ABD'nin Ortadoğu politikalarının değerlendirilme biçimine dair salt Türkiye'de değil dünyada da ciddi kafa karışıklığı mevcut. Son yıllarda Amerikan sistemindeki rekabet faktörünün de -Trump önderliğindeki Cumhuriyetçi kanatla Demokratların bilek güreşinin Amerikan devletine yansıma biçimlerinin- kaçınılmaz biçimde etkilediği bir kafa karışıklığı söz konusu. Gelip dayandığı ana tespit ise, ABD'nin küresel çapta gerileme sürecine paralel olarak 'Ortadoğu'dan çekilmekte olduğu'.

Bu tespit, ABD'nin 20 yıl önce 11 Eylül saldırılarının ardından NATO müttefikleriyle girdiği Afganistan'dan kaotik çıkışının ve Çin'le rekabetin ticari, askeri ve diplomatik boyutlarının yoğunlaşmasının pekiştirdiği bir zeminde yükseliyor. Temel çıkarım da 'ABD'nin başarısızlığa uğraması'. En çok kendini 'direniş ekseni' olarak tanımlayanlar bu argümana meylediyor. Argüman 'ABD'nin istediği düzeni kuramadığı' temel tezi üzerinde yükseliyor. Direniş ekseninin aynı zamanda psikolojik olan bu argümana nüfuz alanını mobilize etmek için başvurmasını doğrusu anlayışla karşılamalı. Ama yarattığı yanılsama yabana atılır olmadığı gibi somut durumu da doğru anlatmıyor.

Bu yıl başlarında işbaşı yapan Biden yönetiminin 10 aylık Ortadoğu macerası ABD'nin Ortadoğu'da izlediği temel stratejik hattında herhangi bir kırılmaya işaret etmediği gibi sembolik ve taktik değişikliklerin ötesine geçici nitelik arz etmiyor. Ana başlıklarda şöyle bir özet geçmek yeterli...

YEMEN: Biden yönetiminin ilk el attığı konu Yemen oldu. Yemen savaşı Suudi Arabistan tarafından Biden ABD'nin başkan yardımcısı iken Obama döneminde 2015'te başlatılmıştı. Obama Riyad'ı şöyle bir eleştirir gibi yapsa da ABD'nin lojistik desteğini Suudilerin hizmetine sundu. Yemen'i enkaza çeviren, salgın hastalıklara teslim eden süreçte savaşın baş yürütücü Muhammed bin Salman (MbS) ABD'de 'krallar gibi' ağırlanıp, liberal medya tarafından 'Ortadoğu modernleştiricisi' olarak bile sunuldu. Taa ki siyasal İslamcı hatta İhvan çatlağına kadar...

Biden, başkan olarak göreve gelince Suudi kraliyetinin eski elemanı, sonradan İhvancı muhalife evrilen Cemal Kaşıkçı'nın öldürülmesi karşısında ABD kamuoyunda yükselen dalgayı sırtladı. Amerikan istihbaratının Kaşıkçı raporuna paralel olarak MbS'ın dışlanacağını vaad etti, ilk dış politika konuşmasında da "Yemen'de savaşı bitirmek için diplomasimizi hızlandırıyoruz" vaadinde bulundu.

Pratikte hiçbir şey değişmedi. Tek yaptığı 'Husiler' diye anılan Ensarullah'ı Trump döneminde konulduğu terör listesinden çıkartmak oldu. BM'de savaşı bitirecek pozisyonu zorlayacak şekilde Suudilere Yemen blokajını kaldırtmak yerine geçen mart ayında Husilere kabul edemeyecekleri bir ateşkes dayatıldı. Medyanın yansıtmadığı Yemen savaşı tüm hızıyla sürüyor, ABD ve Britanya'nın devam eden destekleriyle. Suudi mutlak monarşisi bu yıl en az 711 hava saldırısı düzenlerken, Riyad'a lojistik desteğin ve silah satışının kesilmesi saldırı helikopterleri satışıyla yalan olup çıktı. ABD Yemen savaşındaki varlığını gayet güzel devam ettirmekte.

