Bir yıl kadar önce, iki ABD’li eski diplomat “Foreign Affairs” dergisinde ABD’nin 70 yıllık Çin politikasını, bu politikanın nasıl başarısız olduğunu anlatan ve “Yeter artık bu kadar çuvallama. Birileri gerçekleri söylemeli” isyanı gibi duran “The China Reckoning” başlıklı önemli bir yazı yayımladı (isteyenlere makaleyi gönderebilirim). Çinli yazarların eleştirileri ve diğer tarafın da verdiği cevaplarla zengin […]

Bir yıl kadar önce, iki ABD’li eski diplomat “Foreign Affairs” dergisinde ABD’nin 70 yıllık Çin politikasını, bu politikanın nasıl başarısız olduğunu anlatan ve “Yeter artık bu kadar çuvallama. Birileri gerçekleri söylemeli” isyanı gibi duran “The China Reckoning” başlıklı önemli bir yazı yayımladı (isteyenlere makaleyi gönderebilirim). Çinli yazarların eleştirileri ve diğer tarafın da verdiği cevaplarla zengin içeriğe sahip bir tartışma yaşandı.

Çöken Çin politikası

O makale özetle şunları söylüyor: “G. Marshall’ın Kuomintang ve Komünistler arasında arabuluculuk girişiminden bugüne kadar ABD, hep Çin’in yörüngesini belirleyebileceğine dair abartılı bir güç algısına sahip oldu. Nixon, Çin açılımını yaparken bu politikasının Pekin ile Moskova arasına bir kama sokacağını ve zamanla Çin’in kendi çıkarlarına dair görüşünü değiştireceğini ve ABD’yle yakınlaşacağını varsayıyordu. Nixon’dan beri, ‘derinleşen ticari, diplomatik ve kültürel bağların Çin’in iç gelişmesini ve dışarıyla ilişkilerini değiştireceği’ varsayımı ABD stratejisinin temelini oluşturmaktadır. Oysa yarım asırdır yaşananlar bu politik yaklaşımın taraflarının yanıldığını gösteriyor: (1) Çin’in kaçınılmaz olarak açıklık yönünde değişeceğini öngören serbest ticaret yanlıları ve finans kesimi, (2) Pekin’in isteklerinin ancak uluslararası toplumla daha fazla etkileşim yoluyla yumuşatılabileceğini iddia eden entegrasyon yanlıları ve (3) kalıcı ABD üstünlüğünün Çin’in gücünü azaltılacağına inanan şahinler.

Ne havuç ne de sopa Çin’i beklendiği gibi etkiledi. Diplomatik ve ticari bağlantılar politik ve ekonomik açıklık getirmediği gibi, askeri gücünü geliştirmesini de önlemedi. Pekin, ABD’nin bir dizi beklentisiyle çelişerek kendi rotasını takip etti. Ekonomik liberalleşmeyi 20 yıl önce durdurdu ve Batı’nın beklentilerinin aksine, devlet kapitalizmi modelinde ısrarcı oldu. Pekin, ekonominin kontrolünü sürdürmekte ısrarcı davranıyor, devlete ait işletmeleri konsolide ediyor ve ulusal teknoloji şampiyonlarını teşvik eden sanayi politikaları (“Made in China 2025” planı) izliyor. Çin, ayrıca, mevcut uluslararası kurumlara olan bağlılığını derinleştirmek yerine, kendi bölgesel ve uluslararası kurumlarını oluşturmaya karar verdi. Asya Altyapı Yatırım Bankası, Yeni Kalkınma Bankası gibi kurumları kurdu ve Kuşak ve Yol Girişimini başlattı.

Batı’nın anlayamadığı ÇKP

Yazarların “ABD, Çin’i bir türlü doğru anlayamadı” itirafının son örneği, daha kıdemli Çin Komünist Partisi (ÇKP) kadroları varken neden Xi Jinping’in Devlet Başkanı seçildiğini anlayamamasıdır. Oysa Xi, Çin’in yörüngesinde belirgin bir değişiklik olacağının işaretiydi. O keskin ÇKP zekâsı, Çin’in artık bir dünya gücü olarak ortaya çıkmasının zamanı geldiğine ve Deng Xiaoping’in Batı ile karşı karşıya gelmemeyi önceleyen “ihtiyatlı” politikasının terk edilmesi gerektiğine karar vermişti. O yüzden, Deng ekolünü benimseyen kıdemli ÇKP kadrolarından biri değil Xi seçildi. ABD’nin Çin politikasını oluşturmak için yararlandığı akademya, eski diplomatlar ve benzerlerinin ÇKP hakkındaki bilgileri çok sınırlı veya seçici bir körlükle bakıyorlar. ÇKP’yi çıkar gruplarının temsilcileri arasında çatışmalar, hizipler arası mücadele vs yaşanan Batı’daki bir merkez siyasi parti gibi görüyorlar. Çin’in büyük zenginlerini bile üye yapan bir partinin öyle olması gerektiğini varsayıyorlar (oysa onlar basitçe üye, karar süreçlerinde yer almıyorlar). Gerçekte ÇKP ne böyle bir parti ne de lider sultası olan bir tek adam aklı. Bir türlü anlayamadıkları şey ÇKP içinde varlığını sürdüren “yoldaşlık hukuku”. Bu tabii ki Parti içinde belli ölçüde bir rekabet yaşanmadığı anlamına gelmiyor. Fakat bu rekabet dışarıdan görünmez. Batılıların anladığı biçimdeki bir rekabet ÇKP için “Burjuva liberalizminin hastalığı”dır ve Parti’den tasfiye sebebidir.

Yazarların eleştirilere cevap niteliğindeki ikinci makalelerinde ‘Bazı eleştirmenler daha sabırlı olmamızı ve Çin’in politik evrimini henüz tamamlamadığına inanmamızı istediler. ABD, Çin’deki reformcuları güçlendirmeye çalışmalı ve desteklemeli dediler’ sözlerini ‘ABD, ÇKP’ye çeşitli yollarla çengel atmaya çalıştı’ olarak anlamak yanlış olmaz. Özellikle HK doğumlu bazı İngiliz vatandaşlarının bazı ‘seçkin’ ÇKP kadrolarıyla ilişkileri bir aralar burada kulaktan kulağa fısıltıyla dolaşırdı. Sonuç iki taraf için de iyi olmadı. ÇKP hukukunda bu nevi ‘sızıntı adamlar’ın yakınlaşmasına izin vermek bile disiplin suçudur (Daha açık yazarsam RTÜK bizi kapatır. Ne de olsa 1,3 milyon Çinli bizi izliyor).

Trump sonrası

ABD, Trump’la birlikte, şişkin egolu bir adamın kişisel güç gösterisi olarak tarihe geçecek bir ahmaklık daha yaptı: Kuzey Kore’yi yaptırımları sonlandırma, Vietnam’ı ise “cömert” ekonomik yardım karşılığında Çin’i kuşatma stratejisinde kullanmayı denedi. Sürecin kazananı K. Kore oldu. Kendisi için ABD’yi hem tehdit olmaktan büyük ölçüde çıkardı hem de o tutarsız Trump aklını ne yapacağını bilemez bir şaşkınlığın içine itti. Yani Trump’la birlikte kişiselleşmeye başlayan ABD dış politikası K. Kore ve Vietnam’ı da yanlış anladı. Böyle giderse, ABD emperyalizmi 10 yıl sonra Çin+Vietnam’la uğraşmak zorunda kalacak. Çünkü Vietnam ekonomisi Çin’in de desteğiyle şaşırtıcı bir şekilde gelişiyor.