Dün, Türkiye Avrupa Eğitim ve Bilimsel Araştırmalar Merkezi (TAVAK) ile Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi (TASAM) işbirliğiyle düzenlenen Avrupa Birliği Sempozyumu’nun konuşmacıları arasındaydım. İki kurum hemen her çevreden çok sayıda konuşmacıyı çağırdı sempozyuma. Ben de, normalde yan yana bile gelmeyeceğim bir “meslektaşla”, meslekten olmayan başkaları da vardı bizim oturumda, “Gazeteci gözüyle Türkiye’nin AB yolculuğu”nu anlattım. Aşağı yukarı şu minvalde bir konuşmaydı. Paylaşayım istedim...

“Öncelikle Avrupa’ya değil, AB’ye karşı olduğumun bilinmesini isterim. Çünkü Avrupa’nın iki yüzü var. Biri özgürlükçü, bağımsızlıkçı, aydınlanmacı, diğeri, saldırgan sömürgeci bir yüz. Elbette ben ilkinin yanında olan biriyim. AB’yi ilkinin arasında saymıyorum.

Türkiye çoğunluğun Batı dediği benim gibi düşünenlerin emperyalist/kapitalist olarak adlandırdığı cephenin mali, özellikle askeri kurumlarına kabul edilmekte pek zorluk çekmeyen bir ülke oldu hep. Örneğin NATO’ya alınması için Kore savaşında ABD’nin yanında olması yetti. NATO’ya alınırken de diğer Batı kurumlarına kabul edilirken de Avrupalı sayılıyordu. Buna güvenerek Türkiye’yi yönetenler, AB’ye alınabileceğine bir hayli inandırdılar kendilerini. Oysa AB macerasının başlaması pek hayal kırıcı oldu. Başından günümüze kadar AB kapısının dışında tutulmaya devam ediyor Türkiye. Aslında tüm macera bu kadar.

AB, Türkiye’yi AB söz konusu olduğunda yeterince Avrupalı görmüyor. Avrupa değerlerine sahip olmadığını ya da en azından o değerlerle çeliştiğini düşünüyor. Bunu söylerken Türkiye’nin sorunlu demokrasisini, Kürt sorununu, hukukla geçimsizliğini ileri sürüyor. Aslında doğruyu söylemek gerekirse AB’nin bunlara önem verdiği yok. AB için Türkiye’nin Kürt sorununu çözmesi ya da çözmemesi, demokrasisi, hukuksuzluğu umurunda değil. Çünkü AB ticari, ekonomik bir birlik. Avrupa sermayelerinin ortaklığı. Bu ortaklığın çıkarı için uygun olan neyse, onun peşinde. Bu nedenle aslında Türkiye AB için önemli. Türkiye AB’nin her anlamda işine yarayacak bir ülke. Yeraltı, yerüstü kaynakları var, ayrıca iyi bir pazar, güçlü bir ordusu var, bir Avrupa ordusuna dönüşebilir, nüfusu genç, ihtiyaç duyulan işgücünü karşılayabilir, sınırlı tutulursa. Yani AB Türkiye’yi bünyesine alacak eninde sonunda. Ama kendi koşullarıyla alacak. O koşulları hazırlamaya çalışıyor. Bu nedenle de, yani kendi koşullarıyla alabilmek için Türkiye’nin önüne, sanki çok önem veriyormuş gibi Türkiye’nin sorunlu demokrasisini, Kürt sorununu, hukuksuzluğunu getiriyor, bunları çöz diyor. Bunların kolay çözülemeyeceğini bildiği için de “sana imtiyazlı üyelik verelim”, “serbest dolaşım hakkın olmasın” diyor. Böylelikle “Türkler Avrupa’ya dolarsa kültürümüz zedelenir” diye korkan kendi kamuoyunu da rahatlatmış oluyor.

Tabii Türkiye de AB’nin kendisini almaması için elinden geleni yapıyor : Hukuk yerlerde sürünüyor, demokrasinin yerinde yeller esiyor. “66 yabancı firma Türkiye’den kaçtı. Milli gelir son 10 yıldır yerinde sayıyor? Hukukun Üstünlüğü Endeksi sonuçlarına göre Türkiye 113 ülke arasında 101. sırada. Son 3 yılda 42 ülkenin altına düşmüş”.

Ama bunların bir önemi yok. İnancım şudur; eğer Türkiye “imtiyazlı ortaklığı” kabul etse, “serbest dolaşım hakkından” tamamen vazgeçse AB Türkiye’yi hemen üyeliğe kabul eder. Çünkü AB, Avrupa değerlerinin temsilcisi bir kurum değildir. Avrupa değerleri dediğimiz şey Fransız ihtilalinin, Cromwel’in kazandırdıklarıdır, AB bunların temsilcisi ise eğer Sisi’yi baş tacı yapmaz, gerici Arap rejimlerine silah satmazdı.

İkincisi şu: Türkiye bir Avrupa ülkesidir diyen var, hayır biz bir doğu ülkesiyiz diyen var. Benim açımdan nerede olduğumuzun bir önemi yok. Coğrafya bir kader değildir. Avrupa değerleri denen şeylerle nerede olursa olsun buluşulabilir kaldı ki. Ama biz doğu ile batı arasında köprüyüz diyenler sanki daha doğru söylüyorlardı diye düşünüyorum. Bu bir avantajdı da.

Burada “bizi AB kapısında bekletiyorlar” diye yakınan AKP iktidarının bir tutumunu hatırlatmak isterim. Bana çok çelişkili gelen bir tutumdur bu. AKP Genel Başkanı, İspanya ile birlikte Medeniyetler İttifakı’nı oluşturdu biliyorsunuz. Kültürel açıdan değerlendirdiğinizde bu ittifakta İslam’ı temsil eden Türkiye idi. Coğrafi açıdan bakarsanız Doğu’yu temsil eden de Türkiye idi. Medeniyetler İttifakı’nda Doğu’yu temsil ettiğinizi tüm dünyaya ilan etmiş bir ülke olarak AB’ye “neden beni yeterince Avrupalı olarak görmüyorsunuz” deme hakkı var mı Türkiye’nin? Bu sorunun yanıtını verecek biri var mıdır bu salonda?

Türkiye, kimilerinin Avrupa değeri dediği demokrasi, hukukun üstünlüğü, kadın erkek eşitliği, laiklik gibi insanlık değerlerine emekçilerini mücadelesiyle mutlaka kavuşacak ve bunun için Avrupalı emekçilerinin desteğine elbette ihtiyaç duyacak. Ama AB’ye asla ihtiyacı olmayacak.”

Bunları söyledim. Bilin istedim.