Trump gitti, Biden geldi ancak ABD politikasında değişmeyecek şeyler var: Diz çökmeyen ülkelere yönelik cinayet niteliğinde yaptırımlar; 70 ülkede 800’den fazla askeri üs; yurttaşlarının ihtiyaçlarını hiçe sayarak paraya doymayan askeri harcamalar...

ABD’nin gözündeki Çin

Eve Ottenberg

ABD’de seçimleri Trump kazanmış olsaydı, Biden’ın 100 milyona yaklaşan aşılama başarısını görebilecek miydik? Trump destekçileri sokaklarda maskesiz gezmeye devam etselerdi, günlük ölüm sayıları 3 binin üzerinde seyretmeyecek miydi? Trump ve Biden arasındaki farklılık çarpıcı. Trump’ın kayıtsız beceriksizliği ve Biden’ın su götürmez yetkinliği arasındaki uçurum tartışılmaz. Biden tüm ülkeyi aşılayacağını söyledi ve başarıya ulaşacak gibi görünüyor. Trump’ın bunu başaramayacağı açıktı.

Tabii bir de değişmeyecek şeyler var: ABD’ye diz çökmeyen Venezuela, Küba, Suriye, İran gibi ülkelere yönelik cinayet niteliğinde yaptırımlar; 70 ülkede 800’den fazla askeri üs; Çin ve Rusya gibi nükleer güç sahibi tehlikeli devletler ile dalaşma; yurttaşlarının ihtiyaçlarını hiçe sayarak paraya doymayan askeri harcamalar; şirketleri zengin ederken işçileri perişan eden serbest ticaret anlaşmaları; sözde düşmanlarımızla iş tutan müttefiklerimize gözdağı verme; Latin Amerika’da iktidar gelen sol hükümetleri devirmeye çalışma ve dahası…

ABD’nin önceliği yoksullukla mücadele etmek değil, Çin ile dalaşmak. Başkan Biden’ın açıkladığı teşvik ve destek paketleri sayesinde en azından yoksulluk meselesinin ‘radarında’ olduğunu görüyoruz. Biden ABD’li şirketlere “Çin’in Kuşak ve Yol projesiyle yarışma” çağrısında bulundu fakat bu da ümitsiz bir vaka. Çin’in motivasyonu ABD’ninkinden tamamen farklı. Amerikalı elitler kendilerine rakip gördükleri ülkeleri hep aynı emperyalist ve kolonyal bakış açısıyla görüyorlar. Yasha Levine’in kısa süre önce yazdığı üzere, “ABD’yi yöneten elitler Çin’e savaş açacak derecede aptal ve sosyopat olabilirler.” Fakat bu kötü niyetin ardında büyük bir yanılsama var. Nixon döneminde diplomatlık yapan Chas Freeman’dan alıntı yapan Levine şöyle yazıyor; “Amerikalılar Çin’e baktıklarında aslında ülkede olup bitenleri görmüyorlar. Amerika’yı ve Amerika’nın emperyalist emellerini, emperyalist geçmişini görüyorlar.”

Freeman bu durumu şöyle açıklıyor: “Bana kalırsa ABD ile Çin’in ilişkilerinde belirleyici olan dinamik strateji değil, psikoloji… Bir numara olmamaktan korkuyoruz. Çin’in savunma silahları geliştirmesine dahi bu yüzden karşı çıkıyoruz. Fakat eldeki verilere baktığımızda Çin’in yerimize geçmek istediğine dair pek bir kanıt yok. Kuşak ve Yol girişiminin çıkış noktası, Çin’in demir-çelik, çimento, alüminyum ve inşaat sektöründe atıl kapasite sahibi olmasıydı. Dolayısıyla bu kaynakları yurt dışında değerlendirmeye koyuldu. Tabii bölgedeki en büyük ve dinamik toplum olarak bu yatırımların bizzat kendine faydası olacağını düşündü. Tüm bunlar ekonomik bir stratejinin ürünü, askeri bir stratejinin değil.

Biden’ın ABD’li şirketlere yönelik rekabet çağrısı anlamsız çünkü ABD’li şirketler Küresel Güney ülkelerine yatırım yapmaya, bu ülkelerin altyapılarını güçlendirmeye hevesli değiller. Para kazanmaya hevesliler. Girin, vurgun yapın, çıkın. Para eden her şeyi söküp çıkarın. Çin’in yaklaşımı bu ukalalığın, yok ediciliğin ve bencilliğin yanında hiç kalıyor. Genel hatlarıyla ifade etmek gerekirse, Çin sosyalist prensiplerle yola çıkıyor fakat bunları hayata geçirmek için kapitalist yapılardan faydalanıyor. Bu anlamda Kuşak ve Yol girişimi anti-kolonyal bir ders niteliğinde.

ABD medyası ise Çin’in yoksul ülkelerdeki yatırımlarına bakıp ‘utanmaz şekilde kendi reklamını yapıyor’ diyor. Bazıları ‘sosyalizmin nimeti,’ hatta ‘cömertlik’ diyor.

Çeviren: Fatih Kıyman

Kaynak: Counter Punch