Kitabı okurken on dört tane sekiz binlik dağın ilk kış çıkış öyküleri, size yazarın deyimi ile “acı çekme sanatının” istisnai örneklerini vermektedir.

8000 metrelik zirvelerde kış

Kuvvet Lordoğlu

Dünyanın 8000 metrelik en yüksek on dört dağına dağcıların çıkışları, 70’li yılların sonunda tamamlanmıştır. Fakat bu çıkışların önemli ölçüde ilkbahar ve sonbahar aylarında tamamlanması, dağcıların kış çıkışları için yeni denemelere girişmelerine neden olmuştur.

Bu noktada öne çıkan, bu spor alanında yapılmamış olanın denenmesi ve bu noktada ilk kış çıkışlarının yapılamayanın yapılması adına oldu. İnsanlar bedenlerinin sınırlarını hep daha ileriye taşımak istemişlerdir. Bu konuda dağcılık sporu ile uğraşanların diğer spor dallarından farkı hemen hemen yoktur.

Öne çıkan diğer nokta, bu kış tırmanışlarının ilk önce hangi ülke tarafından yapılıyor olmasının, ulusal zafer ya da bir onur haline gelmesidir. Yazar burada ilk tırmanışlardaki milliyetçi duyguların itici gücünden söz eder. Haklıdır da. Zira Everest'e ilk çıkışının sonrasında Edmund Hillary’ye Sir unvanının verilmesi, milliyetinin Yeni Zelanda olmasına rağmen, Büyük Britanya için kitlesel sevinç sağlayan bir konu haline gelmişti. Özellike II. Dünya Savaşı sonrası bu tür bir ulusal onur yaşamak, kendileri ile aynı topluluğa mensup bir ülkeden gelmiş olması nedeniyle, İngilizleri etkilemiştir.

Bu 8000’lik dağların ilk kış tırmanışlarının en sonuncusu, 2021 yılında K2 zirvesine yapılmıştır. Kış çıkışları olarak belirlenen tarihlerin 1 Aralık ile 28 Şubat arası mı (meteorolojik kış) yoksa 21 Aralık ile 21 Mart arası (astronomik kış) olarak mı alınması gerektiği konusunda da ciddi tartışmalar olmaktadır. Dağcıların bir bölümü tırmanışlarını Aralık sonu - Şubat sonu olarak bu mevsimin en güç koşullarıda gerçekleştirmeyi hedeflemişlerdir. Bu nedenle dağların kış çıkışı olup olmadığı konusuda, iki farklı tarih açısından tartışmaların halen sürmekte olduğu görülmektedir.

Bir kitap tanıtımı galiba ilk etapta o kitabın ilgisini çektiği kişiler açısından bir önem ifade eder. Bazen de dağcılığa hiç ilgi duymamış, bu spor ile ilgilenmemiş insanlara yakın gelen veya düşündürten yönler de bir kitap veya bir yazı ile ortaya çıkabilir. İşte tam bu nedenle, kitap size sadece dağcılara yönelik kış tırmanış öykülerini sunmayı amaçlamamaktır. Kitabı okurken on dört tane sekiz binlik dağın ilk kış çıkış öyküleri, size yazarın deyimi ile “acı çekme sanatının” istisnai örneklerini vermektedir. Bu sanat dalı size bazen “bunları yapabilmek için insanın deli olması gerekir” dedirtebilir. Ancak, hayatımızın farklı safhalarında farklı acılar yaşamaktayız. Bu acıları fiziki olarak hissetmeniz gerekmeden bazen duyumsar, bazen de yaşarız. On dört zirvenin tırmanışını kışın gerçekleştiren farklı milliyetlerdeki “buz savaşçıları”nın koşulları, yaşayıp karşılaştıkları olaylar ve bu acıların somut hale gelişi okuyucuya sade ve anlaşılır bir dilde aktarılmaktadır. Bu aktarma işinde elbette, daha önce çok sayıda dağcılık kitabını ve makalesini Türkçe’ye kazandıran Nedim Sipahi’nin hakkını da vermek gerekir.

