Avrupa Birliği 60’ıncı zümrüt yılında ağırlaşan sorunlarla karşı karşıya. Sadece Haziran 2016’daki Brexit ile sınırlı kalmayan bir süreç söz konusu

AB’nin derdi başından aşkın

RTE artık son kozlarını oynuyor. Her ağzını açışta Batılılara hakaret etmekten medet umduğu anlaşılıyor. Dün de, “Nazi dediğimiz zaman rahatsız oluyor. Bak belgeyle konuşuyorum. Faşistsiniz, faşist!” demiş. Bu söylem haliyle bizim de hakşinazlığımıza dokunuyor. Birincisi, “Nazi, faşist” sıfatlarını uluorta kullanarak, “Hitler, Mussolini, Franco” döneminin zulmünü sıradanlaştırıyor. İkincisi, Hollandalıları, “cibilliyetsiz, karektersiz” ilan ettiği gibi, o ülkelerin sade yurttaşlarını hedef alıyor. Yoksa Merkel, Hollande, Rutte gibilerini savunmak bize düşmez. Her şeyden önce yıllarca RTE’ye destek verdikleri, onda bir demokrasi mayası vehmettikleri, “AB çıpası” bahanesiyle “AKP-liberal-sol liberal” ittifakına payanda oldukları için…

RTE solaklara da karşı
RTE dün Esenler’deki konuşmasında, “onların solak partileriyle teröristler beraber yürüyorlar” diye acayip bir ifade kullanmış. Hem ideolojik anlamda hayata soldan baktığını saklamayan hem de ince işlerde sol elini kullanmaktan şikâyeti bulunmayan biri sıfatıyla garipsedim doğrusu. Beyin yarıkürelerinin uzmanlaşmasıyla ilgili bir durumu, hoşlanmadığı siyasi partilere bir aşağılama sıfatı olarak yakıştırması ilginç geldi açıkçası. Bill Clinton ile başlayan, G.W.Bush, Barack Obama ile devam eden ABD’deki solak başkanlar silsilesi Trump ile sona erdi. Hiç kimsenin aklına da solaklık üzerinden siyasi polemik yapmak gelmedi. Bunca kutuplaşma yetmezmiş gibi, bakarsınız son düzlükte, “tüm solaklar HAYIR diyor, tüm sağlaklar EVET demeli” kozuna bile başvurur. Benim özelimde haksız da sayılmaz doğrusu…

Avrupa, Trump’ın da hedefinde
RTE’nin “16 Nisan’dan sonra ilişkileri göden geçireceğiz” sözlerine, bir AB yetkilisi, “Türkiye, ateşle oynuyor. Açık olalım, AB, Türkiye’den çok daha güçlü” diye cevap vermiş. Bu değerlendirmeyi doğru bile kabul etsek, 61’inci yılını kutladığı şu dönemde AB’nin kuruluşundan beri en derin varoluş krizini yaşadığı açık. Sadece Haziran 2016’daki Brexit ile sınırlı kalmayan bir süreç söz konusu.

Kendi aralarındaki sorunlar bir yana, Almanya’dan hareketle AB Trump’ın da hedefinde. Fazlaca “ekonomist” bulunabilecek bir yoruma göre, Trump’ın Rusya’ya gösterdiği hoşgörünün temelinde, Putin’in elinde petrol ve doğalgaz satışından başka bir ekonomik koz bulunmaması yatıyor. Buna karşın Almanya, GSMH’sinin yüzde 8.3 ile 287 milyar dolar cari fazla vererek, bu kategoride dünya şampiyonu koltuğunda oturuyor. Hollanda’nın 57 milyar dolarını ekleyince toplam 344 milyar dolar ediyor. Çin’in 201 milyar dolar cari fazlası bile bu rakamın gerisinde kalıyor. Bilindiği gibi 2017 Davos’unda Çin Başkanı Xi Jinping, “serbest ticaretin, dolayısıyla küreselleşmenin” savunucusu olarak dikkati çekmişti.

Trump ise DTÖ gibi uluslarüstü kurumlara itibar etmiyor, ticaretin ikili anlaşmalarla yürümesini savunuyor. Çünkü iki ülke karşılıklı oturduğu zaman, sadece dış ticaretteki rekabet gücü değil, askeri ve stratejik kozlar da masaya konuyor. Trump, Almanya benzerlerinin NATO bütçesine yeterince katkı yapmadan, “ABD-AB-Japonya”dan oluşan “kolektif emperyalizmin” forsundan yararlandığını düşünüyor.

