Başbakan May AB’den çıkış planlarında iyice çuvalladı. Neredeyse iki yıldır referandumda AB’den çıkalım kararı kimsenin bulaşmak istemediği bir ceset gibi duruyor. Yaygın olarak Brexit adıyla anılan kararın savunucuları bildiğiniz üzere referandum sonuçlarından hemen sonra istifa ettiler. AB’de kalmaktan yana olduğu bilinen Theresa May başbakanlığı Cameron’dan devraldı ve iyi bir hamle ile halkı yanıltarak Brexit propagandası yapan nam-ı diğer Osmanlı torunu Boris Johnson’u Dışişleri Bakanı atadı. Özetle yediğin haltı temizle dedi.

O gün bugündür hükümet cephesinden sadece hamaset duyuldu. Uzun süre May düğmeye basacak mı basmayacak mı diye bekledikten sonra nihayet süreç başladı.

Milliyetçi ve eski emperyalist duyguların etkisiyle AB’nin Britanya’ya mecbur olduğu, en karlı anlşamayı yapacakları yönünde hala hayal görenlerin sayısı az değil. Ama Rusya’dan gelen aşırı soğuklar gibi AB’den gelen aşırı tokatlar yavaş yavaş aklın başa devşirilmesi gerektiğini gösteriyor.

May, Muhafazakar Parti içindeki AB üyeliğinin devamından yana muhalefetle başedemezken Corbyn’li İşçi Partisi bir büyük hamle daha yaparak ‘kapsamlı’ bir Gümrük Birliği anlaşmasının yapılmasını savunmaya başladı.
Corbyn, AB konusunda kararsız davrandığı için Brexit’i desteklemekle suçlanıyordu. Bu benim katılmadığım bir suçlama çünkü Corbyn kendisini partinin başına geçiren stratejiyi şu ana kadar sürdürdü. Bu da parti ve seçmen ne derse onu dile getireceğim sözü.

Referandumdan bu yana seçmenin tavrının AB’de kalma yönünde daha da güçlendiğini iddia eden çok ancak bundan da emin değilim. Çünkü pek çok insan da “ne yani işte iki yıl geçti birşey olmadı” tadında akıl yürütüyor. Ekonomisinin –ve hatta herşeyinin- AB’ye bağımlı olduğu bir durumda AB’den çıkışın ülkeye zarar vermeyeceğini düşünmek safdillik olur.

Durumun Türkiye veya Norveç veya İsviçre ile kıyaslanması da mümkün değil çünkü bu üç ülke hep ‘çemberin dışında’ oldular. Kapsamlı gümrük birliği anlaşması biraz ortak pazarda kalalım yönünde evrilecek diye düşünüyorum.
Bu dönüşüm tamamlandığında ise referandum tamamen boş bir fantazi uğruna harcanmış bir ton zaman, emek ve para durumuna düşecek.

Referandum zamanında AB’de kalmayı tercih etmeme karşın bugün gelinen noktada nerede durduğumdan emin değilim. Macron’un AB’si mi çöken veya acı çeken bir Britanya mı? Bu sonuçlar kimi memnun eder onu da bilemiyorum.
Bugünkü manzarada Corbyn ve İşçi Partisi bu yıl bitmeden bir seçim görebilirler ve muhtemelen iktidar olurlar. Ancak May’e göre rahat görünen Corbyn’in işi de kolay değil. Çünkü İşçi Partisi’nde hem Brexit’çi hem de AB’ye tam üyeliğin devamını isteyen muhalefet grupları mevcut.

May’in önünde şimdilik iki büyük mesele AB vatandaşlarının İngiltere’deki haklarının korunması ve Kuzey İrlanda ve İrlanda Cumhuriyeti arasındaki sınır. Brexit birinci grubun haklarını ciddi anlamda kırpıyor ve halihazırda Britanya’da ikamet eden pek çok AB vatandaşını rahatsız etmiş durumda. Ama yine de çözülebilir sorunlardan biri. İrlanda sınırı meselesi ise eski yaraları kaşıyor ve en azından Gümrük Birliği anlaşması dışında bir çözüm bu savaşı canlandıracak nitelikte.

Corbyn her iki konuda da May’den fersah fersah ileride. Muhafazakar Parti’nin gözünü kör eden göçü önleme fantazisi, siyasi kariyeri boyunca göçmen gruplara destek olmuş Corbyn için söz konusu değil.

Muhafazakar Parti’de isyan eski parti liderlerine ve partinin ağır toplarına dek ulaştı. Boris’in komik bile olmayan önerileri dışında May’in elindeki tek imkan istifa etmek.

İyi haftalar ve bol şanslar.