ABD halkı korkunun pençesinde

NAMIK ALKAN

ABD Duke Üniversitesi Öğretim Üyesi Sosyolog Prof. Dr. H. Neşe Özgen, ABD’de koronavirüs salgını ile ortaya çıkan tablonun çok kötü olduğunu ve Amerikan halkının korkunun pençesinde olduğunu söyledi. Sağlıkçıların korunma ekipmanından yoksun ve ön cepheye kurban gibi sürüldüklerini anlatan Prof. Dr. Özgen, metropollerde işsizliğin, 1929 Krizinden sonra ilk kez en yüksek seviyede olduğunu kaydetti. Sosyolog Prof. Dr. H. Neşe Özgen BirGün’ün sorularını yanıtladı.

►ABD Başkanı Donald Trump, ülkede koronavirüs nedeniyle can kayıplarının iki hafta içinde zirveye çıkabileceğini açıkladı. Trump, "Ölü sayısını 100 binle sınırlayabilirsek iyi bir iş yapmış olacağız" dedi. ABD’de durum nedir ve orada gerçekten tablo çok mu kötü? ABD Sağlık Sistemi bu tip büyük salgınları karşılayabilecek yeterlilikte değil mi?

Tablo kötü. Kanımca, hemen her devlet, bu denli bir pandemiyi normal sistem içinde kalarak karşılayacak gücü olmadığına ilk anlarda anlamıştı, ancak tepkileri farklı oldu. ABD, İtalya, İran, İngiltere, TR gibi ülkeler pandemiye ilk refleksi, halkı korumaktansa devleti, dini, sistemi, kapitalizmi, şirketleri, partiyi vb. koruma kararıyla farklılaştılar.

Aslında, Tr de şu anda ne oluyorsa ABD’de de benzeri görülüyor diyebiliriz. Daha sert, daha kitlesel ve daha künt biçimiyle elbette. Metropollerde işsizlik, 1929 Krizinden sonra ilk kez en yüksek seviyede ve bunlar genellikle hizmet sektörü çalışanı gençler. Mavi yakalı kitlesel üretim vb. nde ise çalışan-yoksulluğu elle tutulur bir korkuyla besleniyor burada: İşsizlik. Tek çalışanlı ailelerde işini kaybetme korkusu çok yüksek ve bu nedenle işçiler çalışma tazminatı istemektense çalışmaya zorlandılar. Yüksek teknolojili üretimlerde çalışan profesyonel mavi yakalılar ve beyaz yakalı olup banka, hizmet vb.nde çalışanlar da öyle.

Tedarik sistemleri çöküyor, halk üç hafta önce yani salgın Fransa ve İtalya’da tüm korkunçluğuyla görülünce marketleri adeta yağmaladı ve tıpkı bizdeki gibi, un, tuvalet kâğıdı ve sanitasyon malzemesi yüklendi. Ancak, yine tıpkı Tr. deki gibi yanlış yönlendirilerek ve magazine edilerek, ellerini yıkayıp dezenfekte ederlerse bulaş olmayacaklarına inandırılarak, çalışmaya ve eğlenmeye devam ettiler. Sağlık sistemi için de salgının boyutları ve tehlikesi üzerine çok az haber anlaşılır olarak verildi, bunun yerine akademik makaleler ve kapalı toplantılarla sağlık çalışanları sahaya sürüldüler. Sağlıkçılar burada da korunma ekipmanından yoksun ve ön cepheye kurban gibi sürülüyorlar.

Salgının geç idrak edilmesi ya da yayılmayı engelleyecek tedbirlerin geciktiğine dair eleştiriler, Trump’ın gayri ciddi tutumuna dair eleştiriler iki hafta önceye kadar seçim tartışmalarının ve parlamento içi siyasetin malzemeleriydi. 28 Mart’tan itibaren NY gibi kalabalık metropollerdeki bulaş hızları ve vakalardaki artışla birlikte kentli vatandaşların şikâyetleri yön değiştirdi ve eleştiriler ticari sağlık sistemine, kötü belediyeciliğe, çalışanların korkunç bir işsizlik oranıyla karşılaşmalarına, bulaşın hızlarının gerçekten fark edilmesiyle de hastanelere yığılmayı engelleyen sisteme yöneldi. Ancak, ülkeyi yöneten karteller geri adım atmaya niyetli değiller ve kontrollerini aşmak çok güç.