Yazar kendini haklı olarak yakın gördüğü Polonyalı dağcıların kış çıkışlarını öne çıkarmış olsa da, Polonyalı dağcıların bu başarılarının altında 80’li yıllara kadar Stalinci liderlerinin ve gizli polis örgütlerinin yurtdışına çıkış için izin vermemeleri gibi bir garip nedenin yatmakta olduğunu kitaptaki röportajdan öğreniyoruz. Kış dağ tırmanıcıları bunu “Kafeste idik, kapılar açılınca uçtuk” biçimde ifade etmektedirler. Bu gelişmeye rağmen “kafeste” olan diğer ülke dağcılarının Polonyalılar kadar önemli başarılar elde edememiş olmalarının arka planında, muhtemelen ülke içindeki dağcılık faaliyetlerini yurtdışına gitmeden de geliştirebilecek irade ve azime sahip olmalarının yattığını sanıyoruz. Kitap şu ya da bu biçimde Polonyalı dağcılara yönelik bir güzelleme değil.

Bazen izlediğiniz bir film bazen okuduğunuz bir kitap sizi meraklandırır, bir sonraki sayfaya geçmek ister ya da filmin sonunun nereye taşındığını merak edersiniz. 8000 Metrelik Zirvelerde Kış kitabı size farklı kişilerin kış çıkışlarını anlatırken, âdeta bunları hissediyorsunuz. ‘Ne oldu?’ ve ‘Nasıl çıkıldı?’ veya “Geri dönüldü mü?’ sorularının yanıtlarını bulmak için sayfaları hızla okuyorsunuz.

Kitabın diğer bir niteliği ise, çok sayıda görsel malzemenin eklenmiş olmasıdır. Bu görsel malzeme yazılar ile bütünleştiği zaman, yaşanan acıları bazı karelerde okumak mümkün olmaktadır. Bu çıkışları gerçekleştirenlerin bir kısmı başka bir tırmanış veya geri dönüş esnasında yaşamlarını yitirmişlerdir. Bu nedenle fotoğraflar sadece bir anı değeri olmasının ötesinde, okuyucuya belirli bir hafızayı da anımsatma işlevi sağlamaktadır.

8000 Metrelik Zirvelerde Kış kitabı meraklı okuyucu için iki ayrı ek de vermektedir. Kitapta adı geçen 47 dağcı için kısa bilgiler mevcuttur. Bu dağcıların 27’si Polonyalıdır. Sadece bu sayı bile kış tırmanışlarındaki Polonyalı dağcıların başarılarının bir karinesi olarak düşünülebilir. Ayrıca bu dağcıların 21 tanesi farklı tırmanışlarda veya geri dönüşleri sırasında hayatları kaybetmişlerdir. Görüldüğü gibi 8000’lik kış tırmanışları, buraya katılanların neredeyse yarısının ölümüne yarıştığı bir koşu parkuru olmaktadır. Üstelik bu tırmanışlar, yaptıklarının ne kadar ağır ve meşakkatli olduğunun bilincinde olan buz savaşçıları tarafından gerçekleştirilmiştir.

Bu acı çekme sanatının nereye ve hangi rotalara doğru evrileceği konusu dağcıların kendi aralarındaki tartışmalardan sadece birini oluşturmaktadır. Galiba yükseklik ve karşılaşılan riskler arttıkça denenmemiş rotalar, denenmiş olanların daha kısa sürelerde yapılması gibi bir dizi sorun alanı, bu acı çekmeye aday dağcıların gündeminde olmayı sürdürecektir.

Bu ileriye doğru koşunun noktalanması ve ‘'artık dağ tırmanışlarının sonu geldi'’ denmesi için bir hayli zaman var gözüküyor.

Bu kitaba yönelecek ilginin yeni acı çekmeye aday olanlar için ufuk açıçı olduğunu düşünmekteyim.