Kissinger’ın, 1968’de Nixon’un başkan seçilmesinin ardından söylediği “Amerika’nın düşmanı olmak tehlikeli olabilir, ama dostu olmak ölümcüldür” sözü, ülkesinin Vietnam’daki rolüne dair bir göndermeydi. Ancak, o günden bugüne farklı bağlamlarda ve şimdi de Ukrayna’da doğrulanan bir özlü söz oldu.

Ukrayna’daki savaş ikinci ayına girdi ve NATO’suyla, peşine taktığı Avrupalı müttefikleriyle bir an önce ateşkes olması için değil de ateşi harlamak için elinden geleni ardına koymayan bir ABD var.

Savaşın Batı merkezli yayınlarda bir “demokrasi-otokrasi” çatışması olarak sunulmasına bakmayın; ateşkesin ve barışın gelmesinin geciktiği her gün “demokrasi cephesi” olarak tanımlanan kesimde de aşırı sağın kültürel/ideolojik tarlasını sürüyor.

Aklı başında” sanılan kimileri Ukrayna’ya nükleer silah verilmesinin çözüm olabileceğini ileri sürerken, Asya-Pasifik bölgesinde de Japon sağı Çin’e karşı Japonya ile ABD arasında “nükleer paylaşım” öneriyor. Yeryüzünün nükleer bombayla vurulmuş tek ülkesi, “nükleer silahların kullanılmasına izin vermeme ilkesini” sorgulayabiliyor.

Özgür Batı”da sanata ve ifade özgürlüğüne “demokrasi adına” sınırlar konuyor, Rus sanatçı ve sporcuların performansları engellenebiliyor. Bir “düşman” tehdidine karşı her türlü “önlem”i kabul edilebilir kılan, 11 Eylül sonrasının “güvenlikçi” ortamını andıran ve tam da sağ siyasal eğilimlerin serpilip gelişeceği bir iklim bu.

Bu iklimde, her savaş döneminde olduğu gibi, tarafların kamuoyları tek yanlı ve önemli ölçüde yalanla beslenen bir “enformasyon savaşı”nın kurbanına dönüşüyor. ABD’de de, eski ABD Kongre Üyesi Tulsi Gabbard gibi, “Biden Yönetimi ve NATO, Rusya’nın Ukrayna’nın NATO’ya üye olmasıyla ilgili meşru güvenlik endişelerini basitçe kabul etseydi, bu acıdan kolayca kaçınılabilirdi” diyenler de var, ama onların sesini Amerikalılardan çok Ruslar duyuyor.

Savaşa hayır” diyen Rusların sesini de Ruslardan çok Batılıların duyduğu gibi…

Bunlar “Putinci olmak” ve savaşın bir tarafında konumlanmak için asla gerekçe değil ama ABD’nin ve peşinde sürüklediklerinin “uluslararası hukuk”tan falan söz eden yaklaşımları tam bir ikiyüzlülük. Yugoslavya’yı bombalarken, Afganistan’ı ve Irak’ı işgal ederken, Suriye’ye, Libya’ya tankla, topla, savaş uçaklarıyla girerken hatırlanmayan “uluslararası hukuk”u şimdi öne çıkarmak hiç ikna edici olmuyor.

5 Şubat 2003’te, BM Güvenlik Konseyi’nin Irak toplantısında, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın, Saddam’ın kimyasal silah geliştirdiğinin kanıtı olduğunu iddia ederek çamaşır tozu içeren bir test tüpünü dünyaya nasıl gösterdiğini anımsayanlar, bu savaşın ardından da çok sayıda yalanın açığa çıkacağına emin olabilirler.

Barış hemen şimdi!” demeyenlerin yangına körük olan yalanları!

Savaş bütün taraflar için trajedi, ancak bize gösterilen trajedinin yalnızca bir tarafı oluyor hep. Batı kamuoyu, Ukrayna’nın işgaline dair son derece trajik görüntülere tanık oldu, diğer tarafta olanları pek görmeden. Fransız yönetmen ve muhabir Anne-Laure Bonnel’in bir dönem Youtube’dan kaldırılan Donbass belgeseli şimdi bizde “bazı kitleler için uygunsuz ve rahatsız edici” uyarısıyla izlenebiliyor. Ancak, Le Figaro gazetecinin “Her şeyin başladığı yer: Donbass” makalesini sitesinden sildi.

Oysa, bir tarafın zaferini değil barışı öncelemesi gereken gazetecilik, tüm tarafların acılarını aktarmalı!

Medyanın malum hallerine karşın, Türkiye insanının tavrı şaşırtıcı: Metropoll AraştırmaUkrayna’da yaşananların sorumlusu kim?” sorusuna yüzde 48,3 ABD-NATO, yüzde 7 Ukrayna ve yüzde 33,7’de Rusya demiş!

Olan ABD’yi dost bilenlere oluyor!