Dönemin Başbakanı Erdoğan, 2004 yılının aralık ayında coşkuyla karşılandığı Ankara’da, “hamdolsun” diyerek Türkiye’nin attığı tarihi adımdan duyduğu memnuniyeti alkışlar eşliğinde halkla paylaşmıştı. Sevinç öylesine yoğundu ki, Türkiye’nin AKPM tarafından ‘denetim sonrası diyalog sürecine’ terfi ettirilip müzakere tarihi alması, ‘AB şöleni’ temasıyla gündüz vakti havai fişeklerle kutlanmıştı. Dönemin Dışişleri Bakanı Gül, artık yeni bir Türkiye’den söz edilmesi gerektiğini söylemiş, Erdoğan da bundan sonra ülkemizde demokrasinin daha farklı bir şekilde güç bulacağını eklemişti. Bu, AKP tarafından gerek ekonomik gelişim, gerekse Türkiye’nin çağdaş ülkeler arasındaki konumu bakımından büyük bir kazanım olarak değerlendirilmişti. Erdoğan, AB’ye tam üye olarak katılımın, Türkiye’nin stratejik hedeflerinden biri olduğunu işaret ederken, entegrasyonun temel amacının ileri demokrasi ve hukuk normlarına ulaşmak, Türkiye halkının temel hak ve özgürlüklerini geliştirmek olduğunu söylemişti. Haçlılar henüz Türkiye’ye savaş açmamış, özgürlükçü İslamcıların Türkiye’ye demokrasi getirişini hayranlıkla izliyordu.

•••

Denetim sonrası diyalog dönemi için AKPM’nin Türkiye’ye bulunduğu tavsiyeler arasında: özellikle polis ve yargıçların eğitimiyle cezaevlerinde reform yapılması; 82 Anayasası’nda, Venedik Komisyonu’nun da önerileriyle, demokratik iyileştirilmelerin yapılması; yüzde 10’luk seçim barajının düşürülmesi; sendikalar, siyasi partiler, örgütlenme hakkı, yerel yönetimler konusunda gerekli reformların yapılması; kadına yönelik her türlü şiddetin önüne geçilmesi vardı. 1949 yılında Türkiye’nin de kurucu üyesi olduğu AKPM bu önerilerde bulunuyordu çünkü, üye ülkelerde demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi AİHS’nin temel değerlerini tesis etmek ve uygulamaları denetlemek amacıyla kurulmuştu. Toplumsal, politik süreçler “atı aldım, Üsküdar’ı geçtim” bakışıyla ilerlemediğinden olacak, 2004 yılında güneşe havai fişek fırlatmayla başlayan coşku yerini keskin bir Batı düşmanlığına bıraktı. Emniyet, yargı ve ordunun reform adı altında Fethullahçılara teslim edilmesinin acı faturası ise 15 Temmuz’da görüldü. 82 Anayasası iyileştirilmek yerine, Venedik Komisyonu’nun otokrasi uyarılarına rağmen tek adam yasasına dönüştürüldü. AKP’nin “biz aştık, siz de aşın” dediği seçim barajı yerli yerinde kaldı. Sendikalar sakıncalı, milletvekilleri hapiste, gösteri ve yürüyüş yapmak yasak, yerel yönetimlerde kayyım var, kadına şiddette Avrupa’da öncüyüz. Bitmeyen bir OHAL’in içinde, onlarca KHK ile on binlerce insan ya işsiz, ya hapiste, ya gözaltına alınmış. Dernekler, gazeteler, tvler ya kapalı ya yandaş. Tam üyelik coşkusundan sonra 13 yılda vardığımız yer, demokratik kurumların işlemediği, meclisin görevsizleştiği, kuvvetler ayrılığının ortadan kalktığı, anayasasız bir dönem.

•••

Hal vaziyet böyle olunca, nisan 2017 itibariyle AKPM Türkiye’nin, ‘demokratik kurumlarının Avrupa standartlarında işlememesini’ gerekçe göstererek, 2004 öncesinde olduğu gibi yeniden denetime sokma kararı aldı. Bu da eşsiz bir geriye yuvarlanış örneği olarak tarihe geçti. İleri demokrasi konuşmalarıyla AB’yi mest eden Erdoğan bugün -YSK kararıyla meşruiyeti ortadan kalkmış bir referandumla- parlamenter demokrasiden, yetkilerin bir elde toplandığı otokrasiye doğru hızla yol alan bir kaptan olarak görülüyor. Türkiye’nin de üyesi olduğu AB kurumlarından ard arda gelen uyarıların rotası aynı; temel hak ve özgürlükler konusunda yaşanan sıkıntılar, hukuk ve demokraside görülen yapısal sorunlar… Erdoğan’ın 2004’de, AB ve Türkiye arasında alınan yolu hamd ederek kutlamasının üzerinden 13 yıl geçti. Dışarıda haçlılar içeride muhaliflerle çevrilmiş, kendini gittikçe dışa kapatan, kapattıkça da sertleşen bir Cumhurbaşkanı o artık. Türkiye’nin demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü konularında batılı demokrasi liginin dışında bırakılmasına “sen kimsin, tanımıyoruz, reddediyoruz” diye karşı çıkabilir, referandum süreciyle ilgili eleştirel bir rapor hazırlayan AGİT’e “bunlar da terörist” diye söylenebilir, Venedik Komisyonu’nun anti demokratik rejim uyarılarını “hadi ordan” diye tersleyebilir, AKPM’nin Türkiye’ye yönelik siyasi denetim kararını “sizin kılavuzunuz ya FETÖ ya PKK” diyerek posta koyabilir, çoktan rafa kaldırılan diplomasi dili gibi kendisini de toprağa gömebilirsiniz, de kime, neye fayda?

•••

Demokrasi, hukuk ve özgürlükler alanını genişletip geliştirmiş bir ülkenin faydası kendine değil de kime allah aşkına? AB’ye katılım görüşmelerinin durdurulmasına bir adım daha yaklaşıldığı ifade edilirken, Avrupalıları acıtacak tedbirlerin peşine düşmek midir doğru hamle? Karar 2018’de yeniden gözden geçirilecek. Öneriler; OHAL kaldırılsın, KHK’ler durdurulsun, gazeteciler-siyasetçiler-aydınlar serbest bırakılsın, OHAL araştırma komisyonu çalıştırılsın, Venedik Komisyonu’nun anayasayla ilgili tavsiyelerine uyulsun, YSK referandumun meşruiyetiyle ilgili iddiaları araştırsın… Türkiye, atacağı bu adımlarla yeniden Erdoğan’ın 2004’de ‘Avrupa fatihi’ ilan edildiği o günlere dönebilir. Ama deniyorsa ki, biz o zaman demokrasi tramvayındaydık, şimdi ordan inip ata bindik, Üsküdar’da da yol bitti, canımız sıkkın, tek derdimiz Başkanlık, demokrasi değil, Avrupa da, raporları da umurumuzda değil, kapanırız biz bize yeteriz… o halde akılda bulundurmakta yarar var; bu seçeneğin içinde ekonomik olarak daha da sıkışmış ve toplumsal olarak daha da kutuplaşmış bir ülkeyle baş başa kalmak da var. Dolayısıyla, bugün muhalefetten yegâne beklentimiz, hava gibi, su gibi yaşamsal olan demokrasi ve hukuk için safları sıklaştırma becerisi ve kararlılığı olmalıdır.