ABD sağlık sistemi bu yığılmaya iki bariyerle karşılık verdi: Çalışan (ve bir sigortayı zaten ödemekte olanların) sigorta seviyelerini en üst düzeye yükseltti. Ardından bunun sadece Corona+ çıkanlara uygulanacağını abd-halki-korkunun-pencesinde-709662-1.söyleyerek sistemi tıkadı. Ancak tedaviyi kimin ödeyeceği meçhul. Nitekim ilk tedavi olan bir hastaya 34.700 Dolar tedavi faturası geldi. Burada sigortaların pek çoğu, pandemiyi karşılamıyor.

Ardından testin sigortasız da olsa herkese uygulanacağını ilan etti. Ve hemen ardından test kıtlığı ve herkese asla uygulanamayacağı ortaya çıktı. Hastalık şüphesiyle başvurduğunuzda ise sistemin sadece İtalya, İran ve İngiltere’den ve sadece son 14 gün içinde ülkeye dönenlere açık olduğunu görüyorsunuz. Bunlar arasında dahi semptomları yeterince yüksek olmayanlara test yapılmıyor, yapılanlar ise kendine yeterli seviyedelerse eve kendi bakımlarına yollanıyorlar.

Triyaj için NY belediyesi ancak bir gün önce parka sahra çadırları kurmaya karar verebildi. Öte yandan morg görevi görmek üzere soğuk hava depolu kamyonların ısmarlandığı ve metropollere gönderildiği söyleniyor. Ama Irak ve Suriye’ye asker gönderimi büyük bir hızla sürüyor. Orduya yeni alımlar başladı: her yerde askere alınma ilanları dolaşıyor: Bu bölgelerdeki muhtemel kontamine askeri geriye çekmeye çalışıyorlar.

ABD sağlık sisteminde alt bakım ekiplerinde başka ülkelerden gelen genç sağlık işçilerini daha ucuza çalıştıran pek çok ticari tıp kurumu, bu gençlerin ülkelerine dönmeleriyle mesela, hayli zorlanıyor. Çare olarak, şimdilerde diğer ülkelerin genç ve yoksullarına yeni sağlıkçı ilanlarını açıyorlar.

Yani, sistem daha bıçaklı daha bilenmiş, olanca hızıyla kendisini tahkim ediyor.

►ABD Başkanı Donald Trump ülkesinin tarihindeki en büyük ekonomik teşvik paketi olan koronavirüs salgını nedeniyle hazırlanan 2 trilyon dolarlık paketi onayladı. Bu paket krizi önlemeyi yetecek mi? ABD halkının bu pakete yaklaşımı hakkında neler söylenebilir? Trump’a güveniyorlar mı?

Doğrudan gelir desteği için Trump hem kararı geç imzaladı, hem de paketin şartlarını hayli değiştirdi. Yardım hanelerinin neler olacağına dair şu anda belirsizlik aşılmış olsa da, bunun ne zaman sağlanabileceği belirsiz. Örneğin ilk zamanlarda her gün gelen yeni genelgelerle kent hizmetleri durduruldu, tedarik zincirleri aksamaya başladı ve özellikle belediyelerin sürdürdüğü yaşlılar ve çocuklar için desteklenen temel bakım hizmetleri (günlük yemek, çocuklar için eğitim ve kültürel destekler vb. ) sonlandırıldı. Yani önce yardımlar kesildi, sonra denetimli çalışma ve sokağa çıkma konusundaki engellemeler geliştirildi. Ki bunlar da hala belli belirsiz. Kuralların an be an değiştiği bir Mart geçirdik. Şu anda bütün okullar, kreşler, ön bakım, özel bakım vb. hizmetler, kültür tesisleri, kütüphaneler kapalı, üniversiteler yaz okullarını, kursları dahi iptal ettiler, ama bunun için Mart ortasını bulmuştuk zaten. Geç kalındı. Ayrıca en iyi üniversiteler dahi dersleri online’a geçirdiklerini ‘iddia edip” sürdürürken, ders görevlisi ücreti karşılığı bir asistanlık vb. bulmuş olan doktora öğrencilerini kapı dışarı ederek belirsizlikte bıraktılar. Burada öğrenim kredi borçları, bilirsiniz, bir gencin hayatını neredeyse tamamen sisteme adamadan ödeyemeyeceği boyutlarda.

