Geniş halk kesimleri, hükümetin pandemi sürecinde izlediği tutarsız politikaların acı faturasıyla boğuşurken, AKP kongrelerinde “asrı saadet” görüntüleri devam ediyor. Kongrelerde pandemi tedbirlerinin askıya alınması hatta etkinliklerin Hatay İl Kongresi’nde olduğu gibi ‘vur patlasın çal oynasın’a dönüşmesi yalnızca iktidarın pervasızlığını göstermiyor. Aynı zamanda AKP’nin ‘ayrıcalıklı partili-yurttaş’ yaratma projesinin de bir nişanesi oluyor. O ‘partili yurttaş’, belki onlarca araçlık konvoyla namaza gidemiyor, en güzel yemeklerden yiyemiyor ama bir günlüğüne sosyal mesafe-maske-hijyen üçlüsünden ‘kurtuluyor’.

Yüksek sesle şarkı söyleyip slogan atıyor ve vazifesini tamamlamış olmanın ‘iç rahatlığıyla’ evine dönüyor.


İşte o kongrelerden en önemlisi şüphesiz AKP’nin İstanbul il kongresiydi. İktidarın 2019 yerel seçimlerinde tam iki kere kaybettiği İstanbul’da, AKP teşkilatı içindeki kavga bir türlü dinmemişti. Parti içindeki hiziplerin en belirgin olduğu İstanbul’da bu gidişata dur demek isteyen Erdoğan, Milli Görüş geleneğinden gelen üstelik AKP kurulduğunda Saadet’te kalmayı tercih eden bir ismi Osman N. Kabaktepe’yi İstanbul İl Başkanlığı’na getirdi. İstanbul’u ilk seçimde geri alacaklarını iddia eden Erdoğan, Kabaktepe tercihini “94 ruhu” ile gerekçelendirdi.

Milli Görüş’ün son yükselişinin miladı olan ‘94 ruhu’, İslamcılığın tarih yazımında İstanbul’u yeniden ‘fetheden’ bir seferberlik olarak görülüyor. İslamcıların eski payitahtı kirinden, pasından arındırdığı bir kutlu sefer olarak mitleştiriliyor. Öncesi ise Müslümanlar için karanlık bir dönemmiş gibi anlatılıyor. Erdoğan’ın ikide bir gündeme getirdiği ‘çöp dağları’, hem muhalefetin belediyecilikten anlamadığı iddiasını canlı tutuyor hem de seküler-Batılı yaşamla özdeşleştirdikleri ‘manevi çöküşü’ simgeliyor. Bu çerçeve tam da Erbakan’ın inşa ettiği çerçeve.

Erbakan’ın eski öğrencisi ‘94 ruhu’ çıkışıyla bir taşla iki kuş vurmak istiyor. Bir yandan Asiltürk görüşmesiyle hız kazanan Saadet’in içine yönelik operasyonu, Milli Görüş tabanında karşılığı olan simge bir tarih ile sürdürmeyi deniyor; diğer yandan da partide geri planda kalan ümmetçi çizgiyi öne doğru itekliyor. 1994 ile 2023 arasında kurduğu ilişki ise Cumhuriyet’inin 100. yılında nasıl bir Türkiye tasavvur ettiğini gözler önüne seriyor. O Türkiye resmi, sanıldığının aksine Erbakan’ınkinden çok ama çok farklı değil.

Muhalefetin yan yana durduğunu göstermeyi, diğer her şeyden daha önemli gören muhalefet liderleri Erbakan anmasında büyük bir şevkle yan yana diziliyor. Babacan’ı ve Davutoğlu’nu o anmada görmek şaşırtıcı değil. Ne de olsa köklerinde Erbakan siyasetinin izleri var. Ancak Kılıçdaroğlu ve Sancar’ın Erbakan’ı Milli Görüşçüleri kıskandıracak cümleler kullanarak övmesi bir kenara not edilmeli. Sözünü ettiğimiz övgülerin olgusal bir gerçeğe dayanmadığını biliyoruz.

Zira laikliği tasfiye etmeyi kendine misyon edinen, ‘demokrasi gaye olamaz, ancak vasıta olur’ diyen, Susurluk skandalında muhaliflerin tepkilerini küçümseyen bir siyasi profilden demokrasiyi, dostluğu ve hoşgörüyü öğrenmek mümkün değil. Kürt sorununun çözümünü ümmetçilikte arayan, ‘Müslüman Kürt’ dışındakinin hak arayışına şüpheyle bakan bir lideri Kürt sorununa barışçıl bir çözüm için adres göstermek hafızamızla dalga geçmek demek.

Ne hazindir ki Türkiye’nin düzen muhalefeti, İslamcılığın belleğini tereddütsüz bir şekilde sahipleniyor, Cumhuriyet tarihinin yanı sıra kendi tarihini de İslamcıların baktığı yerden yorumluyor. Tam da bu yüzden karşılaştığı sorunları, sağcılık tarafından deforme edilmiş yakın geçmişten devşirdiği yanlış referanslarla çözmeye çalışıyor. Gerçeklikten adım adım uzaklaşıyor. Mesela, 94 seçimlerinde sosyal demokratların İstanbul’u kaybetmesinin arkasındaki tek nedenin hâlâ ‘çöp dağları’ olduğunu sanıyor. Böyle olunca da greve çıkan temizlik işçisini kendisine en büyük tehlike olarak görüyor.

Hem CHP hem de Kürt siyasetinin devrimci-ilerici geleneğe sırtlarını dönerek sağın sembol isimlerini yüceltmesi, Erbakan anmasında hizaya geçip siyasal İslam’ın en politik figürüne methiyeler düzmesi kendilerinin iddia ettikleri gibi ‘özlenen demokrasi’ tablosu değildir. Aksine ülkenin bugünlere gelmesine neden olan siyasal İslam’ı aklamak, masumlaştırmaktır. Bu şayet seçim taktiği ise orta vadede götüreceği getireceğinden fazladır, yok içselleştirilmiş bir pozisyon ise uzun vadede memleketin geleceğine yeniden ipotek koymaktır. İçi boş bir uzlaşmadan daha beteri uzlaşma görüntüsünün dışında bir siyaset üretememektir.