ABRAHAM/İBRAHİM BLOĞU: ABD devletinin Ortadoğu'da İsrail'i önceleyen politikaları açısından belki de en büyük başarı ironik olarak istenmeyen çılgın Donald Trump'a aid. Yani; Trump'ın İsrail devletini Arap dünyasıyla barıştıran Abraham/İbrahim anlaşmaları. İsrail'in ulus devlet olarak Körfez Araplarının resmen barıştığı bu süreç karşılıklı ziyaretler, diplomatik ve ticari bağlantıların resmileşmesi eşliğinde devam ediyor. 15 Eylül 2020'de BAE ve Bahreyn'in açılışını yaptığı anlaşmaya Fas ve Sudan katılırken, İsrail'le barışık Mısır ve Ürdün'ün de bulunduğu bu ülkeler grubu yakında ilk çok taraflı toplantıyı gerçekleştirecekler. Biden yönetimi Trump'tan kalan mirası sürdürüyor. Filistin-İsrail barışına ve 21'inci yüzyılda Ortadoğu'da bir başka Arap devleti kuruluşuna da bir ilgisi görünmüyor. ABD İsrail'in son çatışmada hasar alan 'Demir Kubbe' sistemini etkinleştirmek üzere kesenin ağzını açarken, Filistinli Araplarla ilgili en fazla insani yardım retoriği mevcut.

İRAN: Dünya pek yakında BM Güvenlik Konseyi onaylı 2015 tarihli nükleer anlaşmadan Trump'ın 2018'de tek taraflı olarak çekildiğini bile unutabilir. İran, buna Avrupa kanadının anlaşmayı sahiplenecek şekilde farklı tutum alacağı beklentisiyle kademeli çekilmeyle yanıt vermişken, artık Batı medyası mevzuyu 'İran'ın sözlerini tutmamasından' yola çıkarak öyküleştiriyor.

Biden başkan olunca anlaşmaya geri dönme izlenimi ile işe koyuldu. İran'da 'geliyorum diyen' muhafazakar iktidar herkesin malumuyken, Viyana'daki dolaylı diplomasi sadece Avrupa kanadını 'hizaya getirmeye' yaradı. Biden nükleer anlaşma bir tarafa Ortadoğu'da İran'a karşı çatışmacı tutumu tırmandırdı. Irak sahası dışında çatışmanın en çok kızıştığı sahas da Lübnan oldu.

LÜBNAN: Lübnan, 1975-1990 yıllarındaki iç savaştan sonra tesis edilmiş, Şiiler, Sünniler ve Hıristiyanlar arasında mezhep ayrımlarına dayalı sistemine karşılık Şiilerin nüfus çoğunluğu ve Hizbullah faktörüyle ABD'yi zorlayan ülke oldu. Ancak Körfez yardımıyla kotarılmış ve ulusal birliği barındırmayan model, vekalet savaşları için muazzam bir zemin teşkil etti. Son yıllarda 'direniş ekseninden' Hizbullah'ın siyaseten öne çıkmasının önünü kesmek için her türlü imkanın var olduğu ülkede ekonomik kriz Amerikan yönetimi açısından en önemli fırsatı oluşturdu. Körfez sermayesiyle göbekten bağlı çok parçalı bir ülkenin bam telleriyle oynanacak her şey burada mevcut. Nitekim hem Lübnan'ı hem de Lübnan üzerinden Suriye'yi 'Sezar yasası' ile iyice sıkıştırma politikaları rahatlıkla icra edildi. Lübnan, 'direniş eksenine' heyecan veren damarına karşın Ortadoğu'ya dayatılan ve Irak'ta da işgal sonrası teşkil edilen modeliyle, tam bir çıkmazı teşkil ediyor.

