ABD PYD’nin Kobane’de IŞİD karşısında ezilmesini istemedi ve sahada desteklediği güçler arasında son derece önemli görüyor

ABD’nin Ortadoğu revizyonunu: Sürdürülebilir istikrarsızlık

>HAKAN GÜNEŞ @hakangunesh

Doç. Dr. İstanbul Üniversitesi
Siyasal Bilgiler Fakültesi

5 yıldır Suriye savaşını gün be gün değil, saat be saat izler hale geldik. Patlayan her bomba, Washington, Moskova, Ankara, Rakka, Şam ya da Riyad’dan yapılan her açıklamadan sonra sanki dengeler değişecek savaşın gidişatı bambaşka bir seyir izleyecekmiş gibi süreci değerlendirir olduk. Her an her şeyin tam tersine dönebileceğine dair kanaati oluşturan olgu ise en başta küresel aktör ABD’nin tam nereye oturtulacağı, nasıl okunacağı bilinemeyen tutumlarından kaynaklanıyor: Esad’ı devirmek üzere kapsamlı bir askeri operasyona başlayacak iken son anda vaz geçen ABD şimdi gerçekten İŞİD’in etkisizleştirilmesine mi odaklandı? ABD’nin YPG’ye verdiği destek Erdoğan’ın ileri sürdüğü gibi Washington açısından stratejik ortak değişikliği anlamına mı geliyor? Obama bölgedeki kritik müttefiklerinden İsrail, Türkiye, Suudi Arabistan ve bunların şürekâsı olan 10 kadar Ürdün ve Katar tipi ülkenin onca açık ve yüksek tonlu itirazına rağmen İran’ın ekmeğine yağ sürmeye mi başladı?

Tutumu ikircikli aktörlerin başında ABD gelse bile bu konuda onu yalnız bırakmayacak ülkeler hiç de az değil: Ülkesinde peş peşe yurttaşları katledilen Fransa’nın “sosyalist” devlet başkanı Hollande, Erdoğan’la yarışırcasına Suriye politikasının merkezine Esad’ı devirme önceliğini koymaya devam etti. Geçtiğimiz ay, bir aylığına politika değiştirdim diyen Paris, şimdi yeniden Esad karşıtı manşetler attırmaya başladı. Almanya, Şam’da elçiliğini yeniden faaliyete geçirerek Esad’ı “yeniden tanıyan” ilk ülke olurken aynı anda Hollande’nın kısık sesle ifade ettiği “Esad-devirici” kanada yavaş yavaş yanaşmaya başladığı sinyalleri veriyor.
Bütün bunlar siyasi liderlerin aynı anda hem dış hem de iç kamuoylarına seslenmeleriyle, sürecin bizatihi karmaşık ve dinamik olmasıyla ve tüm bunlardan öte uluslararası siyasetin doğasıyla ilgilidir: Uluslararası siyaset keskin bloklaşma dönemleri dışında salt taraflar ve tarafların lider ülkelerinin politikaları üzerinden okunamaz. Dünya ve bölgenin uzak ve yakın tarihi, tarafların şekillenmesi ve yeniden dizilişinde güç dengesi ve dağılımına bağlı pek çok taraf değiştirme ve ağırlık kaydırma örneğine tanıklık etmiştir.

Sahi Suriye savaşında kaç blok var?
Uluslararası güçleri taraflar olarak resmetmek işin bir kısmıdır. Yani Rusya ve müttefikleri, ABD ve müttefikleri; Suudi Arabistan, Türkiye ve müttefikleri gibi taraflar tanzim etmek uluslararası politikayı anlamanın birinci kuralı. Ancak bununla aynı derecede önemli ikinci kuralı unutmamak gerek: Uluslararası ilişkiler tarihinde pek çok gelişme “denge müdahaleleri”ni içerir. II. Dünya Savaşı öncesinde Nazi Almanyası, Fransa ve Polonya’ya müdahalesine kadar uluslararası alanda desteklendi. Sonra döndüler karşı tarafa ve Sovyetler Birliği ile işbirliği yaptılar. Savaş bitince yeniden ve daha sert bir anti-Sovyet bloklaşma.

Bir örnek daha verelim: Otuz yıl Savaşları’nda Katolik Fransa’nın Protestan ittifakla savaşa girdi. Üstelik aynı Katolik Fransa kendi ülkesindeki Protestanlar IŞİD’in Ezidilere yaptığından daha ağır bir kıyımdan geçirdiği halde Avrupa içi güç dengelerine bakarak Katolik saflarda değil Protestan saflarda yer alabilmiştir.

