Geçen gün genç bir arkadaşım bana 90’ lı yılların sırrını sordu. Şöyle bir düşündüm bu soru karşısında. Gerçekten de son yıllarda Türkçe Pop Müzik’ te özellikle 90’ lı yılların şarkıları neredeyse bütün dijital listelerde yer alıyor , o dönemin şarkıcıları bir konserden bir diğerine koşuyor, yine dj performanslarında çalınan şarkıların birçoğu da bu döneme ait. Aslında 30- 40 sene önceki şarkıların bu kadar sevilmesinin sihirli bir formülü yok. Geçmişe özlem denilebilir, şarkıların içtenliği denilebilir, daha analog kayıtlar denilebilir. Ama bana göre yaşı kırkı geçenlerin o günlere özlemleri ve çocuklarına aktardıkları bambaşka bir Türkiye gerçeği bu sorunun cevabı belki.

Bu yüzyıl sosyal medyanın belirleyici ve yönlendirici olduğu globalleşme -olumsuz etkilerini unutmadan- sayesinde artık başka bir yüzyıl.

Binlerce kilometre ötedeki bir ülkede yaşanan insan hakları ihlalinin, kadınlara, çocuklara ve hayvanlara yapılan şiddetin, çevre katliamlarının , anti demokratik uygulamaların ve hukuksuzluğun anında ortak bir sıkıntıya ve kaygıya yol açtığı bir yüzyıl.

Bu usulsüzlükler bizzat iktidarlar eliyle hayata geçtiği için, yönetenler görmezden gelmeyi yeğliyor iken bireyler, birken beş, beşken on, on iken milyonlar olmayı başarabiliyor.

En son örnek İran’dan… 22 yaşındaki Mahsa Amini’nin İran’daki kılık kıyafet kurallarına uymadığı gerekçesiyle gözaltına alınmasından kısa bir süre sonra ölmesi sadece İran’daki kadınları değil, tüm dünyadaki kadınları ayağa kaldırdı.

Çok da haklı bir sloganla “İnsanları zorla kendi cennetinize götüremezsiniz”.

Gerçekten de öyle. Artık İslami kurallar adına konulan bu yasaklar, işlenen cinayetler -araştırmalara bakabilirsiniz- insanları ateist ve deist olmaya zorluyor. Kadınlara yönelik bu baskı ve şiddetle karşılaştırılamaz ama toplumun bir başka kesimini ilgilendiren pandemiyle başlayan bitmek bilmeyen müzik yasakları da artık birer rutine dönüşmüş durumda.

İktidar, -Saray demek daha doğru- kendisine yakın bulduğu sanatçıların konserine ses çıkarmazken, muhalif olsun olmasın, iktidarlarını güçlendirmeye çalışmayan, kendisine biat etmeyen tüm sanatçıların konserlerini birbirinin peşi sıra yasaklamayı sürdürüyor.

Tarikatlar talep ediyor, İstanbul Sözleşmesi feshediliyor. AK troller hedef gösteriyor, konserler, festivaller yasaklanıyor, sanatçılar, gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. İnanılır gibi değil gerçekten de. Bu iktidarın en büyük zaaflarından birisi sanatçılarına hoyratça davranmasından, onlarla -Saray’ın kadrolu ünlülerinden söz etmiyorum- doğru bir ilişki kurmamasından kaynaklanıyor.

Yine 90’lı yılların başında, Yedikule zindanlarında -orada bile konserler yapılıyordu- Popsav’ın düzenlediği gecelerde, zamanın cumhurbaşkanı Turgut Özal sahneye çıkıp onlarca sanatçıyla el ele şarkı söylüyordu. Özel gecelerde, resepsiyonlarda, alkollü kokteyllerde bir avuç yandaş sanatçıyla değil ,gerçekten de halkın bağrına bastığı, hayranlık duyduğu sanatçılarla uzun sohbetler ediyordu. Tarikatlara olan yakınlığı yüzünden, ağabeyi Korkut Özal ile adı “Takunyalı Kardeşler” e çıkan bir cumhurbaşkanı bile sanatçısıyla hep yakın ilişkiler kurmayı başarmıştı.

O dönemde ne konser yasaklarıyla karşılaştık ne festival iptalleriyle. Ama bu tek adam rejimi ülkeyi gerçekten de kaotik bir ortama sürükledi.

Yedikule Zindanları deyince aklıma geldi. İstanbul’un en uzun soluklu konserlerine ev sahipliği yapan Rumeli Hisarı sahnesinin ortasına mescit yaptı bu iktidar. Daha ne diyeyim…
Kalın sağlıcakla…