Avrupa Birliği’ni (AB) sarsan ekonomik kriz, takkeleri öne koyup düşünmeyi gerektiriyor. 14 Haziran’daki Sarkozy-Merkel buluşmasının

Avrupa Birliği’ni (AB) sarsan ekonomik kriz, takkeleri öne koyup düşünmeyi gerektiriyor. 14 Haziran’daki Sarkozy-Merkel buluşmasının ardından, 27 üye ülke başkanları ve hükümet temsilcileri 17 Haziran’da Brüksel’de Avro Bölgesi’nin ekonomik yönetimini görüşmek üzere toplandılar. Zirveden, bir kez daha FransAlmanya’nın ağırlığını koymasıyla önemli kararlar çıktı.
Öncelikle daha önce bu sütunlarda sözünü ettiğim istikrar paktı çerçevesinde finansal işlemlere getirilecek vergi, 27 ülkenin hepsi tarafından kabul gördü. Böylece bu hafta Toronto’da düzenlenecek G-20 zirvesine bu konuda getirilecek teklifin ana hatları da ortaya çıkmış oldu. Bankalara yeni vergiler konulacak, Amaç, bir yandan mağdur durumda kalacak mevduat sahiplerine bir garanti teşkil etmek, öte yandan da bankalar ve diğer mali kurumları kurtarmak için kolları sıvayan devletlerin borcunu kapatmak. Pakta uymayan ülkelere ise sert cezalar uygulanması öngörülüyor. Öyle ki, borç sınırını aşan ve önlem almayan ülkelerin AB Konseyi’nde oy hakları geçici olarak ellerinden alınacak. Böylece, AB Konseyi bu ülkeleri iflas etmelerini talep edebilecek.
Alınan kararlar doğrultusunda, yeni bir “Yunanistan senaryosu” yaşamamak için, başta İspanya olmak üzere, tüm üye ülkelerin bankalarına bir “stres testi”, yani krize karşı dayanıklılık testi yapılacak. Amaç, iflasın eşiğine gelmeden asgari bir şeffaflık sağlamak. 27 üye ülkenin tüm mali kurum ve bankaları bu testten geçecek ve sonuçlar kamuya açıklanacak. Aslında bu test geçen yıl ABD’de denenmişti. 2009 yılında Amerika’nın en büyük 19 bankasına uygulanmış, bankanın yeterli kaynağı olmadığı tespit edildiğinde, bu riski karşılamak için kenara para ayırmak zorunda bırakılmıştı. Tüm bu önlemler, özellikle AB dışı yatırımcıların azalan “güvenini” yeniden elde etmek için alınıyor.
Peki ya AB halkının güveni ne olacak? Birliği teşkil eden ülke halkları artık gelişmeleri izlemekte zorlanıyor ve giderek Birlik kavramından kopuyor. AB’nin dizginlerinin normalde Komisyon’un elinde olması gerekiyor. Ancak 27 devlet ve hükümet başkanlarından oluşan AB Konseyi giderek kumandayı ele alıyor. Daha doğrusu FransAlmanya ele alıyor. Avrupa vatandaşları giderek alınan kararlar üzerinde hiçbir yaptırımları olmadığının farkına varsalar da, demokratik bir konsey olmadıktan sonra, oylarıyla müdahale etmeleri de mümkün değil. Evet, Avrupa Parlamentosu’nda (AP) seçilerek gelmiş ülke vekilleri var elbette. Fakat kararları alanlar AP’ye danışmıyor bile. Alım gücü her ülkede azalıyor, sağın sağına kayma özellikle küçük ülkelerde giderek artıyor. Popülist ve milliyetçi dalgalar Avusturya, Belçika, Hollanda, Bulgaristan, Macaristan’ı, hatta İtalya’yı bile çoktan kapladı…
AB üyesi ülkelerin iç farklılıkları, sorunu daha da zorlaştırıyor. Ekonomik seviyeleri, kültürleri ve sosyal politikaları bu denli farklılık gösteren bir birlik, alması gereken hayati kararları belirlemekte zorlanıyor. Sermayenin yarattığı kalıcı zararlara geçici çözümler ararken, Avrupa’yı gerçekten “birlik” yapacak çözümü görmezden geliyorlar: Avrupa’nın siyasi birliğini vazgeçilmez kılmak, sermayeye karşı emeği, liberalleşmeye karşı sosyal adaleti, demokrasiyi kesinkes yerleştirebilmek gerekiyor.
Bizce Avrupa ideali hâlâ gerçekleştirilmeyi bekliyor. Halkların kararlara katılımı mutlaka sağlanmak zorunda. Avrupa Birliği’nin 50 yaş bunalımını atlatmak için, krizden çıkışı daha adil, demokratik ve toplumcu bir çizgide araması şart. Bunun için de sol hükümetlere ve politikalara her zamankinden daha fazla ihtiyaç var.