Osmanlı tarihinden de örnek verebiliriz: 1856 Kırım Savaşı mesela. Rusya çok ilerlediği zaman Batı ittifakı Osmanlı yanında tavır almıştı. Örnekler çok. Dolayısıyla aslında uluslararası politikayı sadece taraflar olarak okumak yeterli değil, denge denilen unsur çokça önemli. Şu an Batı bu denge unsurunu şurada arıyor: Kürtlere dokunmayın, Esat’ın belirli bir yaşam sahası olacak, IŞİD yok edilecek ve dördüncüsü Batı müttefiklerinin Suriye’de bir etki alanı olacak.

Bu dört faktörü gerçekleştirmeye çalışan bir Batı var. Obama da Merkel de problemi temelde böyle okuyor.
Suriye’de denge zaman zaman Rusya, Esat ve Kürtler lehine kaçtığında orada bir denge müdahalesi yapmaya çalışıyorlar. Önümüzdeki aylarda gelişmeler böyle devam edecek. Batı’nın Ortadoğu’daki müttefiklerinin yani Türkiye ve Suudi Arabistan’ın çıkarlarını da gözeterek dengeyi korumaya çalışacak. Ama yukarıda saydığım şartların sağlanması şartıyla.
Öte yandan şunun altını da çizmek isterim ki bir plan kurulduğunda bunu başarabilecek, her şeye muktedir bir Batı yok. Tıpkı her şeye muktedir bir Rusya, bir ABD olmadığı gibi. Deneyip deneyip yapamadıkları pek çok şey oluyor. Fakat şunu anlıyoruz, bu süreç özellikle IŞİD ve El Nusra kısmı, Batı açısından artık sürdürülebilir bir istikrarsızlık olmaktan çıktı. Batı için Suriye özellikle mülteci krizi, Batıda patlayan bombalar vs açısından sürdürülebilir değil, sürdürülemez bir istikrarsızlığa dönüştü. İŞİD sonrası ABD ve Batı dış politikasındaki revizyonu anlamanın kilit unsuru istikrarsızlığın sürdürülemez sınıra gelmesi ile ilgilidir.

Ne demektir sürdürülebilir istikrarsızlık?
Sürdürülebilir istikrarsızlık, bölgeye tam bir barışın, refahın v.s gelmesini değil, sürekli birinin diğerine karşı gergin bir şekilde tutulduğu, çatıştığı, bazen savaştığı bir denklem kurmak demektir. Yani ne istikrasızlık sağlayacak bir denklem kurmalı ancak bunun sürdürülemez bir düzeye çıkmasına da mümkünse izin vermemelisiniz.

Örneğin 30 yıllık Irak politikasını ele alalım: Ülke üç parçaya ABD inisiyatifi ile ayrıldı. Burada ayrılma temayülü olan yegane aktör olan (Irak) Kürdistan’ı 30 yıldır ne bağımsız kılınıyor ne de onun gücünün zayıflaması isteniyor. İran’la Türkiye ile Şiilerle ve hatta Suriye ile ilgili pazarlıklarda sahada bir denge unsuru olarak zaman zaman daha çok desteklenen zaman zaman ise sınırlanan bir aktör Irak Bölgesel Kürt Yönetimi. Batı açısından sürdürülebilir istikrarsızlık için, işbirliği yapabileceği unsurların bağımsızlaşmaması gerekiyor.

ABD’nin PYD politikasına bakalım: ABD PYD’nin Kobane’de IŞİD karşısında ezilmesini istemedi ve sahada desteklediği güçler arasında son derece önemli görüyor. Türkiye’nin baskılarına rağmen PYD terörist listesine alınmadı ama Cenevre’de temsiliyetine de şimdilik dahi olsa olanak tanınmayarak uluslararası statüsünde tenzili rütbe yapıldı. Askeri yardım yapıldı ama yeni ve stratejik denge değiştirecek (Tow gibi) hiç bir silah verilmeyip sadece mevcut silahlara mühimmat sevkiyatları yapıldı.

Özetle ABD’nin Ortadoğu’da Suudi-Katar-Türk-İsrail eksenini İran ve müttefikleri ile dengelemeye çalışırken, bölge içinde hem müttefiki hem de muarızı her aktöre karşı elini güçlendirecek farklı ilişkiler geliştirdiğini görüyoruz. Burada söz konusu ilişki ve desteğin önemli bir bölümünün stratejik bir karakterde olmadığı zamanla ve olayla sınırlı olduğunu akılda tutmak gerekir.
ABD’nin soğuk savaş sorası Ortadoğu politikasının iflası sonucu gündeme gelmiş bulunan bu “sürdürülebilir istikrarsızlık” durumunun tekrar sürdürülemez istikrarsızlık konumuna mı ricat edeceği yahut barışçıl bir Ortadoğu siyaset ortamına mı evrileceğini uluslararası denklem kadar sahadaki güçler belirleyecektir. Bu bakımdan hem bölgesel güç dağılımında bir denge noktasına gelinmesi hem de sahada seküler demokratik unsurların güç kazanıyor olmaları umut verici gelişmelerdir.