PINAR YÜKSEK Çin Devrimi’nin 70.yılının kutlandığı bugünlerde ABD ve Çin arasındaki ticaret savaşları bir biri ardına yapılan hamlelerle devam ediyor. Bu konuda pek çok çalışması bulunan akademisyen Kerem Gökten ile Çin-ABD ilişkisini, ticaret savaşlarını, ABD’nin hegemonya krizini konuştuk. • ABD ve Çin arasındaki kriz Trump’ın gelgitleri ya da Çin yönetiminin bireysel tavrıyla anlaşılabilir mi? Kuşkusuz […]

ABD-Çin ticaret savaşları: Hegemonya krizi

PINAR YÜKSEK

Çin Devrimi’nin 70.yılının kutlandığı bugünlerde ABD ve Çin arasındaki ticaret savaşları bir biri ardına yapılan hamlelerle devam ediyor. Bu konuda pek çok çalışması bulunan akademisyen Kerem Gökten ile Çin-ABD ilişkisini, ticaret savaşlarını, ABD’nin hegemonya krizini konuştuk.

• ABD ve Çin arasındaki kriz Trump’ın gelgitleri ya da Çin yönetiminin bireysel tavrıyla anlaşılabilir mi?

Kuşkusuz anlaşılamaz. Tarihte bireylerin rolü abartılma eğiliminde olunuyor. Bu kişi Trump gibi narsistik egosunu beslemek için bolca malzeme veren biriyse… Analizi böyle bir simanın söyleyip eyledikleri üzerine kurmak kolay ve ilgi çekici.
Çin ile ABD arasında bir yılı aşkın süredir devam eden gerginliğin kökenleri 2000’lerin başına kadar dayanıyor. Çin öteden beri gerçekçi kur politikası izlememekle, adil rekabet öğelerine uygun davranmamakla suçlanıyor. ABD’nin küresel talep merkezi olma konumu ile tutarlı olarak en az 40 yıldır verdiği kronik cari açık yalnızca Çin’in yükselişi ile irtibatlandırılıyor. Çin üretip satıyor, ABD ise bu gelişmeye karşılık veremeyen, tüketim talebinin finansmanı için diğer güçlere muhtaç, giderek çaptan düşen bir ülke olarak görülüyor. Sorun böyle konunca bir ürünün üzerinde “Made in China” yazmasının o ürünün bütünüyle Çinlilerin denetiminde üretilip pazarlandığı anlamına gelmediğini vurgulamaya pek sıra gelmiyor.

• ABD müesses nizamı ve Trump arasında bir çatışmadan  söz ediliyor. Bu krizde onun payı var mıdır?

Sınıf fraksiyonları arasında bir mücadele demek daha doğru olur. Askeri-sınai kompleksin başını çektiği rekabet kaçkını emek yoğun sektör temsilcilerinin ve altyapı seferberliği vaadinden çıkarı olan sermaye gruplarının “Trump şefliğini” desteklediklerini görmekteyiz. Söz konusu sermaye fraksiyonlarının Çin’e ve temsil ettiği çok taraflılığa karşı olacağı açıktır. “Müeeses nizam”dan adet olduğu üzere güvenlik bürokrasisini anlayacaksak bir çatışmadan söz etmek çok mümkün değil. Ancak finans sermayesi kastediliyorsa o başka…

Ayrıca kökleri NAFTA’ya karşı itirazlara varan küreselleşme karşıtı söylemler, neoliberal kapitalizm çözüm yaratıcı kapasitesini yitirdikçe güçlendi. Bu tepkiler, Trump’ı Beyaz Saray’a çıkaran politik iklimi yarattı. İşlerini, konutlarını yitirenler, gelir dağılımının giderek kötüleştiğini deneyimleyenler, kredi toplumunun yarattığı borç sarmalı ile terbiye edilen çalışan sınıflar ve sendika liderleri Wall Street’i işgal edenlerin değil, Trump’ın etrafında örülen deglobalizasyon programının yanında yer aldılar. Yabancı düşmanı, eski güçlü günlere gönderme yapan, sermayeyi ana vatanına çağıran bir milyarder tepkilere tercüman oldu.

• Emperyalizmin güncel ve genel yönelimleri bağlamında bu kriz nereye evrilir?

Biraz krizi özetlemekte yarar var. 2017 Nisan ayında çelik ve alüminyum ithalatının ABD’nin ulusal güvenliğini tehdit ettiğine yönelik raporlar Trump’ı önlem almaya davet etmiş, ticaret savaşının fitilini ateşlemiştir. 2018 yılı başında çelik ve alüminyuma sırasıyla yüzde 25 ve yüzde 10 ek gümrük vergisi getiren ve tarife önlemleri sadece Çin’i değil, ABD’nin NAFTA’daki partnerleri Kanada ve Meksika’yı, Doğu Asya’daki önemli müttefiki Güney Kore’yi, AB’yi de içermekteydi. Ancak bu dış ticaret kısıtlamaları son dönemlerde neredeyse bütünüyle Çin’i hedefleyen bir görünüme büründü. Çin’i, teknoloji hırsızlığı yapmakla, fikri mülkiyet haklarını ihlal ile suçlayan Trump yönetimi, yaz aylarında 50 milyar dolar değerindeki Çin ihraç ürününe ek gümrük vergisi uygulamaya başladı. Çin diğer ülkeler gibi ABD’nin bu hamlelerine karşılık verdi. ABD’den ithal ettiği tarım ürünleri ihracatını etkileyen aynı oran ve miktarlara karşılık gelen tarife artışlarını yürürlüğe koydu.

