi olduğu görülür. Nitekim enstitüleri eleştirenler, cumhuriyet modernleşmesini de bu dönemde tüm kötülüklerin kaynağı olarak işaretlemişlerdir. Öyle ki 'tepeden inmeci', 'baskıcı', 'otoriter', 'tektipçi' gibi yaftalamalarla cumhuriyet modernleşmesini itibarsızlaştırarak siyasal İslam'a ideolojik destek sunmuşlardır. İşte dönemin bu ideolojik atmosferi değişince, anılan tezlerin geçersizliği anlaşılmış ve enstitü fikri yeniden parlamaya başlamıştır.

POPÜLARİTEYLE GELEN TEHDİT

Şimdi ikinci soruya geçebiliriz: Enstitülerin giderek daha fazla gündeme gelmesinin olumsuzlukları söz konusu mudur?

Elbette toplumsal bir deneyimin popüler olmasının olumlu ve olumsuz yönleri, hatta tehlikeli yönleri bulunur. Enstitüler açısından baktığımızda da ilginç boyutlara ulaşan bir manzarayla karşı karşıyayız: Bir tarafta kimi özel okulların “Köy enstitülerinin ruhunu yaşatıyoruz” şeklindeki reklamları; diğer yanda kent çeperinde yaşayan halka eğitim sunarak enstitüleri yeniden canlandırma önerileri; ya da 'günümüz eğitim sorunlarının ancak enstitülerin yeniden canlandırılarak' çözülebileceğine ilişkin fikirler. Hatta milli eğitim bakanına 'enstitüleri yeniden kurma' çağrısı yapan; 'öğrenci katılımı', 'uygulamalı eğitim' vs. gibi enstitülerdeki herhangi bir uygulamayı öne çıkararak enstitü ruhunu yaşattığını ya da yaşatılacağını sanan kimi eğitimciler de var.

Bu öneriler, çağrılar ve değerlendirmelerin çoğunun iyi niyetli olduğundan şüphe yok, fakat bu türden enstitü güzellemelerinde birçok sorun bulunduğunu da söylemek gerekir. Birincisi, bu türden perspektiflerin ortak özelliği, enstitüleri, onları yaratan tarihsel ve siyasal bağlamdan yalıtık değerlendirmeleridir.

80-yilinda-koy-enstituleri-deneyimin-klonlanmasi-mumkun-mu-715217-1.
Köy enstitüleri yalnızca okulsuz ve öğretmensiz Anadolu’da köye öğretmen yetiştiren okullar değildir. Enstitülerin kuruluş döneminde ülkenin yaklaşık yüzde 80’inin yoksulluk ve cehalet içinde, yurttaşlık bilincinden uzak bir şekilde köylerde yaşadığı akılda tutulmalıdır. Enstitüler köyü canlandırarak köylüye yurttaşlık pratiklerini aşılamaya çalışan özgün bir deneyimdir.

Köy enstitüleri yalnızca okulsuz ve öğretmensiz Anadolu’da köye öğretmen yetiştiren okullar değildir; enstitülerin kuruluş döneminde ülkede yaklaşık yüzde 80’i yoksulluk ve cehalet içinde, yurttaşlık bilincinden uzak bir şekilde köylerde yaşayan nüfus olduğu akılda tutulmalıdır. Enstitüler işte bu geniş toplum kesiminin eğitim yoluyla makûs talihini kırma çabasının adıdır. Bu anlamda köyü canlandırarak köylüye yurttaşlık pratiklerini aşılamaya çalışan özgün bir deneyimdir. Fakat o tarihsel ve siyasal bağlamdan koparılarak teknisist bir yaklaşımla yalnızca 'pedagojik bir deneyim' statüsünde ele alınıp bugüne kopyalanmasını önermek, önerenin niyetinden bağımsız biçimde, ilerici bir deneyimin devrimci içeriğini boşaltmaya hizmet eder. Çünkü enstitülerin tarihsel ve siyasal bağlamından soyutlanması, onun olur olmaz her türlü projeye eklemlenebilmesinin önünü açar. Nitekim teknisizm, bugün piyasalaştırmanın ve ilerici bir deneyimin içinin boşaltılmasının en etkili zeminidir.

Dahası bu teknisist ve bağlamsız yaklaşım sonucu, köy enstitüleri pedagojik bir uygulamaya ya da yönteme indirgenmekte ve indirgenen yöntem ya da uygulama ile enstitülerin yaşatıldığı sanılan bir tür halüsinasyona yol açmaktadır. Özellikle içinde 'robotik kodlama, teknoloji 4.0, yapay zekâ, nano-teknoloji' gibi sözcükler geçen parlatılmış cümleler kurularak eğitim kurumlarında teknoloji kullanmayı fetişleştiren yaklaşımlar, bu halüsinasyona zemin hazırlamaktadır. Ayrıca bu yaklaşımlar ustalıklı bir biçimde 'çağdaş' ve hatta muhalifmiş gibi bir söylem geliştirerek toplumsal muhalefet dinamiklerini pasifize etmeye dönük bir işlev de görmektedir. Böylece hayal dünyasında bir yaşam yüceltilerek yeni arayışların önüne set çekilmektedir. Kaldı ki köy enstitülerinde teknoloji bugünkü söylemin aksine bir amaç değil öğrenmeyi destekleyen bir araç olarak kullanılmıştır. Nitekim yeni teknolojiler pedagojik bir yaklaşımla dersin tasarımına doğru bir şekilde entegre edildiğinde, öğretmen ve öğrencilerin teknoloji kullanma becerileri geliştirildiğinde öğrenmeyi güçlendirebilir. Bugünkü gibi teknoloji kullanımının amaç haline getirilmesi ise öğrenme süreçlerinde teknolojinin varlığının öğrenmenin teminatı olarak görülmesi ve eğitimde piyasalaşmaya uygun bir zemin hazırlaması gibi tehlikeleri içinde barındırır. Kısacası çağa uygun teknoloji kullanımı kisvesi altında eğitimin ticarileştirilmesini gizleyen yeni bir retorik ile karşı karşıyayız.