Göçmenler, evsizler, tek ebeveynli kalabalık aileler ve en alttakiler için durumun ne kadar umutsuz olduğu zaten ayan beyan ortada. En son Nevada’da evsizlerin boş park yerlerinde battaniyelerini sosyal-mesafe kuralına uygun sermeye zorlandıkları fotoğrafı görmüşsünüzdür. Kaldı ki TR. dekine benzer tartışmalar ABD’de de yaşanıyor: Mesela hapishanelere dair endişeler had safhada, bunu engellemek için 30 günlük görüş yasağı koydular. Zira birkaç kalabalık hapishanede COROVID+ vakalar yükseldi.

Bu paketin ülkenin orta üst ve teknokratik işgücünü koruyacağını, sistemin artık’larından kurtulmak için iyi bir fırsat olacağına dair eleştiriler yükseliyor. Ancak bunlar sisteme değil Trump’a yönelik popülist eleştiriler daha çok.

►Amerikan halkının salgına yaklaşımı nasıl? Bir umutsuzluk mu hakim. Trump’ın salgına yaklaşımı eleştiriliyor mu?

Amerikan halkı, bizimki gibi. Orta sınıflarda giderek artan agorafobi, sağ eğilimleri zaten güçlendiriyor. Alt sınıflar ise korkunun pençesinde. Müthiş bir borç-aş- iş kıskacı, insanları yelin önünde yaprak gibi sallıyor. Bencil, çıkarcı ve sokak-nezaketi kurallarına uydukları sürece “uygar” diye tanımlanan mesafede kalan bu iki grup, şimdi birbirine çok dostça bakmıyor. Bireysel silahlanmanın yüksekliği ayrı bir dert. Orta üst sınıfın temel dertlerinden birisi, Trump’ın borsayı ve borçları ne kadar telafide tutabileceği ve birikimlerini kaybedip kaybetmeyecekleri.

Devlet ve devleti yöneten ticari yapı bizdekinden de tekelleşmiş, meşrulaşmış ve güçlü. Bu da insanları her şeyiyle devlete itaate zorluyor: Meydanların yok edilişinden, kamusal alan tahribatına, akademinin “kutsal ve kukla” haline indirgenmesine, uzman aristokrasisine, tarımın tamamen şirketlerin eline geçmesinden, güvenilir gıda sistemi kuramamaya, kentsel rantın karteller terkine kadar her örnekte Türkiye’nin de eğer kendi yeni yaşam, demokratik bir anarşi ve hayat paradigmasını yaratamazsa en fazla birkaç içinde ne hale geleceğini görmek mümkün. Toplumun bütün can damarları üzerinde öldüresiye tepinmişler.

Bu ülkede her gece 22 milyon çocuk, öğlenleri yedikleri okul yemeği olmazsa yatağa aç giriyordu. 48. 8 milyon ABDlinin temel hane giderlerini (su, kira, günlük besin ve sağlık vb. ) karşılayacak gücü zaten yoktu. Kentsel tüketim vb. hizmetler sektöründe çalışanların aldıkları bahşiş dışında gelirleri yoktu. Şimdi artık bunlar da yok. Panik ve bunun yaratacağı yüksek rezonans şimdilik küçük küçük uzatmalarla pasifize edildi. Ancak, artık Mayıs sonunu hatta daha ötesini göremeyen insanları nasıl yaşatabilirler, her anlamda? Kimse bilmiyor. Ama, bunu bilmediklerini biliyorlar mı, işte bundan emin olamıyoruz.