Ticaret savaşlarının kronolojisinde daha fazla kaybolmadan ABD’nin asıl güçlü hamlesinin Eylül ayı sonlarında geldiğini söylemekle yetineceğim. Çin’in 200 milyarlık dolarlık ihracatını hedefleyen yeni tarife dalgası ve bu tarifelerin 1 Ocak 2019’dan itibaren yüzde 25’e yükseltileceği tehdidi krizin birkaç içinde sönümleneceği yolundaki beklentileri sarstı. Kasım ayı sonundaki G20 zirvesinde sağlanan ateşkes bir türlü barışla sonuçlanmıyor. Enerji, gıda ve otomotiv endüstrisi alanlarında sağlanan ilerlemelere karşın görüşmeler özellikle fikri-sınai mülkiyet alanında ABD’nin istediği sonuçları vermedi. Son günlerde Huawei “ulusal acil durum” çerçevesinde hedef tahtasına konmuş durumda. Ancak ABD başta İngiltere olmak üzere müttefiklerine bile söz geçirmekte zorlanıyor. Özetle, ticaret savaşlarının dünya ekonomisi için küçük bir olumsuzluk yaratacağına yönelik modelleme sonuçları yırtılıp atılmaya başlandı. Ticaret savaşlarının uzaması halinde ABD’nin önümüzdeki yıllarda büyüme oranının yüzde 2’nin altına, Çin’in büyümesinin ise yüzde 5’e doğru çekileceği tahminleri yürütülüyor. Gümrük vergilerinin yansıması olgusu yüksek gümrük vergilerine sadece Amerikan tüketicilerinin ve firmalarının katlanmayacağı, Çin firma ve hanehalklarının da bundan etkileneceğini gösteriyor. Çin’in ABD pazarına erişiminin kısıtlanması hammadde tedarikçisi üçüncü dünya ülkeleri için iyi haber değil. Gözler Haziran sonundaki yeni G20 zirvesinde.

Temel mesele şu gibi görünüyor: ABD için hegemonik pozisyonundaki aşınmayı durdurma kaygısı, iktisadi kayıpların kolaylıkla göz ardı edilebileceği bir noktaya erişti mi? Eğer bu noktada bulunuluyorsa korumacılığın ABD’nin hegemonya krizine çare olup olmayacağı tartışması yapılabilir. Aşınan konumunu geri elde edebilmek için girişeceği eylemlerin sadece kapitalizmi değil, uygarlığı ortadan kaldırıcı bir etki yaratma olasılığı göz ardı edilmemeli. Ancak ben ABD’nin Çin’den taviz koparır bir izlenim yaratarak uzun vadeye yayacağı geri çekilişini yönetmeye çalıştığını düşünüyorum. Çin ise tarifelere açıktan tepki verirken, detaylarda taviz verir gözüküyor. Çin’in, söylemlerinin dozunu hafiflettiği, ABD ile doğrudan çatışmak istemediği görülmekle birlikte, yüksek katma değer yaratan kilit sektörlerde önüne koyduğu uzun erimli hedeflerden vazgeçeceğini sanmıyorum.

• Kapitalizmin evrensel bağlamda bir çıkmazda olması ile bu yaşananlar arasında bir bağdan söz edilebilir mi?

Elbette. Uzun durgunluktan bir türlü çıkılamıyor. Kapitalist merkez ülkelerden gelen moral düzeltici veriler, kısa süre içerisinde yerini olumsuz haberlere bırakıyor. ABD ekonomisinin kazanmakta olduğu ivme, Trump’ın küresel ticareti tehdit edici politikaları tarafından gölgeleniyor. Küresel borçluluk göstergeleri 2008 öncesini aratıyor. Ülke içi gelir dağılımı adaletsizlikleri toplumsal tepkiyi tırmandırırken, dünya ekonomisindeki ağırlıklarını arttıran Çin, Hindistan gibi ülkeler ve bölgesel hegemon olarak sahneye dönen Rusya kendilerine çizilen sınırları zorlamaya başlıyorlar.

Kapitalizmin egemen formu olan neoliberalizm ile ABD hegemonyasının eş anlı krizini yaşıyoruz. “Çok kutupluluk”, “çok taraflılık”, “güçler dengesi” gibi kavramlar dolaşımda bulunmakla birlikte 21. yüzyıl dünya düzeninin alacağı biçime ilişkin net bir şey söylemiyor. ABD’nin önderlik ettiği kapitalist merkez ülkeler arasındaki çatlaklar büyüme eğiliminde. Bırakın Çin karşısında alınacak tutumu, İran karşısında izlenecek yol haritasında bile anlaşamıyorlar. İkinci Dünya savaşı sonrasında kurulan düzenin yarattığı kurumların işleyiş biçimi hatta varlığı sorgulanacak noktaya geldi. DTÖ herkesin eleştirdiği, inisiyatif kullanmasını beklediği bir kurum haline dönüştü. Ticaret savaşı uzadıkça kurumun temsil ettiği değerler (liberal ticaret) aşınacağa, büyük bir varlık mücadelesi vereceğe benziyor.