Bir başka nokta, enstitülerin kırsala dönük olması nedeniyle, sadece hedef kitlesinin özgüllüğüne vurgu yapılmasıdır. Dolayısıyla günümüzde hedef kitleyi köylüler yerine kentliler, ya da kent yoksulları şeklinde değiştirerek kent enstitüsü kurmaya çabalamak, yani onu bu şekilde bugüne kopyalamak boşuna bir girişimdir. Böyle bir perspektifle kurabileceğiniz en iyi oluşum bile, mevcut Halk Eğitim Merkezlerinin gerisinde kalmaya mahkûmdur. Dahası böylesi bir perspektif, İŞ-KUR veya Halk Eğitim Merkezleri'nin yoksullara meslek eğitimi veren kurslarıyla köy enstitülerini eşitlemiş olmaktadır. Oysa bu uygulamaların, bugün gelinen süreçte toplumun farklılaşan ve çeşitlenen öğrenme/eğitim gereksinimlerini karşılama ve eğitim yoluyla toplumsal sorunları çözüme kavuşturma olanağı sunduğunu söylemek mümkün değildir. Nitekim sunulan eğitim faaliyetlerinin çoğu, önemli toplumsal sorunların çözümüne esaslı bir katkı sunmaktan ziyade adeta bir vitrin faaliyeti görünümündedir. Köy enstitülerinin adını bu tür uygulamalarla yan yana getirmek, işte bu nedenle deneyimin içeriksizleştirilmesine hizmet etmektedir.

DUVARDAKİ EN KRİTİK TUĞLA

Ana akım olarak adlandırılan bu eğitimsel perspektif, aynı zamanda Halk Eğitim Merkezleri, yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri gibi kurumların daha etkili eğitim çalışmaları yürütmesini engelleyen en önemli faktördür. Bu yaklaşıma göre eğitim yalnızca ‘teknik bir beceri aktarımı’ olarak sınırlanmakta, eğitimin sosyo-politik bağlamı ihmal edilerek tüm eğitsel faaliyetler ‘yansız bir edim’ olarak algılanmakta ve toplumun/bireyin yaşam deneyimleri göz ardı edilerek, eğitimin toplumsal güçlenme kanallarıyla ilişkisi etkili bir biçimde bağlantılandırılmamaktadır. Böylece halkın yaşamsal sorunlarıyla eğitimlerin/kursların bağlantısı etkin kurulamamakta; eğitim faaliyetleri toplumun yaşamına dönüştürücü bir etkide bulunmamaktadır. Köy enstitüleri ülkenin en önemli ve köklü sorunlarına karşı çözümün adıdır, buna karşın anılan uygulamaların hiçbir toplumsal soruna çözüm getirme potansiyeli taşımadığı görülmektedir. Köy enstitüleri duvardaki en kritik tuğla gibidir, nitekim çekilince tüm duvar çökmüştür, ülkenin geleceği sakatlanmıştır; bugünkü eğitim uygulamalarını çektiğinizde ise hemen hemen hiç bir şeyin değişmeyeceği açıktır.

Son bir noktaya daha değinelim: Enstitüleri, tüm eğitim sorunlarını çözecek özel bir ilaç ya da sihirli bir formül olarak değerlendirmek, onun devrimci mirasına zarar vermektedir. Günümüz eğitim sorunlarının çözümü konusunda sihirli bir formül olmadığı gibi, enstitüler de döneminin toplumsal sorunlarına bir gecede bulunmuş bir sihirli formül değildi. (Enstitülerin nasıl ele alınmaması konusundaki bu hususların yanında enstitülerin bugün nasıl değerlendirilmesi yani tarihsel mirasının niteliğinin açıklanması da önemlidir. Fakat burada yerimiz doldu. O boyutu başka bir yazıda ele almak üzere bırakıyoruz.)

Özetle söyleyecek olursak, tüm bu söylemler, enstitülerin radikal mirasının içeriksizleştirilmesi ve evcilleştirilmesine hizmet etmekte; bizi de 'gardrop enstitücüsü' konumuna itmektedir. Bu nedenle enstitülerin yeniden gündeme gelmesi kadar nasıl gündeme geldiği konusunda da farkındalığımızı artırmakta yarar bulunmaktadır. Unutulmamalıdır ki, enstitüler 80 yıl önce, ülke sorunlarına verilmiş en iyi yanıttı. Bugün de yapılması gereken geçmişin yanıtlarından başlayarak enstitüleri tekrar etmek veya klonlamak değil, onun ilerici mirasını sahiplenerek, ondan aldığımız esinle bugünün Türkiye’sinin en önemli toplumsal sorunlarına devrimci yanıt bulmak ve bu yanıtı inşa etmektir.