IRAK: Biden'ın Irak'a en son IŞİD'la savaş vesilesiyle sokulmuş muharip güçleri çekme kararı, 'ABD'nin çekilme emsali' diye sunuluyor. 2003'teki işgali sonlandıran 2008'deki SOFA anlaşması ABD'nin Irak'taki varlığını tam anlamıyla bitirmediği gibi, Washington'ın IŞİD markasıyla geri dönene dek dağıtıp parçaladığı ülke vesilesiyle savaş alanını özelleştirmesinin en önemli emsalini yaratmıştı. -Afganistan'da zaten devlet diye bir şey yoktu- Şimdi Biden'ın zaten sayıları sınırlı muharip güçleri çekme kararıyla 3-5 bin askeri tutmak yerine 'danışmanlık' adıyla aynı özelleşmiş sistem devam edecek.

IŞİD'la savaşın dağıttığı ve İran'ın nüfuzunu artıran dengeler de yeniden değişiyor. Trump yönetimi vahşi Batı kovboyu misali 2020 Ocak'ında Bağdat'ta Kasım Süleymani/Ebu Mühendis'ı suikastla öldürerek iş görmüşken, Biden 10 ayda onun kaldığı yerden IŞİD'la savaşın en önemli unsuru Halk Mübilizasyon Güçleri'ni (Haşdi Şaabi) hedef alarak devam etti. Trump 'petrol, petrol' diye sayıklasa da ABD, Irak'ta dağıtılmış devletin hizmet yetersizliğini kulllanmasını da iyi bilmişti. Protestolar tereyağından kıl eker gibi tetiklenerek kolaylıkla devrilen Adil Abdülmehdi ve Mustafa Kazımi ile yaşanan ara dönemin ardından şimdi son seçim yeni bir resim ortaya koydu. Irak Şiiliğinin Arabizmi eşliğinde sandıktan çıkan Mukteda el Sadr'la ABD belki ilk defa İran'a karşı el üstünlüğü elde edecek. İşgal sayesinde kuzeyde tesis edilmiş özerk yönetim yeterince işlevsel. Lübnan modelli Irak ABD için gayet de işlevsel. İran yanlısı güçler dışında kimsenin ABD ile alıp veremediği yok.

SURİYE: ABD'nin Ortadoğu'da en başarısız olduğu dosya. Ancak on senenin sonunda siyasal İslamcı yatırımı fos çıkmış, kuzeyde PYD/YPG, güneyde Tanaf bölgesine tutunmuş ABD'nin Afganistan ve Irak örneklerine bakarak Suriye'den de çekilmesini beklemek naiflik olur. Tersine Rusya'nın dengeleri çoktan değiştirdiği Suriye'de ekonomik savaş eşliğinde, kritik NATO müttefiki Türkiye tarafından 'bulandırılan' sahada, Arap müttefiklerin artık kazan kaldırmalarıyla ABD açısından 'yönetilmesi gereken' bir durum var. Amerikalılar savaşı yitirmiş olabilirler fakat burada da sahanın 'tek belirleyeni olmama' lüksünü kullanmaktalar.

ABD Başkanı Joe Biden, eylülde BM kürsüsünden Afganistan'ı gösterip "ABD 20 yıldır ilk kez savaşta değil" yalanı uydurmuştu. ABD geri çekilmek bir yana Ortadoğu'da savaşlarını sürdürüyor. ABD politikalarını değerlendirirken, en büyük yanılsama 'ana stretejik hattın sürdürülebilirliği' yerine, ABD'nin 'her şeyi becerebileceğinden' hareketle 'başarı' kriterleri koymak.

ABD'nin Ortadoğu'da aslında tam arzu ettiği düzeni kurduğu bile iddia edilebilir. Mezhep ve etnik hatlara bölünmüş, yönetilemeyen ülkeler... Neoliberal modelin en hakikatli uygulayıcıları olarak ABD ile çalışmaya hevesli ve hırslı vekil güçler... Bunun karşısında bölge halklarının hakiki sorunlarına odaklanacak, emperyalizmin küresel sömürü ve hegemonya sistemi, ABD'nin de bu sistemin siyasi, ideolojik, kültürel ve askeri hâkim siyasi gücü olduğunu kavrayan, bu mücadeleyi ideolojik olarak sırtlayacak bir yapı da yok.