►Çin ve Uzakdoğu ülkelerinin salgın ile baş ettikleri görülüyor. ABD’nin yanı sıra Avrupa ülkeleri ve Türkiye’de ise giderek ağırlaşan bir tablo var. ABD’den bakıldığında Türkiye’de ve dünyanın diğer ülkelerinde durum nasıl görülüyor?

Kapitalist devletler otoriter kararlar alabilen yönetim sistemlerini başarılı olarak öne çıkartırken, gönüllü dayanışma örneklerini ısrarla gizlemeyi yeğliyor. Koruyucu tıp yerine bireysel kurtuluşu geliştiren ticari tıp ve yüksek teknolojiye yatırımı önceleyen örneklerde ısrar ediyor.

Oysa, kendi sağlık sitemlerini koruyucu hekimlik ve toplum hekimliği üzerine inşa edebilen toplumlar felaketlerle baş edebilmede daha yetkin. Küba, örneğin siklonlarla, tornadolarla, salgınlarla daha iyi başa çıkabiliyor. Rojava gibi sağlığı kamusal bir mesele olarak önceleyen toplumlar, ticari sağlık sistemlerine daha az eklenmeyi başarabilmiş toplumlar bu dönemi bağışıklıkları da güçlenmiş olarak aşabilirler.

AKP, uzunca bir süre sağlık sisteminde devrim benzeri bir başarı yarattığını söyleyerek tutunuyordu mesela. Yıllardır sağlık alanında çalışanların bize uyarısı ise: “AKP’nin özelikle maliyeti yüksek tıp teknolojisini teşvik ettiği, kamusal sağlığı çökertmek pahasına yüksek teknolojiye yatırımı tercih ettiği, dahası mesela ölümden önceki son bakım ünitelerine yatırımı tercih ederek, deyim yerindeyse hasta sahiplerinin de rızasını devşirdiği” yönündeydi.

Şimdi ilk salgında o sırma da döküldü: O yüksek maliyetli yoğun bakım üniteleriyle övündükleri teknoloji bütün çıplak ölüm gerçeğiyle baş başa, kalakaldı.

Şöyle diyeyim: Pandemicle sadece küçük dayanışma ağları üzerinden başedemeyiz. Kamusal bir sistemin işe koyulması gerekir. Kamuyu ve sistemi adil çalışması ve sosyal devlet sınırları içine dönmesi için zorlamaktan vazgeçemeyiz. Dayanışmanın uzman ve kamusal denetime öncelikle bağlanması ve birlikte hareket etmek zorunlu.

Şimdilik özellikle büyük ülkelerdeki ticari tıp sistemleri, hastalığın yükünün sağlık sistemini çökertmemesi için yaygın kontaminasyonun engellenmesi konusunda otoriter devlet yönetimlerinden medet umuyor. Bu yapı bir süre etkili olabilr. Kontaminasyonu tamamiyle toplumun geri kalanından izole etmek ve “ya aşılama-ya felaket” söylemiyle yürütülen bir sağlık faaliyeti, maalesef ticari sağlığın şu andaki büyük deliklerini de gizler, dahası nüfusa “artıklarından-yüklerinden” kurtulmayı da onaylatır. Bunlar benim çekindiğim konular, Sağlık Antropologları muhakkak daha çok bilgi verebilirler bu konuda.

Öte yandan dayanışma ağları ve tartışmaları her kesimden yeniden başlatılabilirse olumlu bir birikim yaratabiliriz. Ancak bunların sadece yardım-destek gönüllüğü esasında olması, bizi 1999 Depreminden sonraki yerimize geri götürür. Yani hoşgörü toplumu anlayışıyla AKP’ye sığınmaya!

Aksine destek sandıklarından, borçtan bağımsızlaşmış yardım gruplarına, ortak ev programları geliştirmekten, eğitimde alternatif yapılara, sanat ve müzik kolektiflerine kadar hak ve sorumlulk alanlarında, birbirimizi hırpalamadan ne kadar çok örgütlenebilirsek o kadar olumlu olacak, o kadar çok iç tartışmayı da tüketmiş olacağız. Zira dayanışma bir gönüllülük değil, zorunluluktur.