AB’de büyük yarılma
Hadi Anglosaksonları bir yana bırakalım, yine de AB 60’ıncı zümrüt yılında ağırlaşan sorunlarla karşı karşıya. Bugünlerde yıldızı parlayan, Alman Sosyal Demokrat partisinin başına geçen Martin Schulz, Avrupa Parlementosu başkanlığından bu yana en sıkı AB yanlılarından biri olarak biliniyor. Ateşli bir biçimde politik birlikten geri adım atılmaması, ulus devlet reflekslerine dönülmemesi gerektiğini savunuyor. Yine son dönemin popüler ismi Hollanda başbakanı Mark Rutte, ayrı bir kutupta yer alıyor; bütünleşik bir Avrupa fikrini romantik bir fantezi olarak nitelendiriyor, artık bu hayali mezara gömmek gerektiğini öne sürüyor.

Farklı AB tasavvurları
AB’deki bu yarılmanın açıkça ortaya çıkmasıyla Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker’den, “Avrupa’nın geleceği” üzerine bir rapor hazırlaması istendi. Türkiyeli ünlü iktisatçı Dani Rodrik’e göre, Juncker beş farklı rota çiziyor; şimdi olduğu gibi devam, tek pazara yoğunlaşmak, entegrasyon yolunda bazı ülkelerin diğerlerinden daha hızlı seyretmesine izin vermek, hedefi küçültmek ve tam bütünleşik bir Avrupa yolunda ihtiraslı bir hamle gerçekleştirmek.

Rodrik, ekonomik entegrasyonun yanında ortak bir sosyal modelin mümkün olduğunu düşünüyor. Bu sadece piyasaların değil, sosyal politikaların, emek piyasası kurumlarının ve maliye düzenlemelerinin de entegrasyonunu gerektirirdi. Sosyal modellerin farklılığı ve ortak kurallar üzerinde uzlaşmanın zorluğu bütünleşmenin temposunu ve kapsamını ayarlamak açısından doğal bir fren oluştururdu. Ama artık AB’nin bu doğrultuda mali ve politik entegrasyonu için çok geç kalınmış olabilir. (Dani Rodrik Project Syndicate 2017 How much Europe Can Europe Tolerate?)

Solun AB’ye önerileri
Başından beri sermayenin öncelikleri doğrultusunda tasarlanmış AB’nin, Yunanistan’ın mütevazı Keynesyen ekonomi programına bile hoşgörü ile yaklaşamaması, Troyka’nın ülkeye acımasız bir kemer sıkma dayatmasıyla gerçek yüzünü gösterdi. Yine de, kendilerini “Euro Memo Group” olarak tanımlayan Avrupa’nın sol iktisatçıları her yıl alternatif ekonomi politikası önerilerini içeren bir rapor yayımlamaktan vazgeçmiyorlar.

“Avrupa Birliği: Dağılma Tehdidi” başlığıyla yayınlanan Euro Memorandum 2017, sosyal politikalara ağırlık veren, AB düzenlemelerine kafa tutan ve gerekirse ilerici politika seçeneklerini uygulamak için avro bölgesini terk etmeyi öngören beş bölümlü bir seçenek öneriyor.

1) Kemer sıkmaya ve eşitsiz kalkınmaya karşı makroekonomik ve kalkınma politikaları:
İnandırıcı bir alternatif 1) dengeli bütçe politikaları yerine yüksek ve sürdürülebilir istihdama dayalı denge ekonomi şartını, 2) AB bütçesinin AB çapında yatırımları finanse etmesini, 3) bölgesel ve sektörel farklılıkların ortadan kaldırılmasına yönelik bir stratejiye öncelik verilmesini, 4) Avrupa’nın ulusal ve yerel kalkınmasını amaçlayan uzun dönemli bir Avrupa yatırım stratejisini, 5) işçilerin ulusal gelirden adil pay almasını, 6) vergi temelinde rekabete karşı etkin önlemler alınmasını içermek zorundadır.
2) AB parasal ve finansal politikaları:
Gevşek kredi politikası sınırlarına ulaşmak üzeredir. Finans alanındaki Sermaye Piyasası Birliği ise kayda değer bir ekonomik fayda sağlayamayacaktır.
3) Göçler ve AB dayanışması:
Kısa vadede ekonomik ve finansal kaynaklar seferber edilerek ilgili bölgelere yardım edilmeli ve AB’ye sığınmak zorunda kalan insanlara yardım eli uzatılmalıdır. Orta vadede göçmenlere ilişkin algıyı değiştirecek kültürel ve politik faaliyetlere ağırlık verilmelidir.
4) Sağ kanat ve AB’de ekonomik milliyetçilik:
Aşırı sağ akımların yükselişinin önünü açan neoliberal uygulamalar yerine çevrede kalan bölgeleri, kırsal alanları da kapsayacak içerici ve eşitlikçi politikalar uygulanmalıdır.
5) Avrupa’nın dış ilişkileri:
Komşulara karşı, onları serbest ticarete zorlayan ve entegrasyon için ikinci sınıf sayan bir yaklaşım yerine, karşılıklı işbirliğine dayalı bir zihniyet benimsenmelidir.